Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Zaman azalıyor. Her adım, her nefes bizi kaçınılmaz bir sona doğru yaklaşıyor. Kendi kıyametimize, hayatımızın sonuna… Büyük kıyamete, dünya ve içindekilerin sonuna…

Akıp giden ve bir daha geri dönmeyen zamana yemin ediyor Rabbimiz…

“Asra yemin olsun ki!...”

Bu büyük bir yemin ve arkasından gelen de korkunç bir gerçek:

“İnsanlar gerçekten hüsrandadır; ziyan içindedir.”

Ne büyük bir ikaz, ne büyük bir gerçek…

Geçip giden zamanın farkında olmayan insanlık, büyük bir kayboluş içinde… Ellerindeki her şey eriyip gidiyor. Sermayesi tükenen bir tüccar gibi… Sattığı buzlar, güneşin hararetiyle eriyip yok olan, bir tüccar gibi…

Herkes, her şey yok olurken içimizden bir feryat yükseliyor; çaresiz bir feryat:

“-Yok mu bunun istisnâsı? Yok mu hiç kurtulan?!”

Allah Teâlâ, hemen cevabını veriyor:

“Bundan ancak îman edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstenâdır.” (el-Asr, 1-3)

İmam-ı Şâfiî -rahmetullâhi aleyh-’ten gelen bir rivâyete göre, bu sûre, Kur’ân-ı Kerim’in hakikatlerinin bir hülâsâsı… Çünkü içinde hakikatler hakikati, “îman” var. Kur’ân’ın, Peygamber Efendimizin gönderiliş gâyesi, insanın ebedî kurtuluşunun yegâne reçetesi… Sonra “sâlih amel”… Yani ibâdet… Allah için, O’nun yüce rızâsı gözetilerek yapılan bütün söz, davranış ve tavırlar, kısacası kulluk... Aslında bu kulluğun bir parçası olmasına rağmen üzerine basa basa tekrar edilen bir başka fazilete temas ediliyor, insanın kurtulabilmesi için: Birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmeleri…

Hakkı, yani doğruyu… Dosdoğru yolu… Peygamberlerin çizdiği, yaşadığı ve yaşatmak için her türlü çileyi göğüslediği “sırât-ı müstakîm”i… Allâh’a ulaşan hidâyet yolunu… Tabiî, bu yolda olmanın, bu yola çağırmanın da bir bedeli var; insanın hissesine düşen çilelere karşı “sabır”

Demek ki, insanın kurtulabilmesi için sadece îman ve sâlih amel işlemesi yetmiyor; insanın çevresinden haberdar olması, onları hak ve hakikate ulaştırmak için çalışması, ter dökmesi gerekiyor. Bir de sabretmesi ve sabrı tavsiye etmesi…

Sabır; belâlara sabır, ibâdetlerin aksamadan îfâ edilmesine, günahlardan ısrarla uzak durmaya, kader ve kazânın insan üzerindeki tecellîlerine sabır… İnsan, bazen tıkanıyor, tek başına sabrı kuşanmakta zorluk çekiyor demek ki… İşte o ânda, kendisine destek olacak bir el arıyor; “Hadi, az kaldı, sabret!” diyen bir dil, bir gönül…

Cenâb-ı Hak, bütün bunlar karşılığında hüsrandan kurtulmayı vaad ediyor; az bir şey mi? Ebedî felâket ve azâbdan, sonsuz mutluluk ve rahmet yurduna… Îman, amel-i sâlih, hakkı ve sabrı tavsiye etmek…

Bizi, sâir insanlardan üstün kılan; bizi, biz kılan fazilet: İyiliklere öncü, kötülüklere mânî olabilmek…

Gelecek sayıda buluşuncaya dek, Allâh’a emânet olunuz.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle