Su Kasidesi -11-

İçmek ister bülbülün kanın meğer bir reng ile Gül budağının mîzâcına gire kurtâre su (Gül fidanı, bir hile ile bülbülün kanını içmek istiyor. Onu bundan, suyun gül dallarının damarlarına girmesi, gül ağacının mîzâcını değiştirmesi kurtarabilir.)

Sanatlar:

Gül-bülbül efsânesinin hatırlatılmasında “telmih”; efsaneden hareketle, gülün rengini, bülbülün kanından aldığını söyleyerek daha güzel bir sebebe dayandırmasında “hüsn-i ta’lil”, “reng” kelimesinin hem “renk”, hem de “hile” mânâsında kullanılmasında “tevriye”, “Su ve gül” kelimelerine insânî özelliklerin kazandırılmasında “teşhis” (kişileştirme); “Bülbül-gül-reng-kan”; “kan-su-gül” kelimelerinin bir arada kullanılmasında “tenâsüb” sanatları yapılmıştır.

 

Gönül Gözüyle Mânâsı: Derler ki, geçmiş zamanlarda, rengi, kokusu ve güzelliği ile mevcûdâtı kendine hayran bırakan güle, kuşlar âleminden birçok kuş âşık olmuş. Sevdiklerini daha yakından görmek için bu kuşlar sürüsü, güle doğru yola çıkmış. Menzile varıp sevdiklerine dokunmak isteyince, biri hâriç hepsi çekilmek zorunda kalmış. Zira güzelliği ile herkesi hayran bırakan gülün, çok önemli bir engeli bulunmaktaymış. Etrafında kendisine yaklaşanın canına kasteden muhâfızları (dikenleri) varmış. Sevgiliye yakınlık da ateş, uzaklık da ateş… İçlerinden sadece bülbül, uzaklığın ateşine dayanamayıp güle yaklaşmış ve o an, olan olmuş. Kanlar içinde kalan bülbülün akıttığı, aslı beyaz olan güle renk olmuş.

İşte bu yüzden kırmızı gül, gerçek aşkın beşerî menbaı Peygamber-i Zîşân Efendimize remzolunmuş. Bezmiâlem Vâlide Sultan ne güzel ifade etmiştir:

Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,

Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?

* * *

Fazla nazın âşık usandırmadığı, bilâkis aşka coşku kattığı dönemlerde… Şair, sürekli naz ve niyazla ilgisiz davranan gülün, bülbülün kanını akıtmak istemesi üstüne, bir rahmet nişânesi olan “su”dan araya girip, gülün huyuna (mîzâcına) uygun davranmasını, gülün damarına girip bülbülün kanını bağışlamasını ve böylece kan dökmesini engellemesini istiyor. Gül, “reng” (hile) ile bülbülün kanına girmek istiyor. “Su”yun gülün damarlarına girerek, kan arzusu yerine mâsumiyet ve merhamet doldurarak bu sayede bülbülün kurtulmasını diliyor.

Su rahmettir, rahmet de merhameti gerektirir. Merhametin beşerî plânda nihâî noktası, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Azâbı erteleyen ve ortadan kaldıran, rahmete çeviren, mağfiretle donatan, şefaatle kuşatan… Nitekim kaba, hoyrat, merhametsiz ve bencil rûhların kimyasını şefkate, aşka ve diğergâmlığa dönüştüren; cehâletten saâdete doğru kutlu bir yürüyüşü kolaylaştıran da yine O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir.

* * *

“Kelâmlar ki, şeker dudaklıların vuslatı gibi içtendir, elbette O’nadır. Hasretler ki, âşıkların avazı kadar yanıktır, elbette O’nadır. Övgüler ki, hasret sözlerince füzûn ve arzular ki, sevgililerin saçları misali uzun, O’na, hep O’na, hep O’nadır. O ki güldür. O ki sevgilidir, bütün mecburiyetler O’nadır. (İskender Pala, Bülbül’ün Kırk Şarkısı)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle