Hamilelik Ve Lohusalıkla İlgili Hükümler

Bu yazımızda bir süreç olarak “çocuğun anne karnına düşmesinden doğumuna kadar, ne gibi fıkhî hükümlerden söz edilebilir, nelere dikkat etmek lâzımdır” konusunu işlemeye çalışacağız.

Mâlum olduğu üzere İslâm’da nikâh, insan fıtratının tabiî bir ihtiyacı olmak üzere meşrû kılınmıştır. Nikâhın bir gâyesi nefislerin teskin olması, yani sükûnet ve huzura kavuşması ve huzurlu bir âile/toplum yapısı kurulması iken, diğer bir gâyesi de sâlih ve sâliha nesiller yetiştirmek, geride “sadaka-i câriye”ler olacak evlatlar bırakmaktır.

Şüphesiz evliliklerin gerek eşlerden kaynaklanan, gerekse çocuklardan kaynaklanan birtakım yükleri, sıkıntıları ve sorumlulukları vardır. Neticede her evlilik, herkes için bir nebze fedakârlıktır. Ancak bu meşrû ve mâsum fedakârlığa râzı olmayanlar, fıtratlarının zorlaması ve çeşitli ihtiyaçlar sebebiyle hem kendi dünyalarında ve hem de toplum bünyesinde çok daha büyük, acı ve geri dönülmez yaralara yol açar ve ağır bedeller öderler, ödetirler. Biz bu mecrada sözü fazla uzatmadan, belirlediğimiz konu çerçevesinde İslâm’ın doğumla ilgili ahkâmına dönelim.

 

Doğum Kontrolü

Biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, İslâm’da asıl olan “nikâh” ve “çocuk sahibi olmak”tır. Nikâhı teşvik eden, duruma şartlara göre emreden dinimiz, evliliklerin de öncelikle “çocuklu” olmasını tavsiye etmiştir. Peygamber Efendimizin “ümmetinin çokluğu ile övüneceğini bildirmesi”[1] de mü’min âileleri çocuk sahibi olmaya teşvik etmektedir.

Ancak sağlık vb. zaruri sebeplerle, eşlerin kendi iradeleriyle hâmileliği engelleme, erteleme ve korunma yollarına başvurmalarına (doğum kontrolü) da müsaade edilmiştir.[2] Fakat bu durumda bile Peygamber Efendimiz, Allâh’ın murâdının tahakkuk edeceğini haber vermiştir.

Doğum kontrolünün “rızık” ve “geçim endişesi” ile yapılması ise hoş görülmemiştir. Allah Teâlâ, insanların rızıklarına kefil olduğunu haber vermiş ve “rızık endişesi ile doğmuş /doğmak üzere olan çocuğunu öldürmeyi” kesin bir ifadeyle yasaklamıştır. Âyet-i kerîmede:

“Çocuklarınızı yoksulluk korkusu ile öldürmeyin.” (el-En’âm, 151; el-İsrâ, 31) buyrulmuştur.

Anne karnındaki çocuğun yaşama hakkını elinden almak demek olan kürtaj, (tıbbî zaruretler hâriç) cinayet olarak kabul edilmiştir. Peygamber Efendimiz, kasten çocuk düşürenlerin cinayet işlemiş gibi maddî tazminat ödemesine hükmetmiştir. İslâm âlimleri, anne karnındaki yavruya ruh üflendikten sonra -sağlık açısından hayâtî bir gerekçe olmadıkça- onu düşürmenin veya aldırmanın (kürtaj) kesinlikle câiz olmadığını söylemişlerdir. Rûhun anne karnındaki cenine üflendiği zamanla ilgili iki temel görüş vardır. Kimileri bunu anne karnına düştüğünün 40. günü, kimileri de 120. günü olarak kabul eder.

Erkek veya kadının, hiç çocuğu olmayacak şekilde kendi kısırlaştırması; bir insanın herhangi bir sebeple iradesi olsun olmasın kısırlaştırılması dinimizde kesinlikle yasaklanmıştır.

Çeşitli devirlerde, dindarlığın bir işareti olarak kabul edilen, inzivaya çekilip insanlardan uzak yaşayan kimselerin hayata, âileye ve topluma uzak bu yaşayış modeli de İslâm’ın uygun görmediği bir tarzdır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nikâhın kendi sünneti olduğunu, nikâhtan yüz çevirenin kendisinden yüz çevirdiğini ifade buyurmuştur. Ancak evlenmek istediği ve bunun için gerekli bütün teşebbüslerde bulunduğu hâlde bir türlü evlenemeyen yahut evlendikten sonra bütün yolları denediği hâlde bir türlü çocuk sahibi olamayan kimselerin de iffetlerini ve îtidallerini muhafaza etmesi, tevekkül ve sabırla Allâh’a yönelmesi gerekmektedir. Neticede Allah kimine erkek, kimine kız, kimine ikisini birden verirken kimini çocuk nimetinden mahrum bırakmaktadır. (Bkz: eş-Şûrâ, 49-50)

 

Âile Planlaması

Âile planlaması ise, daha çok “toplum mühendisliği”nin bir neticesidir. Bazı toplumlarda ideolojik, ekonomik, siyâsî ve sosyal sebeplerle insanların, âilelerin daha az çocuk yapması teşvik edilmekte, hatta bunun için devlet gücüyle baskı ve cezâî tedbirler uygulanmaktadır. Dinimizin böyle bir hususa müsamahası söz konusu olamaz. O, tıbbî zaruretler dışında, bu kararı âilelere bırakmıştır.

 

Hâmilelik

Hâmilelik, çocuğun anne karnında bulunması süresidir. Hâmileliğin alt sınırı, 6 aydır. En çoğu ise iki yıldır. Genellikle dokuz ay olur.

Hâmile, normal bir insan olarak bütün dînî ibadetlerden sorumludur. Namazını kılar, sağlığı elverdiği ölçüde orucunu tutar, hacca gider, vs.

Hâmileliğinde sıkıntılar oluştuğunda orucunu güne gün şeklinde kazaya bırakması mümkündür. Âilevî münâsebetleri, sıhhat açısından bir problem teşkil etmediği müddetçe devam eder, dînî bir mahzuru yoktur.

 

Lohusalık (Nifas)

Lohusalık ise, hâmileliğin sona erdiği, çocuğun doğduğu andan başlar. Lohusalığın en az müddeti yoktur. Kadın hiç kan görmeyebilir de… En çok müddeti ise, kan görmeye başladığı doğumdan itibaren kırk gündür. Kırk günden sonra görülen kan özür (istihâze) kanıdır. Kırk günü geçmemek şartıyla kan ne zaman kesilirse, o zaman lohusalık tamamlanmış olur. Kırk gün içinde kan bir müddet kesilir, sonra tekrar gelirse o ara da lohusalıktan sayılır. Fakat kırk gün tamamlandıktan sonra temiz bir süre geçse, sonra kan gelmiş olsa bu ikinci gelen kan, özür kanı kabul edilir.

Bir kadın çocuk doğursa da kan görmese, lohusa sayılmaz. Bunun için gusletmesi gerekmez, ancak abdesti bozulmuş olur. İmâm-ı A’zam’a göre gusletmesi de îcab eder.

Düşük çocukların parmak, saç gibi organları belli olmuşsa, lohusalık hâli başlamış kabul edilir. Eğer organlar daha şekillenmemişse, düşükten sonra gelen kan lohusalık değil, özür kanı (istihâze) kabul edilir.

Lohusa kadın, âdet görmüş kimse gibidir. Namazlarını kılmaz ve daha sonra da kaza etmez. Oruç tutmaz. Ancak tutmadığı oruçları daha sonra güne gün kazâ eder. Ayrıca lohusa olan kadının, eşiyle cinsî beraberliği de haramdır.

Hayız ve lohusalık (nifas) kanlarının kesilmesiyle veya bu iki hâl için kabul edilen azami sürelerin dolmasıyla gusül gerekli olur. Bu süreyi aşan kanamalar özür hâli “istihâze” sayılır. Özür hâlinden dolayı ise, gusül gerekmez.

Lohusalık tamamlanınca, gusül abdesti alınır; ibadet ve âile hayatı tekrar başlar.

 

[1] Buhârî, Nikâh, 2; Ebû Dâvud, Nikâh, 1, 4.

[2] Buhârî, Nikâh, 96; Müslim, Nikâh, 125-138.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle