Kalbim Kudüs’te Kaldı

Gönül coğrafyamızın nâdide incisi... Yüreğimizin tenhasında mazlum ve mağdur bir şehir… Bir o kadar da mağrur... Haklı. İçinde tarihi, insanlığı, nebîleri, velîleri barındırdığı ve Rabbinin özel iltifatına mazhar olduğu için… Buğulu gözlerimizle dönüp dönüp baktığımız, yolumuzu aydınlatan kandillerin ışığını gördüğümüz, hülyalarımızın kutlu şehri: Kudüs.

Bir rüya gibi… Rahmânî bir rüya… Bu duygunun aynısını Kâbe’yi gördüğümde yaşamıştım. Bir de Efendimiz’in mübarek Ravza-i Mutahharası’nı… Rabbimizin özel iltifat ettiği, çevresini bereketlendirdiği bu güzel mekânları ziyaret ederken insan, farklı bir duygu derinliğine ve doyulmaz mânevî hislere kapılmaz mı hiç?!

Uzun zamandan beri gönlümüze bir tohum gibi düşmüştü: Kudüs’ü, Kubbetü’s-Sahrâ’yı ve Mescid-i Aksâ’yı görmek... Görmekten öte, hemhâl olmak. Bu güzel şehrin yıllarca yaşadığı mahzunluğa bir katre misâli, duygu kardeşliği olmaktı belki bizimkisi… Belki Hazret-i İbrahim’in ateşine, minicik ağzı ile su taşıyan karınca misali, tarafımızı belli etmekti niyetimiz…

Mekke ve Medîne ziyaretleri yapılan, gerek umre, gerekse hac için gidilen ibadet muhtevalı ziyaretlerden farklılık arz eden tarafı, buranın ümmet adına bir mağduriyet yaşamasıydı. O yüzden İstanbul’dan hareket ederken tedirgin, biraz kırılmış ve daha çok öfke duyguları ile çıktık yola... Nedendir bilemem, ama gittiğimiz coğrafyanın içimize bıraktığı hüzünden midir, yoksa bir kaybedişin verdiği acıdan mıdır, bize ait olan bu topraklara bir “turist” sıfatı ile gitmek, yüreğimizi incitiyordu. Hele bir de vizemizi bir Yahudi devletinden alıp, yine bir Yahudi havaalanına inmek, daha da ağır geliyordu insana... Şunu da biliyorduk ki, bu acı duyguları hissetmek bizi usandırmamalı, bıktırmamalı ve Kudüs’ün gönül coğrafyamızdaki statüsünü aslâ değiştirmemeliydi.

Bu duygularla indiğimiz Telaviv Havaalanı’nda çok vakit kaybetmeden hasretini çektiğimiz şehre yol almak istiyoruz. Gecenin bittiği fecir vakti... Yafa şehrinde sabah namazını Mahmudiye Camii’nde edâ ediyoruz. Osmanlı’nın kokusu geliyor burnumuza… Ecdâdımızın bıraktığı o güzel izler... Hasretle kucaklaşmak için tekrar yola revân oluyoruz, maksudumuza ermek gâyesi ile... Sabahın ilk ışıkları ile Kudüs’e giriyoruz. Nuri Pakdil’in ifadesi aklıma düşüyor: “Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum.” diyor, usta…

Nasıl bir yakınlık duygusu! Ayrı değiliz ki aslında, yakınlık duyalım. Zira yakınlık da bir nebze olsun mesâfeyi ifade eder. “Dünyanın kalbi burada atıyor!” diyor rehberimiz… Otobüsün camlarına vuran güneşin ışıkları, kim bilir kaç yüz bin defa doğdu Kudüs’ün üzerine… Kim bilir bu yollara kaç milyon göz, bizim gibi içinden kan ağlayarak baktı. İnsanın kendi toprağının işgal altında olması, değerlerinin başkaları tarafından sahiplenilmesi ne acı bir şey, burada gördük.

Büyük şehirlerde görmeye alıştığımız yüksek katlı binalar burada da var. Kudüs’ün kenar kısımlarında… Ama bizim gözlerimiz başka bir şey arıyor. O altın kubbesi ile dünyanın incisi, pek çok kişi tarafından “Mescid-i Aksâ” olarak bilinen, ama asıl adı “Kubbetü’s-Sahra” olan o güzel mekânı, hemen yanı başında “Kıble Mescidi” olan “Mescid-i Aksâ”yı.

Kalacağımız yere yerleştikten sonra, Kudüs suyu ile abdestlerimizi alıp hızlıca yürüyerek bu güzel mekânla vuslatı yaşamaya, dertleşmeye, hasretimizi ifade etmeye gidiyoruz.

“Mescid-i Aksâ” diye ifade edilen alan, 144 dönüm bir toprak parçasından oluşuyor. İçinde az önce bahsettiğimiz mescitlerle beraber mîlattan öncesine dayanan tarihin izleri var. Hazret-i Meryem Annemizin, Îsâ -aleyhisselâm-’ın, Zekeriyya peygamberin izlerini taşıyan bu mekân, aynı zamanda Hazret-i Süleyman -aleyhisselâm-’ın mabedini yaptığı bir saha... İsrâ Sûresi’nde Rabbimizin “Etrafını bereketlendirdik…” (el-İsrâ, 1) diye ifade buyurduğu kutlu bir yer... Tabiî ki bizim için en önemli tarafı, Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Mîrâc’a yükseldiği özel mekân…

Kitabî bilgilere sahip olsak da bu hâdiselerin geçtiği yerleri bizzat görmek, müşâhede etmek, rûhumuzda silinmez izler bırakıyor. Selahaddîn-i Eyyûbî’nin fethinin izlerini görmekle beraber Kanûnî Sultan Süleyman’ın yaptırdığı 4200 metrelik kale duvarları, Mescid-i Aksâ’nın etrafını çeviriyor. Yine ecdâdın gurur veren izleri… Kale kapılarından bu kutlu alana dâhil oluyoruz.

Kapıda İsrail askerleri… Tam teçhizatları ve kontrol edâsı ile duruyorlar. Yokmuş gibi davranıp tabiî bir şekilde devam ediyoruz. Bu kalenin toplam 13 kapısı var. Açık olan 7 kapısında da kontrol tamamen İsrail’in elinde... Ve Türkiye’den gelen ziyaretçilerden rahatsızlıkları her hâllerinden belli… Önemsemiyoruz. Ve ilk sabah namazını “Kubbetü’s-Sahra”da edâ ediyoruz. Aynı ses, aynı nefes ve aynı mânevî koku, burada da rûhumuzu ferahlatıyor. Efendimiz’in Ravzası gibi... O’nun ayak izlerinin burada olduğu aşikâr... Ve O’nun gibi kutlu peygamberlerin seslerinin, nefeslerinin burada bizimle beraber olduğunu hissediyoruz. Yuvaya dönmüş bir kuş gibi, bir türlü çıkmak istemiyoruz buradan.

Müslümanların hâli buradan daha farklı görünüyor. Filistinlilerin yaşadıkları mağduriyet, aslında bütün ümmetin hâlini ortaya koyuyor. Kudüs’ün bu hâli insana hem nefsi adına, hem de ümmet adına derin bir muhâsebe yapmayı mecbur kılıyor. Merhum Âkif İnan’ın mısraları aklıma geliyor bir an:

 

Mescid-i Aksâ’yı gördüm düşümde 

Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu. 

Varıp eşiğine alnımı koydum 

Sanki bir yeraltı nehri kaynıyordu.

 

Gözlerim yollarda, bekler dururum 

“Nerde kardeşlerim?” diyordu bir ses. 

İlk kıblesi, benim ulu Nebî’min 

Unuttu mu bunu acaba herkes.

 

Ve şehir, taşların dile geldiği bir edâ ile bize bakıyor. Konuşan taşlar... Anlatan taşlar… Tarihi meçhul âbideler, yollar, ara sokaklar; hep taşların şehre verdiği o ruh ile bizi bağrına basıyor. Her adımı attığımızda karşımıza çıkan bize ait bir mâbed, dedemizin inşâ ettiği kaleler, geçmişi bize ait her şey... Zorbalıkla asıl sahiplerinden alınmış bir toprağın gözyaşlarını kalbimize akıtıyoruz. Kudüs’ün gözyaşlarına katıyoruz gözyaşlarımızı…

Ellerimizle dokunduğumuz her taşa, belki de Îsâ Mesih -aleyhisselâm- dokunmuştu ya da Mûsâ Nebî veya mâsum Meryem… Yahut insanlığın varlık sebebi Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-… Hiçbiri, birbirinden ayrı değil; hepsi aynı hakikati terennüm etmiş, aynı insanlığa seslenmiş.

Onların hiçbiri, bugün o topraklarda yaşanan vahşet ve zulme râzı olmaz!. Çünkü hepsi insanları, zulümden, nankörlük ve isyandan vazgeçirmeye çalışmışlar. Bu uğurda bütün hayatlarını fedâ etmişler. Onların bu hak dâvetine o zaman da meydan okuyan bu gürûh, gâh onları katletmiş, gâh türlü işkence ve zulmü revâ görmüş o pâk sînelere… İsyan ve nankörlükleri sebebiyle, Rabbimiz tarafından kalpleri mühürlenmiş, lânetlenmiş ve sefalete mahkûm olmuşlar asırlardır… Ancak bugün ellerine geçen ilk fırsatta tekrar insanlığın yüzünü kızartacak işkence ve zulümlerin öncüsü olmuşlar. İnsanların arasına kin, nefret, düşmanlık ve savaş fitnesi ekmek için ellerinden geleni artlarına koymamışlar. Bugün yine onlar, bu zulümleri ile Allâh’ın lânetini üzerlerine çekmekten geri durmuyorlar. Bir de bunu “Allâh’ın seçtiği özel millet” propagandası üzerinden yapıyorlar. Allâh’a ve O’nun gönderdiği tevhid dinlerine iftira atarcasına…

Dört günlük bir ziyaretten ne biz Kudüs’ü anlayabiliriz, ne de Kudüs bizi fark eder. Belki fizikî mânâda bir müslümanın oraya sahip çıkmak adına gitmesi, orada bulunması gerekir. Ancak asıl olması gereken, ümmetin ortak aklı ile ve uluslararası alanda temsil gücünü artırarak Kudüs’ün statüsüme dair neler yapılacağı ile ilgili projeler ortaya koymaktır. Kudüs’ü “bir ümmet dâvâsı” bilip fert ve cemiyet olarak, devlet olarak, STK olarak neler yapabiliriz, buna kafa yormaktır. Kudüs’ü bir tarihî nostaljiden öte düşünüp müslümanların şeref ve istikbali açısından tekrar tanımak ve idrâk etmek gerek…

Yine Kudüs âşığı Nuri Pakdil ustanın şu içli mısraları ile kalbimizi Kudüs’te bırakarak, Kudüs’e aslâ vedâ etmeden yazımızı bitirelim:

Tûr Dağını yaşa

Ki bilesin nerde Kudüs?

Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum

Ayarlanmadan Kudüs’e

Boşuna vakit geçirirsin

Buz tutar

Gözün görmez olur

Gel, anne ol

Çünkü anne

Bir çocuktan bir Kudüs yapar

Adam, baba olunca

İçinde bir Kudüs canlanır

Yürü kardeşim,

Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin…

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle