Saçların Bana Dedi ki

 “Allâh’ım, bu taş kalbi mum gibi yumuşat, inleyişimizi güzel ve rahmete layık eyle!..” (Mesnevî, 2/1992)

 

Hazret-i Mevlânâ’nın sesi olduğu gönül dergâhında âh u zârın, tazarrû ve niyâzın mânâsını îzaha çalışmak, ancak hatırlatıcı, yadigâr bir levha, hüzünlü mü hüzünlü, ama yine de güzel mi güzel bir tablo hükmündedir. Hakikatine ancak tadılınca vâkıf olunacak şaşırtıcı, hikmet-engiz bir hâldir tazarrû ve niyâz... Ham akılla, rikkatsiz kalple aslâ bütünü kavranamayacak olanın, ucundan bucağından olsun faydalanalım niyeti ve duâsıyla Hazret-i Mevlânâ’nın tazarrû hazinesinin meyveleri hükmündeki duâlarından bazılarını paylaşalım; ciğeri yananlara ferahlık, henüz başka menzillerde gezinenlere şemsiye, sığınak, gıda, aşı, sigorta olsun…

Modern kültür, “Gam gelince kafanı dağıt!” diyor, “Eğlen, unut, ferahlarsın...”

Oysa ilâhî tedrisâttan geçmiş olan kadîm gelenekte usûl, dergâh-ı ilâhîye sığınmak, çokça duâ etmek şeklinde... Hazret-i Mevlânâ da “Duâ ve gözyaşına, oruca sarıl!” diyor, reçete gibi duâlar da lutfediyor:

“Ey gizlileri bilen (Rabbimiz), bizi kötü hile taşı altında ezme. Ey aslanı yaratan, biz köpeklik ettiysek de bu pusudan aslanı musallat etme bize... Tatlı suya ateş şeklini verme, ateşe de su şeklini…” (Mesnevî, 1/1191 vd.)

Bu duâ, tam olarak “Başınıza gelenler, elinizle ettiklerinizdir.” mealindeki ayetlerle,

“Ey Rabbim, yaptığım şeylerin şerrinden Sana sığınırım!” duâsı arasında durur. Şakâyıklarla papatyalar arasında durur gibi… Çünkü “Allah, çoğunu da affetmektedir.” Yapıp ettiklerimizin yalın kılıç sonuçlarıyla karşılık bulsak, aslan elinde kalmış gibi paramparça olur hayatlarımız... Neyse ki “kader cezalandırırken kılı kırk yarar.”

Hazret-i Pîr’in bu: “Ateşe su görüntüsü verme, suya ateş görüntüsü verme!” duâsı, Peygamberimiz’in “Bana eşyânın hakikatini göster!” diye duâ ederken kollarını kaldırdığında omuzlarından sıyrılan hırkasının düştüğü yerdedir. Yüreklerimizin baştâcıdır. 

Fakîrin, Kehf Sûresi’nin 103-104. âyetleriyle tanışması, sonra Hafî olacak olan Bişr’in tevbe akşamına benzer. Yağmurlu bir gün, okuldan dönerken çamurun içinde gördüğüm takvim yaprağını, tam da Bişr-i Hafî’nin Allâh’ın ismine gösterdiği hassasiyet ve hürmetten beslenen çocuk yüreğimle, “Belki âyet veya hadis yazıyordur, ayak altında kalmasın!” diye yerden almıştım. Öyle, o yağmur damlaları ve çamur kalıntıları arasından ışıl ışıl parlıyordu:

“De ki: Size (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyânâ uğrayanları bildireyim mi? (Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sandıkları hâlde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir.”

O âyetlerin elinden tutup Cuma günleri Kehf sûresi okuma sünnetini îfâya başlamıştım. Hayatımın henüz başlarındayken nasıl bir korkuyla titremişti yüreğim:

“Ya Allâh’ı doğru anlayamazsam? Bana güzel görünürse, O’nun hoşlanmadığı? Nasıl anlayacağım hakikati?”

Bu korkunun gölgesinde Fatma Vâlidemizin nebevî şefkatten nasibi olan duâ parladı, aydınlattı:

“Rabbim, bırakma beni kendi başıma, göz açıp kapayıncaya kadar bile!..”

Hazret-i Mevlânâ, duâsı ile bu duâya şerh düşüyor:

“Bize sandal ağacını, ılgın ağacı gibi gösteren sarhoşluk hâlinden koru bizi…”

Ilgın ağacı, civarındaki suyu bütünüyle kendine çekip başka bitkilere hayat hakkı tanımaması, buna rağmen meyvesiz olması ile bencil ve verimsiz, zararlı ve faydası sınırlı olmanın sembolüdür; şerrin sembolüdür burada… Sandal ağacı ise, hem görünüşü, hem meyvesi, hem dallarının güzel koku olarak kullanılabilmesi ile hayrın ve hayırlı olmanın sembolüdür. Halbuki zâhiren ikisi de pembe renkli ve gösterişli olmak bakımından aynıdır.

Bize cömertlik gibi görünen gösterişler, ikrâm gibi görünen minnet ve beklentiler, sevmek gibi görünen kayıplar, oyalanmalar… Kemal kisvesine bürünmüş noksanlar... Kibri besleyen ibâdetler, nefse yatırım hayırlar, menfaat odaklı dostluklar, şahsî tatminden ibaret ebeveynlikler... Âyet ve hadislerle, erenlerin sözleriyle üstü örtülmüş nefsânî ve şeytânî sayıklamalar.. Her netice alma noktasında, bazıları imtihan bitiminde, bazıları ölüm döşeğinde, bazıları ise ancak mahşer meydanında kalkacak perdeler… Kur’ân-ı Kerîm anlatır bize; “Bu kitap, nasıl da her şeyi sayıp döküyor?!” diyen adamı, kendisi aleyhine şahitlik eden organlarına çıkışan kişiyi... Kendi kendimize perdeyiz en çok, Allah ve dostları biliyor, biz bilmiyoruz. “İşte bundan dolayı, mümin namazda korkusundan «İhdinâ/ doğru yola ilet!» der.” (Mesnevî, 1/2234)

“Ey Rabbim, Sen bize hakikat sırrını aydınlat, her şeyi olduğu gibi göster bize.” (Mesnevî, 5/1773)

Aynı mihverde bir başka Mesnevî duâsı da namazlarımıza kıvam kazandıracaktır inşallah:

 “Namazda «Subhâne Rabbî» deyişin «Secdelerim de varlığım gibi Sana layık değil... Kötülüğe karşı sen iyilik ver.» demektir.” (Mesnevî, 2/1802)

Kişinin namazı, hâlinin göstergesidir. Namazda kaşınan bir kişi hakkında Peygamberimiz:

“-Kalbi huşû içinde olsaydı, organları da huşû içinde olurdu.” buyurmuştur.

Namazın ikamesi için gösterilen çaba, hayatın “fahşâ”dan korunmasına dönüşür. İyi namaz, iyi koruma...

Öte yandan kibir ve ucbu, kalbe eken en önemli âmiller, ibâdetlerdir. Günahkâr çok zaman haddini bilir de ibadet ehli, yaptığı kırık dökük ibadetlere güvenerek kendini, olduğundan yüksek yerlerde görmekten kurtulamaz. Hazret-i Mevlânâ, ibadetlerin kalbine acz ve hiçlik bayrağını dikiyor. Cümle ibâdâtı o bayrağın altında birleştiriyor ve:

“Sen Sübhan’sın Rabbim, eksiksiz kusursuz... Ben ise eksik ve kusurla ma’lûlüm. Sana layık değil ibadetlerim de, varlığım da…” dedirtiyor bize…

Hazret-i Mûsâ –aleyhisselâm-’ı şefkat örneği olarak sunar, iki yerde Hazret-i Mevlânâ… İlkinde kaçıp giden keçisini gece yarılarına kadar arayıp bulduğunda nasıl sükûnetle okşadığını ve:

“-Bana acımadın hadi, kendine de mi acımadın?..” deyişi ile…

İkincisinde, ısrarla hayvanların dilini anlamak isteyen, “Bu bilgi sana lâzım değil!” diyen Hazret-i Mûsâ –aleyhisselâm-’ı kaale almayıp o bilgiyle depremler yaşayan adamın can çekiştiğini gördüğünde:

“-Rabbim, îmanı alıp götürme ondan… Yanılıp küstahlık ederek haddini aşmış olsa da sen padişahlık edip bağışla onu… O, su kuşu değildi, denize girdi, boğuldu; tut elinden ey merhametli (Rabbim)!..” diye ona şefaat edişi ile…

Enbiyâ ve evliyâ hazerâtının bu yüksek şefkat ve merhameti, anne-babalar için ne güzel örneklerdir!..

Şeyh Dakûkî’nin diliyle de duâ eder, Hazret-i Mevlânâ, maddî-mânevî fırtınalar ortasında çırpınanlara:

“Ey azıklandıran, sağlamlık ve kararlılık veren Allâh’ım, halkı şu kararsızlıktan kurtar. İki büklüm olmuş nefse, sebât edilecek işte dayanma gücü ver. Onlara sabır ver, terazilerinin (iyilik) kefesini ağırlaştır. Onları sûretler yapanların hîlesinden kurtar.” (Mesnevî, 5/1197 vd.)

Şartlarıyla idealleri uyuşmayanlara:

“Yâ Rabbi, eziyetsiz helâl rızık ver.” (Mesnevî, 3/1450) duâsını öğretir.

Güzel’e:

“Ey güzellikler sultanı, Sen beni kusurlardan arındırdın.” (Mesnevî, 2/2336) diye zikretmeyi, çirkin’e:

“Ey çirkinleri yaratan padişah, güzeli de, çirkini de yaratmaya gücün yeter.” (Mesnevî, 2/2535) diye hikmetten nasiplenmeyi öğretir.

Suyun diliyle ehl-i dilin duâsını aktarır bize... Peygamberimiz’in âilesine duâ eder incelikle… Hz. Ali’ye duâ eder hayranlıkla.

Abdest duâsı da öğretir

Allâh’ım, bana cennetin kokusunu duyur…”

Sebeb-i hikmetini de:

“Abdest alırken her uzuv için ayrı bir duâ bildirilmiştir. Burnuna su alırken Ganî olan Rab’den cennet kokusu dile... Böylece o koku, seni cennetlere doğru çeksin. (Gül) kokusu, gül dallarının delîlidir.” (Mesnevî, 4/2212-2214) diye ifade eder.

Meleklerin çarşı-pazar girişlerinde tüccarlar hakkında duâ ettiğini aktarır:

“Allâh’ım, infak edenleri Sen doyur, her dirhemlerine karşılık yüz bin ver… Allâh’ım, cimrilere ise, zarar üstüne zarardan başka bir şey verme…”

Hastaya duâ öğretir, alır “Rabbena âtinâ”yı sadberk gül gibi, açtırır yüreğimizde...

Kur’ân sevgisini bir âmânın dilinden akıtır, sızım sızım:

“Ey yardım edici (olan Rabbim), ben Kur’ân okumaya can gibi düşkünüm. Hâfız değilim (ki ezberden okuyabileyim), Kur’ân okuyacağım zaman iki gözüme dertsiz bir ışık lütfet. Mushafı alıp okumaya başladığımda, iki gözümü bana geri ver!..” (Mesnevî, 3/1861-1863)

Ve duâsı kabul olur da geceleri kalkıp Kur’ân’ı açtığında görmeye başlar yeniden… “Lamba olmadan aydınlık verdiğine göre, neden feryad edersin lambanı kaybettin diye?!” (Mesnevî, 3/1876)  

Çocukları doğup doğup ölen acılı anne üzerinden evlat acısı çekenlere yol gösterir:

“Benden yiter, Senden yitmez (Rabbim)…” (Mesnevî, 3/3414) “Bu nedenle Dost’a isyan olmaz. Her ne alsa karşılığını gönderir (çünkü); bağın yaksa sana üzüm verir, yas içindeyken sana şenlik verir, elsiz çolağa el verir, acılarla dolu insana şen şakrak bir gönül verir. Teslimiyetsizlik ve itiraz kalmadı bizde... Kaybettiğimize karşılık daha büyüğü geliyor çünkü.” (Mesnevî, 3/1871-1874)

Yine bu hanım üzerinden çok önemli bir ders de verir hepimize... Musibetlerin gelip bizi bulmasının/vurmasının sebeplerinden birini açıklar:

“(Allâh’a) sığınmada tembellik ettiğin için…” (Mesnevî, 3/3411) der.

Peygamberimiz’den öğreniriz sığınmayı biz:

“Başınıza bir musibet geldiğinde, «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn/ biz Allah içiniz ve yine O’na döneceğiz» Rabbimiz, kaybettiğimize mukabil bize ondan daha hayırlısını lutfet! deyin.” Buyurur, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-...

Biz bir kısım amellerin emredilmiş veya tavsiye edilmiş olmasının hikmetini kavrayamıyoruz. Her kötü fiilin acı bir neticesi olduğu gibi, her iyi amelin de güzel bir sonucu ve bir faydası olduğunu idrak edemiyoruz. Hazret-i Mevlânâ’nın pek sevdiği kudsî hadislerden biri:

“Ben halkı kendilerinden faydalanayım diye yaratmadım, benden faydalansınlar diye yarattım.” hadîs-i şerîfidir.

Yanlış hâl ve davranışların tabiî neticeleri yağmura, ürünlerin yetişmesine, rızık bereketine mâni olur. Aynı şekilde sâlih amellerin tabiî sonuçları da hem maddî, hem mânevî hayatlarımızda görülür.

“Rabbim; sebeplere mahkûm olmayan azametine hürmet, sebepleri yaratan ve onlara hürmeti de bir sebep kılan izzetine muhabbet ederim. Ve istiğfar ederim kendim, âilem, milletim ve müslüman kardeşlerim adına… Bizi yapıp ettiklerimizin şerrinden muhâfaza buyur. Kötü hâl ve amelleri idrak edip düzeltmek hususunda önümüzü de, ufkumuzu da aç, körlüğümüzü gider. Sâlih amelleri işlemeye muvaffak eyle bizi, Sana olan şevk ve gayretimizi artır, verimli ve bereketli eyle… Âmin.”

* * *

“Mâceramızı Senden başka kimse bilmez. Kalbime o duâyı düşürdün de gönlümde yüz umut ışığı yaktın. O duâyı boşuna yapmıyordum. Yusuf gibi rüyalar görmüştüm.” (Mesnevî, 3/2330 vd.)

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle