Tatil Mi, Atalet Mi?

TATİL Mİ, ATÂLET Mİ?

 

Bu yazının yazıldığı zamanlarda, dünya, milimetrenin milyonda biri kadar minik bir virüse (Covid-19’a) yenik düşmüş durumda, panik içerisinde idi…

Bilimin ve teknolojinin zirve yaptığı, askerî ve ekonomik varlığın engel tanımayacak kadar güçlendiği, isteklerin ve imkânların sınırsızca arttığı küreselleşmiş bir dünyada, 2020’li yıllarda….

Bütün dünya ülkelerinde bilim şaşırıp âciz kaldı! Radyolar, televizyonlar, devlet başkanları, bakanlar yalnızca; “Evlerinize kaçın, korunun, izole olun!” demekle yetindi. Kâbe’de tavaf durdu. Mescid-i Nebevî, ziyaretçilere bahçe kapılarını dahî kapattı. Câmiler boşaltıldı. Okullar, üniversiteler, kurslar ve kurumlarda eğitim durduruldu. Hava ve karayolu seyahatleri yasaklandı. Sokaklar boşaltıldı. Komşular birbirlerine kapılarını açmadı. Anne-babalar evlâtlarından; çocuklar, kardeşlerinden kaçmaya başladı. Bütün bunlara sebep olan gücün adı; Covid-19… Daha çok kuşlar ve memelilerde hastalıklara sebep olan Coronaviriade familyasından bir virüs... Cüssesi; milimetrenin milyonda biri ölçüsünde, ancak elektron mikroskoplarıyla görülebilen mini minnacık bir virüs!.

“Nedenini” ve “nasılını” her nefsin kendisinin düşünmesine bırakıyor ve Âlemlerin Rabbinin hitâbını dikkatlerinize sunuyorum. Rabbimiz:

“Çünkü onlar, bundan önce varlık içinde şımarmışlardı. Büyük günahlarda da ısrar ediyorlardı.” (el-Vâkıa, 45-46)

Abese Sûresi 23’te:

“Hayır, insan kendisine emredileni yapmadı.”

Mü’min Sûresi 75’te:

“Bu, sizin yeryüzünde adaleti gözetmeksizin haksız yere şımarmanızdan ve kendinizi bir şey sanarak böbürlenmenizden ötürüdür.”

Sâffât Sûresi 13’te ise:

“Kendilerine öğüt verildiğinde gerekli öğüdü almıyorlar.” buyurmaktadır.

 

Dünya Hayatının Süsü ve Eğlencesi

Yaratıcı tarafından zayıf, âciz ve harîs olarak tanıtılan insanoğluna, dünya hayatının süslü gösterildiği ve birçok zaman dünyaya aldandığı bildirilmekte ve sık sık uyarılmaktadır. Nitekim İblis, Âdem -aleyhisselâm-’a secde etmeyip cennetten çıkarıldığı zaman, Allah Teâlâ ile ahidleşmiş ve:

“…Ben de onları gözetlemek üzere Senin doğru yolunun üzerine pusu kurup oturacağım. Sonra onların gâh önlerinden gâh arkalarından, gâh sağlarından gâh sollarından sokulacağım. Vesvese verip pusu kuracağım…” demişti. (el-A’râf, 16-17)

Rahman ve Rahim olan Âlemlerin Rabbi, kulunu hiçbir zaman yalnız bırakmamakta, onlara kevnî âyetleriyle her dâim hitap ederek, katından gönderilmiş “sağlam kulb”a sıkıca sarılmalarını öğütlemektedir. Bu durum, âyet-i kerîmelerde şöyle bildirilir:

“Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi.” (Âl-i İmrân, 14)

“De ki: Şayet babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, elinize geçen mallar, zarara uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, size Allah ve Rasûlü’nden ve O’nun yolunda cihâd etmekten daha sevimli olursa, Allâh’ın emri gelinceye kadar bekleyin…” (et-Tevbe, 24)

 “Size verilen her şey, yalnızca dünya hayatının geçimi ve süsüdür. Allâh’ın katında olan ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ akıl etmiyor musunuz?” (el-Kasas, 60)

“Ama siz, dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret hayatı daha hayırlı ve sonsuzdur.” (el-A’lâ, 16-17)

“Dünya hayatının süsü olarak kendilerini imtihan için üst üste nîmetler verdiğimiz kişilere imrenme! Rabbinin verdiği rızık daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” (Tâhâ, 131)

“Bizimle buluşmayı ummayanlar, dünya hayatına râzı olanlar, onunla tatmin olanlar ve âyetlerimizden gâfil olanlar var ya; işte onların varacakları yer ateştir, kazanmakta olduklarından dolayı…” (Yûnus, 7-8)

“Kim dünya hayatını ve süsünü ister ise, orada onlara amellerinin karşılığını tam veririz. Ve onlar bunda hiç eksikliğe uğratılmazlar. Onlar öyle kimselerdir ki, âhirette onlar için ateşten başkası yoktur. Orada yaptıkları şeyler boşa gitmiştir. Ve zaten bütün yapmış oldukları şeyler bâtıl/ geçersiz olmuştur.” (Hûd, 15-16)

“Dünya hayatı; bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Ama âhiret yurdu, takvâ sahibi kimseler için daha iyi ve daha kalıcıdır. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?” (el-En’âm, 32)

 

Önce Lügatimize, Sonra Hayatımıza Giren Tatil

Tatil, sanayileşme ile birlikte Batı toplumunun ürettiği bir mefhum olarak önce lügatimize, sonra da hayatımıza girdi. Her şeyde olduğu gibi, kısa zamanda onu da çok fazla benimsedik. Çünkü sanayileşme, insanları kesintisiz üretime/çalışmaya kilitlediği için bunun sarmalı da tüketimi doğurmuştu.

Kesintisiz ihtirasla çalışan insanları, yılda bir kez dinlendirmek, dinlendirirken de tüketimi/ekonomiyi canlandırmak hedeflenmişti. Bunun en iyi öğretmeni olan yazılı ve görsel medya, yediden yetmişe herkese bu hayat tarzını öğretmiş, özendirmiş ve benimsetmişti.

Seksenli yıllarda lise öğrencisiyken televizyonda tatil mekânlarını ve tatile gidenleri izlemek dahî büyük keyif verir, günün birinde oralara gidebilmek, en büyük hayallerimiz içerisinde yer alırdı. Yıllar sonra ise kışlık evlerden sonra yazlık evlerin yaygınlaşmasıyla deniz veya orman gezileri sıradanlaşmaya başlamış, yıldızlar yarışı olan lüks oteller prestij kazanmıştı.

 Tatil kelimesi, etimolojik olarak; “âtıl etme, başıboş bırakma, ihmâl etme, hareketsiz kılma, salma” mânâlarına gelen “atale” kelimesinden türemektedir.

Âtıl etme, başıboş bırakma, ihmal etme; israfın, değersiz ve önemsiz olmanın, üretken olamamanın, işe yaramamanın eş anlamlısıdır. Oysa insana hizmet eden her şey, bir mânâ ve gâye üzerine yaratılmıştır. Eşyanın dahî bir var olma sebebi ve gerekçesi bulunmaktadır. Buna rağmen yeryüzünün halifesi olarak yaratılıp “Âlemlerin Rabbinin nefhasıyla şereflenen insanın” âtıl olma, başıboş bırakılma gibi bir hâli, akıllara ziyan bir durum değil midir?

Nitekim tembellik, çalışmadan oturmak, gevşeklik, uyuşukluk, hareketsizlik mânâlarına gelen “atâlet” kelimesi, müslümanın özellikleriyle tamamen ters düşmektedir. Müslüman, yeryüzünün halifesi olarak dâimâ aktif, faal ve dinamiktir. Hattâ kâinat boşluk kabul etmediğinden dolayı, “bir işi bitirdiği zaman, hemen başka bir işe başlayandır.” (Bkz. el-İnşirâh, 7)

Asırlardır meydanlarda müslümanlara hâkim olamayan Batı, günümüzde teknoloji ve tatil mefhumlarıyla müslümanlara hakim olmak istemektedir. Bunu son zamanlarda teknoloji yardımıyla “Az çalış, çok kazan!” mottosuyla, internette gayr-i meşrû kazanç kapılarına sevk ederek başarmaya çalışmaktadır.

Parçalanmış âile çocuklarıyla yapmış olduğum bir söyleşide, on bir yaşındaki masum ve güzel bir kız, akıllı telefonuyla evde yaptığı bir çekimden dolayı para kazandığını, bu parayla annesine destek olarak yazın onunla birlikte tatile gideceklerini söylemişti. Bunu nasıl yaptığını sorduğum zaman, masum bir şekilde, annesi işteyken bir internet kanalına video gönderdiğini; aldığı beğeniye göre kendisine para verdiklerini söylemişti. Bunun ne kadar çirkin ve tehlikeli olduğunu anlattığım zaman, masum bir şekilde yalnızca annesine destek olmak istediğini bildirmişti.

Paranın günümüzde tek kıstas olarak kabul edilip; tüketmenin ve konforlu yaşamanın vazgeçilmez olduğu prensibi, çocuklarımızı dahî kirli piyasaya/çalışmaya sürüklemiş bulunmakta maalesef!.. Elbette bunun devamında “çalıştığın gibi harcamak, eğlenmek ve tatil yapmak”; hak edilmiş bir başarı ve mükâfat olarak lanse edilmekte…

Bizim medeniyetimiz, nefes alıp verdiğimiz her saniyeyi, hırs ve konfor anlayışından uzak, kendimize ve insanlığa faydası olacak iş ve hizmetlerle meşgul olarak geçirmeyi başlı başına bir ibadet olarak öğretir. Meselâ Ebû Eyyûb el-Ensârî, İstanbul’u İslâm’a açma mücadelesine doksanlı yaşlarında büyük bir heyecan ve azimle katılmış, Peygamber müjdesine mazhar olmak için o günkü şartlarda binbir eziyet içinde Arabistan’dan İstanbul’a gelmiştir. Yine Kânûnî Sultan Süleyman, Zigetvar seferine yetmiş bir yaşında gönüllü olarak iştirak etmiş; Tiryâki Hasan Paşa ise, Kanije önlerinde Avusturya ordusunu seksen beş yaşında bozguna uğratmıştır. İnancını eserlerine nakşeden Mimar Sinan, ustalık eserim dediği Selimiye Camii’ni seksenli yaşında, büyük bir aşkla inşâ etmiştir. Onların emeklilikleri gelmemiş miydi? Onlar tatili ve eğlenmeyi hak edecek kadar çalışmamışlar mıydı?

 

Gezmek ve Eğlenmek Günah mıdır?

İnsan, âciz ve zayıf bir varlıktır. Zaman zaman bedenî olarak yorgun düşer, zaman zaman psikolojik olarak mahzun olur, zaman zaman da uykuya yenilir. Bizleri Yaratan, fıtratımızı bildiği için muhtelif âyetlerde, “Yiyiniz, içiniz, seyahat ediniz, eşlerinizle birlikte hoş zaman geçiriniz/eğleniniz, ev ahâlisine infak ve hediyelerde bulununuz, geziniz, görünüz…” buyurarak fıtrata uygun bir müsamaha ve esneklik tanımıştır.

Hattâ bütün bu sayılanlar, Rızâ-yı Bârî niyetiyle yapıldığı zaman bir de ibadet sevabı lûtfetmiştir. Uykuya abdestle gidildiği zaman “taat mükâfâtı”, diken batması başta olmak üzere hastalık ve yorgunluktan dolayı çekilen acının “tesbih sevabı”, gezmelerin tefekkür ve ziyaret niyetiyle yapıldığı zaman “hasene” olduğu müjdesi verilmiştir.

Yeryüzünü insana hizmet için süsleyip, yarattığı bütün canlıları insana hizmetle vazifelendiren Âlemlerin Rabbi, gezmeyi görmeyi, seyahat etmeyi, piknik yapmayı, deniz suyundan faydalanmayı insana günah/haram/yasak kılmamıştır. Hattâ bunlar, tefekkür, bilgi ve görgünün artması, ufuk genişliği, kaynaşmak, doğruları ve güzelleri öğrenip uygulamak, taassup ve önyargıları kırmak için bizzat tavsiye edilip sevap görülmüştür. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:

“Dağlarında, ovalarında, vadilerinde, sırtlarında gezin dolaşın…” (el-Ankebût, 20)

“…O hâlde yeryüzünde gezin dolaşın da, hakikati yalan sayanların âkıbeti nasıl olmuş bir bakın.” (Âl-i İmrân, 137)

“Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki; düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun?” (el-Hac, 46)

Bir müslümanın tatilinde en önemli kıstas, müslümana yakışır biçimde olmasıdır. Ekonomik kaygılarla veya reklamların tesiriyle müslüman kimliğine, temiz âile hayatına uymayan yerler ve ortamlar tercih edilmemelidir. Haram iş ve ortamlara bulaşmadan; ilminden, ibadetlerinden, tebliğinden ve çalışmalarından geri kalmadan, atâlet ve uyuşukluğa girmeden, daha da önemlisi taklit bataklığına teslim olmadan gezmek, görmek, dinlenmek; hem bir eğitim-öğretim fırsatıdır, hem de sevaptır.

 

Zamanın Önemi

Günümüzde dikte edilen tatil, insanın bütün iş ve çabasını bırakıp tamamen âtıl, başıboş, hareketsiz, maksatsız kalarak nefsin ve hevânın istekleri istikametinde kuralsız ve başıboş bir şekilde hareket etmesidir. Hattâ birçok zaman azgınlıkta zirve yaparak Yaratıcısı’na baş kaldıracak derecede haz ve arzularına teslim olarak!...

İnsanın cenneti kazanmak için elindeki tek sermayesi, dünya hayatındaki ömrüdür. Bu herkes için sınırları birbirinden farklı, ama belirlenmiş bir zamandır. Dolayısıyla insanın ömür sermayesini çalışma, tatil, dinlenme, üretme diye ayıracak bir lüksü bulunmamaktadır.

Unutulmamalıdır ki, geçmiş ümmetler bizlere göre çok daha uzun yaşamış ve çok fazla ibadet etme imkânı bulmuşlardır. Bu durumu, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Mîraç’ta zikredip ümmeti adına talepte bulununca, âhir zaman ümmetine “seksen yıl ibadet değerinde” Kadir gecesi hediye edilmiştir.

Ömür sermayelerini bereketli çalışmalar yaparak geçiren âlimlerimiz, zaman hususunda şöyle demişlerdir:

Şehid Hasan el-Benna -rahmetullâhi aleyh-: “Vakit bizzat hayattır, vakit bitince hayat da bitmektedir.”

İmam Şâfiî -rahmetullâhi aleyh: “Zaman keskin bir kılıçtır, sen onu kesmezsen o seni keser.”

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-: “Dört şeyi, dört yere bırakın. Uyumayı kabre, rahatı Sırat köprüsüne, övünmeyi mîzâna, arzu ve istekleri cennete…”

 

Seher KÜÇÜK

PAYLAŞ:                

Seher Küçük

Seher Küçük

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle