Solunum Ve Sindirim Sistemindeki Koruyucular

Sayısız hikmet tecellîleriyle ve ilâhî kudret akışları ile ziynetlenmiş şu kâinâta imtihan maksadıyla gönderilen Âdemoğluna göz nîmeti verilmemiş olsaydı, idrâki hangi seviyede kalırdı? Materyalist bir eğitimin zorlu çemberinden geçirilen ve herhangi bir şeyin varlığını kabul etmekte, baş gözü ile görmeye ciddî bir değer atfeden bizler; muvakkat ömrümüzü geçirdiğimiz bu dünyada görebildiğimizden çok, göremediğimiz varlıklarla birlikte yaşadığımızı hiç düşündük mü?

Başımıza simetrik olarak yerleştirilen ve oldukça karmaşık, bir o kadar da mükemmel yapıda olan gözlerimizin bir ışık kaynağı olmadıkça görme işlemini gerçekleştiremediğini, ışığın görebildiğimiz dalga boyunun da oldukça sınırlı olduğunu ve gören gözlerle[1] bile karanlıkların dünyasında yaşadığımızı biliyor muyuz?

İnsanın sadece dış dünyasında değil, gözünü çevirip baktığında, kendi bedeninde göremedikleri de, gördüklerinden her zaman çok daha fazla olup, bu yönüyle o bir “bilinmezlikler” ve “karanlıklar âlemi” olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira insan denen sanat harikası, trilyonlarca hücreden oluşmaktadır ve onun en büyük hücresi, havada uçan bir toz zerresinden daha küçüktür. Bu küçücük alan içine sıkıştırılmış fabrikalar bulunmakta ve idrâkimizi aşan nice hâdise, burada âhenkli ve intizamlı bir şekilde yürütülmektedir.

Birkaç aydır kaleme aldığımız yazı dizisinde bahsettiğimiz görünmez kahramanlarımızdan olan savunma sistemimizde yer alan bariyerlerimiz de; anne rahmindeki gelişim sürecimizde ihtiyaca binâen ilgili yerlere özel olarak konumlandırılmış mikro görevlilerdir. Steril bir ortamdan sonra, mikroplarla dolu bir dünyada geçirilecek olan hayatın şartlarına göre şekil ve vazife almış bu koruyucular; yabancı ajanların vücudumuza girmeye kalkması durumunda onları karşılayıp teşhis eden, süzerek engelleyen ve öldürerek yok eden savaşçılardır. Bizi sağlıklı tutma konusunda son derece başarılı ve verimli iş gören vücudumuzun savunma hatlarının, düşmanların vücuda girişini engelleyen kalkanlar, onlara saldıran özel askerler ile birtakım silahlar ve ateş-iltihâbi reaksiyon gibi hususî metotları ihtivâ ettiğini daha önce de belirtmiştik.

İlk savunma hattı; enfeksiyon ajanlarının vücuda girip zarar vermeden durdurulduğu yerlerdir. Cildimiz, solunum sistemimizdeki özelleşmiş yapılar, tükürük ve sindirim sistemimizdeki asidik salgı; bir önceki makalemizde bahsetmiş olduğumuz “gözyaşı salgısı” bu cümledendir. İlk bakışta fark ettiğimizi sandığımız bu kalkanlar, hakikatte içinde yer alan görünmez vazifelilerle çalışmakta, yine bizim için sırlı bir âlemde yaşayan düşmanlarımızı tespit ederek onlara geçit vermemektedir.

Sindirim sistemi, başlangıç kısmı olan ağız ile dış dünyaya açılmakta, dolayısıyla hem solunan hava ile hem de alınan gıdalar ile vücuda girebilecek mikroorganizmalar için de giriş kapısı olmaktadır. Bu sebeple ağız içi, “mukoza” adlı bir tabaka ile kaplanmış ve 24 saat boyunca hususî bir salgı ile koruma altına alınmıştır.

“Tükürük salgısı” ya da salya; kulak, çene, dil altı başta olmak üzere ağız içinde yüzlerce bezden özel mekanizmalar ile günde 1-1.5 litre civarında salgılanmaktadır. %99’u sudan oluşan ve ağız içini nemli tutan bu salgı, hazımda vazifeli enzimler, çeşitli mineral ve elektrolitler, iltihâbî reaksiyonda rol alan moleküller, antioksidan maddeler, savunma proteinleri ilâ âhir, muhtevasında yer alan maddelerle; tat alma, lokmaların çiğnenip yumuşatılması ve yutulması, bazı maddelerin hazmı, diş minelerinin korunması, ağız hijyeni ve savunma gibi pek çok vazifeyi aynı anda icrâ etmektedir.

Tükürükte, mikroplar için hem besleyici hem de onlara karşı tesir gösterip öldüren maddeler bulunmakta ve ağız mukozası ile üst solunum yolları, buradan bulaşabilecek mikroorganizmalardan korunmaktadır.

Ağız ile başlayan sindirim sistemi, buradan itibaren savunma elemanları ile sarılıdır ve adım adım korunmaktadır. Mide asidi ve sindirim sisteminde yaşayan görevli mikroorganizmalar, buraya ulaşabilen mikroplar için hazır beklemektedir. Hazım için vazgeçilmez olan, gıdaların ilerleyişi ile vitaminlerin emilmesine yardım eden, özel mekanizmalar ile günde yaklaşık 2,5 litre üretilen, yüksek miktarda asidik olup parçalayıcı tesire sahip olan “mide salgısı”nın; buraya gelen mikropları dakikalar içinde yok ettiği pek çok çalışmada gösterilmiştir. Mikroplar için imha edici, gıdaları eritici, birçok madde için delici vasıfta olan bu salgının, midenin kendisine zarar vermemesi de câlib-i dikkat bir mevzûdur.[2]

Vücut sistemindeki kalkanların uzmanca çalıştığı diğer bir bölgemiz; “solunum sistemi”dir...    

Etrafımıza âdeta saçılmış hâlde bol miktarda bulunan, onsuz kaldığımızda vücut sistemimizdeki faaliyetlerin bir bir sona ereceği, hiçbir ücret ödemeden rahatlıkla alabildiğimiz, her nefesle litrelercesini içimize çektiğimiz hâlde gözümüzle göremediğimiz, ancak varlığını hissettiğimiz havanın; trilyonlarca hücremize dağıtım yeridir, solunum sistemimiz... Ve bunun bir parçası olarak giriş kapısı olan burnumuz. Ancak aldığımız her nefesle, ciğerlerimize yolculuk etmeye başlayan hava; sadece ihtiyaç duyduğumuz oksijeni ihtivâ etmez. Toz, duman, polenler ve mikroplar gibi, milyarlarca yabancı maddeyi de soluk aldığımızda içimize çekmiş oluruz. Yüzümüzün hemen ortasına yerleştirilmiş bir direk gibi duran burnumuz sayesinde akciğerlerimize zararlı maddelerin geçişine izin verilmez. Bu son derece şuurlu şekilde, aşamalı olarak gerçekleştirilir.

Buruna giren hava, düz bir yolu takip ederek doğrudan ciğerlerimize gitmez. İçerideki kıvrımlı yapıda tur atarak, burada yer alan damar ağına ve milyonlarca tüycüğe daha fazla temas eder. Böylece hem ısıtılarak nemlendirilir, hem de temizlenmek üzere analiz edilir. Zararlı olan maddeler tüycüklere takılarak, mukus adı verilen salgı maddesi ile tesirsiz hâle getirilir. Bu salgı; burundan bronşlara kadar bütün solunum yüzeyini kaplayarak solunum yollarını nemlendirir ve arındırır. Bunların bir kısmı burnu temizleme esnasında “sümük” ile dışarı atılırken bazıları da tüycüklerin yaptığı süpürme hareketi ile yutağa doğru taşınarak yutma fiili ile yemek borusuna ve mideye ulaşır. Mide asidinin öldürücü tesiriyle de imhâ edilir.

Burnu geçen hava, soluk borusuna gelir. Bu borunun içi, akciğerlerin tersi yönünde saniyede onlarca süpürme hareketi yapabilen titrek tüylerle kaplıdır. Tüycüklerin üzerine düşen zararlı parçalar, yutağa taşınarak yutma refleksini başlatır ve yine mideye taşınarak asidik ortamda parçalanır. Sabahları uyandığımızda boğazımızda hissettiğimiz doluluk hissi, gece boyunca nefes borusunun kendini temizleme hareketinden kaynaklanmaktadır. Biriken sekresyondan boğazımızı temizlediğimiz zaman yabancı ve zararlı maddeleri de ortamdan uzaklaştırmış oluruz.

Havanın burundan akciğerlere kadar iletilirken karşılaştığı filtrasyon sistemi bunlarla bitmez. “Öksürük refleksi” olarak bilinen hava patlaması ile içeri kaçan yabancı maddeler sistemden uzaklaştırılır. Solunarak ilerleyen havanın yolculuğu akciğerlerde yer alan keseciklerin zarında son bulur.

 

[1] Görünür ışık, insan gözünün algıladığı elektromanyetik dalgalardan oluşur ve elektromanyetik spektrumda dalga boyları, 380 nm ile 760 nm arasında değişir. Görebildiğimiz ışık, ışık yayan enerjinin çok küçük bir bölümüdür. İnsanın göremediği, fakat ışık yayan başka enerji çeşitleri de mevcuttur: Kızıl ötesi, ultraviyole, X ışınları ve radyo dalgaları gibi. Ve insan, ışığın bu dalga boyları karşısında kör konumundadır.

[2] Midenin koruyucu tabakası olmasaydı, bu salgı, midenin kendi kendini hazmetmesine sebep olurdu.

Bu güçlü sıvıda korona virüs de imhâ edilebilir mi?

Şayet ağız yoluyla alınan virüs, mideye gelirse burada ölebilir. Lâkin virüsün solunum yolları mukozasına tutunma ihtimali yüksek olduğundan, enfeksiyonu burada başlatma ihtimali de yüksektir.

PAYLAŞ:                

Betül Nefise İnal

Betül Nefise İnal

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle