Neye Yeniliniyoruz?

Zeynep yeni değişmeye başlayan bir kızdı. Önce kalbinde îmânla ilgili ciddî problemler yaşamış, sonra şüphelerini teker teker gidererek îmânını takviye etmişti. Davranış ve ahlâkını da güzelleştirip Allâh’a yaklaşmak istiyordu. Kalbi bir yangın yeri gibiydi. Duyguları, düşünceleri alev alev yanıyordu. Gönül dünyasında kimseciklerin anlayamadığı, sanki kafesteki kuşun uçmaya çalışmasına benzer çırpınışlar hissediyordu.

Bazı ibadetleri kolayca yaparken, bazı ilâhî emir ve yasaklar gönlüne çok zor geliyordu. Sadece “Canım istemiyor!” deyip geçmek de kolaycılıktı. Bu yüzden neyin zor geldiğine ve niçin zor geldiğine odaklanmaya başladı. Meselâ tesettür emri… Bunun, Allâh’ın emri olduğunu okuyup öğrenmişti, fakat bir türlü icraata geçiremiyordu. Birisinden yardım almaya karar verdi. Kendisi de güzel bir tesettüre bürünmüş bir hocahanıma başvurdu. Hocahanım:

“-Bir şartla!” dedi. “Birlikte bir ay geçireceğiz. Ben bu zaman zarfında sana bir kere bile örtünmeni söylemeyeceğim. Ama bir ay sonra, Allâh’ın izniyle kendi kararını kendin vereceksin.”

Zeynep şaşırdı. Çünkü kendisi, aylardır bu işin içinden çıkamamıştı. Kabul etti. Hocahanımın yanına taşındı. Beraber oturup kalkmaya başladılar. Gerçekten Hümeyra Hanım, başörtüsü konusunda ona hiçbir telkinde bulunmamış, ona ufak tefek işler dışında da bir iş yaptırmamıştı. Onun yönlendirmesiyle birkaç araştırma yapmış ve bolca sohbet etmişlerdi. O, daha çok âilesi, anne-babası hakkında sorular sormuştu.

Günler çabucak geçti. O bir ay tamamlanmak üzereydi. Zeynep, içinde müthiş bir açlık duymaya başladı. Sanki zihnindeki bütün problemler çözülmüştü. O şimdi gönüllü olarak tesettüre girmeye karar vermişti. Nasıl olmuştu? Neden bir anda içini böyle bir duygu sarmıştı. Bu bir şartlanma mıydı?

Hümeyra Hanım’a yaklaştı; ellerini tuttu.

“-Hocam, bu ne mârifet, elinizde, dilinizde sihir mi vardı? Ne yaptınız da beni bu kadar derinden etkilediniz?” diye sordu.

“Hümeyra Hanım:

“-Ne sihir, ne el çabukluğu… Aslında ben, seninle konuşurken dertlerini ve çözüm yollarını senden çıkardım. Tesir ise Allah’tan…”

“-Nasıl olur hocam? Dertlerimi anladınız, tamam da, çözüm yollarını nasıl ben öğrettim, anlayamadım.”

“-Aslında problemlerin kaynağına inince, gerçek sebebi bulduğunda çözümünü de bulmuşsun, demektir. Ben de seninle sohbet ederken senin düşünce dünyana, şuur altına indim. O problemlerin kaynağını buldukça onlara uygun çözümler geliştirdim ve Allah mahcub etmedi, bugün sana verdiğim sözde durmuş oldum. Ne zaman kusurumuzun sebebini keşfedersek, o zaman kendimizi bilme yolunda bir adım atmış oluyoruz işte.”

“-Hocam, mahzuru yoksa, bana, bendeki problemlerin kaynağını ve çözüm yollarını da anlatabilir misiniz?!”

“-Dinle o zaman!.. Sen âileni, çevreni anlatırken etrafında çok başörtülü hanım olduğunu, fakat bunların çoğunun câhil olduğunu söylemiştin. Sana göre başörtülü kadınlar, eve kapanmış, dünyası sınırlı, ezilmiş insanlardan ibaretti. Demek ki, kafanda başörtülü olmak ile câhil olmayı eşitlemişsin. İlk yıkacağımız duvar buydu. Ben de sana tarih boyunca, başarılı olmuş Müslüman kadınlar hakkında araştırma ödevleri verdim. Farkında olmadan gördün ki, başın örtülü veya açık olması, tek başına bir cehâlet sebebi değil!..

Sonra âilende, annenin silik bir şahsiyeti olması, babanın ise güçlü ve hayatın girdapları içinde boğuşması gözünde çok büyümüştü. Güçlü olmak, erkeklikle özdeş hâle gelmişti senin dünyanda… Sen de ideallerini, “ezilen bir kadın” imajından çok, “istediğini yapabilen, güçlü bir erkek” üzerine kurmuştun. Bu da senin hayata bakışını etkilemiş ve gittikçe seni “erkekleştirmeye” başlamıştı. Seninle yaptığımız çalışmalarda, kadının hassas olduğunu, ama zayıf olmadığını anladık. Güçlü olmak da her zaman “haklı” ve “mutlu” olmak değildi. Bazen izlediğimiz video ve okuduğumuz hikâyelerde bu konuya özel olanları seçtim; bazen de “etek ve elbise modelleri beğenmek” gibi pratik olarak kadınsı şeylerin aslında ne kadar güzel ve fıtratımıza uygun olduğunu hissettirdim.

Son olarak sen varlığını, dış görünümünle ispat etmenin derdine düşmüştün. “Eğer makyaj yaparsan güzelsin, en pahalı kıyafetleri giyersen zenginsin, devamlı gülücükler atarsan mutlusun!” gibi… Hâlbuki gerçek değerler, dışta değil içtedir. Kalbin güzel değilse, dışın istediği kadar süslü, makyajlı olsun bir mânâsı yok!.. Kalbin fakirse, cömert, merhametli, anlayışlı değilsen, dışın istediği kadar varlıklı görünsün bir kıymeti yok!.. İşte bu noktada tesettürün sadece bedenimizi örten kıyafetlerden biri olmadığı üzerinde durduk. Kalbinde Allah sevgi ve korkusunu, kısacası takvâyı zenginleştirmeye çalıştık. Onun için geceleri teheccüde kalktık, onun için bazı günler seni oruç tutmaya teşvik ettim. Allah Teâlâ ile başbaşa geçireceğin, O’nu derinden hissedeceğin anları çoğaltmaya çalıştım. Kur’ân-ı Kerîm’i sadece yüzünden değil, mânâsından okumaya teşvik etmemin sebebi de bu… Allah’la konuştuğunu fark edersen, O’nun her kuluna ayrı bir yol açtığını, bu yoldan kendisine ulaşabileceğimizi hissedecektin. Rabbim, muvaffak kıldı. Kafandaki, gönlündeki buzları eritmeyi başardık.

Ama zannetme ki, her şey bitti. Şu an görerek, hissederek, isteyerek örtünüyorsun, ama şeytan da, nefis de, çevren de boş durmayacak!.. Senden ümidi kesene kadar uğraşmaya devam edecekler!.. Hele şeytan ve nefis, ölene kadar peşini bırakmayacak!.. Sadece tesettür ve ibadetler konusunda değil, sahip olduğun en değerli şeyi, îmânını bile çalmaya çalışacaklar!.. Aman dikkatli ol!...”

“-Hocam, sizlerden Allah râzı olsun. Ben sizinle sohbet ederken bazen kendim de dertlerimin farkına varıyordum, ama bunlarla nasıl mücadele edeceğimi bir türlü kestiremiyordum. Birçok meseleyi sizinle hallettik, ama daha konuşacak çok mevzumuz var. Başım sıkıştığında bir ayınızı daha bana ayırabilir misiniz?”

“-Her insan sahip olduğu şeylerden infak etmelidir. Rabbimizin isteği bu… Eğer bize, az da olsa ilim vermişse, onunla insanlara faydalı olmaya çalışmalıyız. Bize vakit ve sağlık vermişse, onun da zekâtını vermeliyiz. Neden olmasın?! Ama ben her zaman müsait olmasam da sana yolu öğrettim. Sen kendi dünyanda, hiç bitmeyen bu mücadelede, meselenin köklerine inerek dertlerini çözmeye çalış. En büyük yardımcın, Rabbimiz!.. İnsanlardan gelen yardımı değerlendir, ama onlara bağlanma!.. Onlar bugün var, yarın yok!.. Rabbimiz ise, her zaman bâkî ve sonsuz lutuf ve ihsana sahip!..”

“-Tekrar Allah râzı olsun, hocam! Görüşmek üzere..”

“-Sen de Allâh’a emanet ol, Zeynepçiğim.”

* * *

Bu bir hikâye, ismi değiştir, olayı değiştir, kendine uygula!

Şimdi örneğe takılmadan seni kendi iç âleminde tefekküre dâvet ediyorum. Söylesene, ben anlatmaktan başka ne yapabilirim ki...

PAYLAŞ:                

Ayse Gunduz

Ayse Gunduz

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle