Âcizim

Kıymetli gözlerini yorup da, şu satırları okuyorsun ya kardeşim… Hani sen okudukça, yazmış olmam, anlam kazanıyor ya… O hâlde teşekkür borçluyum sana. Zira Hakk buyuruyor: Kula teşekkür, bana şükürdür, diyor. İşte, O’na şükretmek için teşekkür ediyorum sana, en içten…

Bilmiyorum ki, bu yazıyı nerelerde okuyorsun? Bilmiyorum ki, kimsin? Yaşın kaçtır, işin nedir, hangi duygunun yoğunluğunu, hangi imtihanın ağırlığını taşıyorsun? Hiç bilmiyorum ki, nelerden neşelenir, nelerden kederlenirsin… İşte bu sebeple, her zaman yaptığım gibi, kendi gönlümden geçeni paylaşacağım. Zaten öyle veya böyle, hissediyorum, yine, ucundan kenarından bile olsa, kalbine dokunmuş olacağım. Çünkü biz kardeşiz… Çünkü sen, tasanla ve sevincinle, az ya da çok benzersin bana... O hâlde okuyacağın her kelimede yeni bir ufka, yeni bir ışığa kavuşman dileğiyle yazacağım… Pek yalın ve samimi, “aczimi” yazacağım sana bu sefer…

Dün gece, on bir yaşındaki emanetim, oğlumla kavga ettim. O kadar öfkelendim ki, o masumun karşısında, deliye döndüm. Ne kadar çok bağırmışsam, bütün gece boğazım yandı. O nasıl bir öfkeymiş ki, ertesi gün yorgunluğu hâlâ üzerimdeydi. Kendi çocuğu karşısında, nasıl da âciz, nasıl da güçsüz ve etkisiz olduğunu görmek, nefsime ağır geliyor. Çok beceriksiz bir emanetçi olduğumu düşünüp, üzülüyorum.

Aynı sözü on kere tekrarladığım hâlde, yine de duymayınca çocuğum, kendimi iyiden iyiye berbat hissediyorum. Laf aramızda kardeşim, böyle zamanlarda kendimi, bir bahçenin kenarında kendince kişnemekte olan, gariban bir ata benzetiyorum. Bu duyguyu, belki sen de yaşamışsındır. Çocuğu karşısında görevi, onu sırtına bindirmek ve taşımak olan, bunun dışında bir otoritesi ya da saygınlığı bulunmayan zayıf biri… Hiç böyle hissettin mi sen de?  Bir de düşün ki, şaha kalkmaz ve arada bir tepmezsem, durumun vehâmetini kavrayamıyor çocuk. İşte böyle zamanlarda, gemi azıya alıyorum sanki… Kontrolden çıkmak nedir, bilir misin? İşte o durumu kısmen yaşıyorum. Üstelik insanların çoğu beni “eğitimci” vasfımla tanıyor ve karşılıyor. Vallahi ben, kendi çocuğu karşısında, pek âciz bir kulcağızım, o kadar…  Bunun iyi tarafı şu ki: Çocuk yetiştirmek hususunda bir iddiam yok ve “Ben yetiştirdim!” demek gafletinden korunuyorum.

Ne diyorum peki? Çok daralıp bunalınca ve gücümü yitirince şöyle diyorum: “Aman yahu! Görüyorsun işte! Ben kendi başına sözü geçmeyen zavallı biriyim. Verdiğin emaneti hakkıyla muhafazaya güç yetiremiyorum! Benim mi?! Senin! Ne yaparsan yap! Sen eğit, Sen büyüt, Sen avut, Sen!! ”… O’na havale etmek, bilsen nasıl rahatlatıyor… 

Doğrusu, bu durumdan ötürü kendimi suçlayışlarım da hiç az değil. Şöyle ki, mesela, günde beş defa huzuruna çağırdığı hâlde, icabet etmekte gecikmemin, pek küçük bir kefareti olabilir bu durum… Zira her ne zaman çağrıma kulak asmasa çocuğum, içimden bir ses, ısrarla aynı sözü tekrarlıyor: “Sen O’nun kaç çağrısına vakitlice cevap verdin?”….

Ne zaman bir sözümü dinlemese çocuk, yine aynı ses soruyor: “Sen O’nun kaç emrini dikkate aldın?”…. E tabiî, bu sese kulak vermek ağır iş! Çünkü suçum çok, ihmallerim kabarık… O vakit nefsim, hemen savunmaya geçiyor: “Yahu, nice Allah bilmezler, namazsız oruçsuzlar var. Bak çocuklarına, melâike gibiler mübârek! Yok, yok senden değil! Hem, nice veliler, nice Peygamberler bile çocuklarına söz geçirememişler. Zulmetme kendine!.. Sabret, dua et…”

İşte böyle, bir uçtan ötekine gidip gidip geliyorum. Anlayacağın, bana aczimi en çok hissettiren sebeplerden biri, emanetim: Çocuğum…

 Doğrusu, aczini hissetmek, çok acı da olsa, nefsime ilaç gibi geliyor. Zira yaşadığım başarısızlıklar, beni kibirlenmekten alıkoyuyor. Üstelik, en ümitsiz anne babaya bile teselli verebilecek nice tecrübe birikip, “Ben de sizin gibiyim…” demek gibi bir erdeme dönüşüyor. Zorlama bir tevâzu olmuyor bu. “Evet, işte, ben de senin gibiyim kardeşim… Hatta belki, bir çocuk yetiştirmek hususunda, sen, benden çok daha iyi bir noktada duruyorsundur”… Zaten, sırf bana şu cümleleri söylettiği için bile, seviyorum bu âcizliği… Aczini bilmek, bir nevî haddini bilmek… Elinden geleni yaptıktan sonra, neticeyi “Fâil-i Mutlak” olana bırakmak…

Ben, bana verilmiş olan bütün kudrete rağmen, âcizimdir. Çünkü kalpleri elinde tutan, evirip çeviren bir Allah vardır ve O, Habîbine dahî âciz kalmanın tadını tattırmıştır. Sevgili amcasının iman etmemesi karşısında büyük bir üzüntüye kapılan Habibine, “Kendini boş yere üzme, boş yere acılanma!.. Senin işin sadece tebliğ etmektir, sen sevdiklerini kurtuluşa erdiremezsin; sonuç ancak Bana aittir.” buyuran Cenâb-ı Hak, elbet bizi de nice âcizliklerle sınayacaktır. 

* * *

Bir de, öğrencilerim karşısında pek âcizim kardeşim. Onların kimisi, pek akıllı, başarılı ve edeplidirler. Kimi ise haşarı, vasat ya da densizdir. Öyle ki, her biri için aynı çabayı gösterdiğim, aynı mesâîyi harcadığım hâlde, kimi ilerler, kimi yerinde sayar. Bir zamanlar, başarısız öğrencilerden ötürü içimi bir üzüntü ve ümitsizlik kaplar, “Ben bunlara hiç bir şey veremiyorum!..” diyerek, kendimi harap ederdim. Sanki hazinelerin sahibi benmişim gibi… Halbuki, neyim var da ne vereceğim, değil mi? Hem sonra baktım ki, bu durumda, başarılı öğrencilerden ötürü de, kendimi göklere çıkarmam ve “Ben olmasam hâlleri nice olurdu, beni gördü de şâd oldu gariplerim!..” diyerek, kendimi yüceltmem gerekecek. Öyle ya, başarısızlıkları bendense, başarıları da benden olmalıdır. Halbuki vaziyet böyle değil…

Eğer elimden geleni, her biri için yapmışsam ve sonuç olarak kimi öğrenciler ilerleme kaydedip ele gelir başarılar göstermiş de, kimileri daha ilk basamakta, yerinde sayar hâlde kalmışsa, diyeceğim iki söz vardır…

Birincisi, başarısızlık için denecektir ki şudur: 

“Ya Rabbi! Sen şahitsin ki, verdiğin güçle, bu çocuklar için elimden geleni yaptım. Madem başarısızlık lutfettin, râzıyım. Zira bu netice içinde; bu şer gibi, kötü gibi görünen kapının ardında, benim için ne hayırlar gizlersin bilmiyorum. Belki de bir başarı elde etseydi, nefsim kibre düşecek ve şeytanla arkadaş oluverecekti. Sen benim için hayırdan başkasını dilemezsin Rabbim!.. O hâlde bana, şer içinde gizlediğin hayrı görecek göz lutfet de ümitsizlikten korunayım; bu vesileyle daha da olgunlaşayım… Çevremdekilerin dilini, “Beni ezbere yermek hususunda tut!..” ki, bir de Sen’in takdirine ta’n etmek günahına düşmesinler Rabbim…  Âmin…”

İkincisi başarı durumudur ki, demem gereken şudur:

“Ya Rabbi! Ben, senin verdiğin güçle, sadece elimden geleni yaptım. Eğer Sen dilemeseydin, karşıma bu kabiliyetli ve zeki öğrencileri çıkartmasaydın, elbette sonuç böyle olacak değildi. O hâlde bu başarı, ancak Sen’in bir lutfundur. Beni böyle bir sonuçla sevindirdiğin, insanlar içinde bana, bu vesileyle saygınlık kazandırdığın, gönlümü ümit ve şevkle doldurduğun için Sana hamdolsun. Beni benden koru da, hayrı kendinden bilen gafillerden olmayayım… Çevremdekilerin dilini, “Beni ezbere methedip durmak hususunda tut!..” ki, eksiklerimi unutuvermek sûretiyle, nefsimi palazlandırmayayım… Âmin…”

Kısacası, muvaffakiyet karşısında kibre; başarısızlık karşısında da ümitsizliğe düşmekten Allah’a sığınırım. Kendini herkesten üstte ve ötede gören kişinin yeri, kibir çukuru… İlginçtir, öyle sinsi ki, farkında bile olmadan içine çeker insanı… Bakıyorum, bazen çok hizmetli ve fedakâr nice insan, daha az hizmet etmekte olan, daha az fedakârlık edebilmiş bulunan başkalarını yererek, bu çukura düşüveriyor. Özellikle çok aktif ve çalışkan bazı kişileri şeytan, bu şekilde kandırıyor olmalı!.. Çünkü onlar, bir yandan hizmet ederken, bir yandan şu cümleleri sarf ediyorlar:

“Her işi biz yapıyoruz. Bu insanlar, ne de duyarsız, ne de umursuz. Koşturan biz, düşünen biz, yorulan biz!.. Biz de olmasak… Biz de olmasak… Bilmem ne olur halimiz!”

Bu cümleler, “benliğin” bir başka “ben” ile dost olmuş halini dışa vuruyor… Pek sinsi…. 

Halbuki aczini bilmek ne güzel… Aczini bilme noktası, ne kadar da güvenli… Aczini bilmek ferahlık… Zira, iki bataklığın tam arasında kalır, ama yükseklerde ve emniyetli bir yerdedir.

Hani çocuğun âsî olup sözlerini tutmadığında… Bey’in arayıp sormadığı ve dışarılara fazlaca daldığında… Hanımın çok hasta düşüp yataklarda kaldığında… Pek lâzımken, beş parasız kaldığında… Ya da ne bileyim, büyükçe bir borcun altına girip, sıkıştığında… Belki bir dedikoduya malzeme olup, haksız yere, onun-bunun bakışları altında ezildiğinde, “Tevekkeltü alallah” dedirten güçtür aczini bilmek…

Veya ortalığın hâline bakıp, “Ne olacak sonumuz?!” diye içlendiğin… Ya da birilerine hayrı söylemeye çalışıp, şerden başkasına gitmediklerini gördüğünde… Yanından her geçenin, yarın mahşerde yakana yapışıp da, “Neden bana anlatmadın?!”diye hak isteyeceğini duyduğunda düştüğün, o korku ve çaresizlik deminde…. Candan sevdiğin birini kabre koyup geri döneceğinde… Ne bileyim işte; her ne ise, elinin kolunun bağlanır gibi olduğu durumlar… İşte onların her birinde, derin bir sığınışla, “Yâ Hû!” demektir aczini bilmek… Hayır! Atalet, uyuşukluk değil, bilakis, “gayret ardı tevekkül”dür….

Biliyorum, ümitsizlik batağına her ne vakit yaklaşsan, çıldıracak gibi olursun. Sanki dünyadaki tüm çözümler tükenmiş, tüm ilaçlar bitmiş ve tüm umutlar yok olup gitmiş gibi gelir bazı anlar... Oysa ümitsizlik, yüzde yüz düşmenin, inanan bir insana haram olduğu bir çukurdur. Müslüman ümitsizliğe yaklaşır belki, hatta belki çok yaklaşır bazen, ama asla içine düşüp kalmaz. Ümitsizlik kâfirlere hastır… Nefsim, zaman zaman nasıl da küfre yaklaşır… Nasıl da ramak kalır içine düşmeye... Zaman zaman kibir çukuruna da ramak kalması gibi…  Fakat sığınılan öyle bir yerdir ki, korudu, koruyor, korur… Sığınmaktır, aczini bilmek…

Gönlün, aşka düşer gibi olduğunda da derinden hissettin değil mi? Vallahi, şu dünyada başka hiçbir nimet vermese de, sadece “aczini bilmek” gibi bir koca lutfu bahşetmiş olsaydı, yine de şükrü edâ edilemeyecek eşsiz bir hazineyi bahşetmiş olurdu. Zira, zenginliktir aczini bilmek… O hâlde, hadi gel kardeşim... Gayret kapısından girip, kabulünü umarak, beraberce duâ edelim:

Rabbim! Bizi, aklı ve burnu havada gezenlerden etme. Biz âciziz… Sütten kesilmiş bebekler gibi hırçın ve huzursuz oluruz Sen’siz…. Kafese konmuş, üstelik suyu da unutulmuş minik kuşlar gibi fersiz ve hâlsiz kalırız. Bizi, Sen’in kudret elinde bulunduğumuz şuurundan ayırma!.. Bizi her an Sen’in huzurunda durduğumuz gerçeğinden gafil bırakma. Bizi ümitsizlik batağından ve kibir çukurundan muhafaza eyle de, aczini bilmek doruğunda oturup, âlemi huzur içinde seyreden bahtiyarlar arasına katılalım. Birbiri için duâcı ve yardımcı kardeşler eyle bizi Rabbim!  Âmin…

PAYLAŞ:                

Neslihan Nur Türk

Neslihan Nur Türk

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle