Tebennî: Evlat Edinme

Zeyd bin Hârise, Peygamber Efendimizin âzatlı kölesidir. Aslın­da hür bir âilenin çocuğu iken sonradan esir alınarak köleleştirilmiş­tir. Hikâyesi şöyledir:

Zeyd bin Hârise, bir gün annesi ile Ma’n bin Tayy kabilesindeki akrabalarını ziyarete giderken, kervanları baskına uğramış ve yakalanan Zeyd, Arap panayırlarında köle diye satışa çıkarılmış. Daha sekiz yaşın­daki Zeyd’i, Mekke’de Hâkim bin Hizam, halası Hazret-i Hatîce -radıyallâhu anhâ- adına 400 dirheme satın almış ve getirip ona teslim etmiş. Hazret-i Hatîce Annemiz, bu köleyi çok sev­miş ve en sevdiği kimse olan İki Cihan Seyyidi’ne hediye etmiştir.

Peygamber Efendimiz, Zeyd’i, on yaşına geldiğinde âzâd etmek istemişti. Zeyd buna râzı olmadı. Bu arada Zeyd’in âilesi, çocukları­nın izini bulmuş ve Zeyd’in babası Hârise ve amcası Kâ’b, Mekke’ye gelerek oğullarını memleketlerine götürmek üzere Peygamber Efendimizden ricada bulunmuşlardı. Oğullarının fidyesini de getirmiş ve onu sahibinden satın almak istemişlerdi. Peygamber Efendimiz, onla­ra, bu husûsu Zeyd’e sormalarını teklif etti:

“-Eğer Zeyd isterse, sizinle dönebilir; üstelik ücret vermenize bi­le gerek yok!..” dedi.

Amcası ile babası bu teklife çok sevindiler. Zira Zeyd’in kendileriyle gelme­ye can atacağını düşünüyorlardı. Fakat umdukları gibi olmadı. Zeyd, babasını değil, kendisine daha peygamberlik vazifesi verilmemiş olan Hazret-i Muhammed’in yanında kalmayı seçmişti. Babası çok şaşırdı:

“-Sen köleliği, babanın yanında bulunmaya mı tercih ediyor­sun?!” dedi. Zeyd:

“-Ben, O’nda öyle bir şey gördüm ki, kendisinden ebediyyen ay­rılmam mümkün değil!..” diye karşılık verdi.

Yapacak fazla bir şey yoktu. Babası ve amcası, o üzüntüyle eli boş olarak memleketlerine geri döndüler.

Zeyd’in Peygamberimizi seçmesi üzerine, “sâhibu’l-vefâ” olan Peygamber Efendimiz, o günün âdetlerine uyarak, onu Kureyşli bir kalabalığın içinde, bir taşın üzerine çıkarmış ve yüksek sesle:

“-Zeyd, bundan sonra benim kölem değil, evlâtlığımdır!..” diye­rek çevresindekilerin şehâdetiyle onu evlât edinmiştir.

İşte Zeyd, o günden sonra Allah Rasûlü’nün yanından ayrılma­mış ve ilk davetle birlikte Peygamber Efendimize ilk îmân eden bahtiyarlardan biri ol­muştur. Peygamber Efendimiz, Hazret-i Hamza’nın müslüman olma­sından sonra, Zeyd’i onunla kardeş yapmıştır.

Zeyd, Tâif’te Peygam­ber Efendimize atılan taşlara kendisini siper etmiş ve her fırsatta Al­lah Rasûlü’ne olan muhabbetini izhâr etmiştir. Allah Rasûlü de onu bir baba gibi bağrına basmış ve onu hayatı boyunca himâye etmiştir. Daha sonraki yıllar da Peygamber Efendimiz bir gün:

“–Kim cennetlik bir kadınla evlenmek isterse, annemden sonra annem olan Ümmü Eymen ile evlensin!..” buyurması üzerine Zeyd, Ümmü Eymen’e tâlib olmuş ve nikâhları gerçekleşmiştir. Bu evlilik­ten meşhur kumandan Üsâme bin Zeyd dünyaya gelmiştir.

 

Hazret-i Zeyd’in, Hazret-i Zeyneb ile Evliliği

Evliliklerinin ilerleyen zamanlarında genç Zeyd, yaşlı hanımı Ümmü Eymen’den, başka biriyle evlenmek üzere izin istemiştir. Ümmü Eymen de kendisini, Peygamber Efendimize yönlendirmiş ve:

“–Senin için en hayırlısını, O daha iyi bilir!..” demişti.

Bunun üzerine Zeyd, niyetini Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e açmıştı. O da, kendisini halasının kızı Zeyneb binti Cahş ile evlendirmek üzere te­şebbüs etti.

 

İslâm’da, İnsanlar Arasındaki Eşitlik

Fakat Zeyneb Vâlidemiz ve âilesi, o dönemin örf ve âdetlerinin tesiriyle, önceden köle olan Zeyd’in, hür ve asil olan Zeyneb’le ev­liliğinin mümkün olamayacağını bildirmişlerdi. Hâlbuki Peygamber Efendimizin gâyesi, bu evlilikle İslâm’da bütün insanların “bir tarağın dişleri gibi eşit olduğunu” fiilen göstermekti. Zira o yüce dînin öl­çüsü:

“…Allah katında en şerefliniz, takvaca en üstün olanınızdır…” (el-Hucurât, 13) âyet-i kerîmesi ile tespit edilmişti.

Başka bir ifadeyle; “Acem’in Arab’a, kırmızının siyaha, siyahın kırmızıya herhangi bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük, ancak takvâ iledir.” (Ahmed bin Hanbel, 5/411)

İslâm, insan olmak bakımından zengin ile fakir, asil ile köle ara­sındaki farkı kaldırmış ve insanlar arasında “mutlak eşitliği” getirmiş bir dindir. Bu yüzden Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, asil bir soydan gelen halasının kızı Zeyneb ile âzâd edilmiş evlâtlığı Zeyd’in evliliğinin gerçekleşmesi­ni çok istiyordu. Bu evlilikte, başka bir murâd-ı ilâhî daha vardı ki, o da zamanla ortaya çıkacaktı.

Bu hâdise vesîlesiyle bir husûsa işaret edelim ki, Peygamber Efendimizin tebliğ metotlarından biri de, Allah tarafından gelen emir ve yasakları, öncelikle bizzat kendisinde veya yakın akrabaların­da tatbik etmesiydi.

 

Allah ve Rasûl’ü Bir Şeye Hükmettiğinde

Peygamber Efendimiz, Zeyneb ve âilesine ısrarla Zeyd’in İslâm’daki ve kendi nezdindeki kıymetinden bahsedip onun aslen soy­lu bir âileye mensup olduğunu söylediyse de, âilesi ve Zeyneb, Pey­gamberimize olan muhabbetlerine rağmen Zeyd’i bir türlü kabul edemiyorlardı. Bunun üzerine:

“Allah ve Rasûlü bir işe karar verip hükmettiği zaman, mü’min bir erkekle, mü’min bir kadın için işlerinde muhayyerlik (seç­me) hakları yoktur. Kim Allâh’a ve Rasûl’üne isyan ederse, mu­hakkak ki o, apaçık bir sapıklık etmiş olur.” (el-Ahzâb, 36) âyet-i kerîmesi nâzil oldu.

Bu âyet-i kerîme nâzil olunca, Zeyneb binti Cahş ısrarından vaz­geçerek, Allah ve Rasûlü’nün emrine itaat etmek üzere Zeyd’le ev­lenmeye râzı oldu.

Kalplere sevgi ve ülfeti yerleştiren ve “el-Vedûd” olan Rabbimiz, Zeyd ile Zeyneb arasına mükemmel bir sevgi ve ülfet koyabilirdi, ama murâd-ı ilâhî gereği bu nasib olmadı. Yaklaşık bir yıl kadar süren ev­lilikleri, onlara huzur ve mutluluk getirmedi. Aradaki farklar, sık sık gündeme geliyor ve huzursuzluk çıkıyordu. Her iki taraf da birbirine karşı sinirli davranıyor ve sürekli kırıcı sözler sarf ediyorlardı.

Bir gün Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Zeyd bin Hârise’nin âilesine karşı göster­diği bu tutumu değiştirmek maksadıyla bizzat evine gidip ziyaret et­mek istediyse de, Zeyd’i evde bulamadı. Zeyneb binti Cahş’ın içeriye buyur etmesine rağmen, kapıdan dönüp gitti. Ve Zeyneb’in bu evde­ki mazlum hâline bakarak:

“–Kalpleri bir hâlden diğer bir hâle çeviren Allah ne yücedir!..” dedi.

Muhammed Hamidullah, Allah Rasûlü’nün bu sözü ile ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır:

“Daha evvel bir siyâhî olan ve kendisinden de yaşlı durum­daki zevcesi Ümmü Eymen ile mes’ut bir evlilik hayatı sürdüren Zeyd’in, böylesine güzel ve câzibeli, iyi bir âileden gelen ve pek seçkin huy ve şahsiyete sahip bir zevce ile uyuşamamış olmasını hayretle karşılamış ve bu kalp uyuşmazlığının Allah’tan gelen bir hâl olduğunu kendi kendine îtiraf etmiştir.”

 

Zevceni Tut

Zeyd, her fırsatta Hazret-i Peygamber’e mürâcaat ederek hanımını boşamak istediğini bildiriyor, Allah Rasûlü de her defasında Zeyd’e:

“Allah’tan kork, zevceni yanında tut! Onu boşama!..” bu­yuruyordu.

Zeyd, daha fazla dayanamayarak Hazret-i Zeyneb’i, Allah Rasûlü’ne haber vermeden boşadı. Oysa Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu sırada gelen bir vahiyle, Zeyd’in Zeyneb’i boşadığını ve Allah tarafından iddeti tamamlandıktan sonra Zeyneb’in kendisine bir zevce olarak takdir edildiğini öğrenmiş bulunuyor, ama bunu insanlara açıklamaktan çekiniyordu.

Ancak murâd-ı ilâhînin ilk kısmı tezâhür etmiş, insanlar arasın­da takvâ dışında bir seviye ve sınıf farklılığı olamayacağı ispat edilmiş bulunuyordu.

 

Evlât Edinmenin Kaldırılışı

Bu merhaleden sonra ilâhî takdir, başka bir câhiliye âdetinin daha kaldırılmasına hükmetmişti. “Tebennî”, yani evlât edinme… Câhiliye Araplarında, aynı soydan gelmeyen bir çocuk, herhangi bir sebeple evlât edinilir ve bu herkese ilân edilirdi. Bundan sonra, başka bir anne-babadan dünyaya gelmiş bu çocuk, evlât edinilen âilenin ço­cuklarıyla aynı hak ve salâhiyetlere sahip olurdu. Arada kan bağı ol­madığı hâlde, o babanın ismiyle anılır, mirasta eşit hak sahibi olur ve mahremiyet ölçüleri açısından da öz evlât muâmelesi görürdü.

Ancak İslâmiyet, bunu doğru bulmamış ve herkesin, kendisini dünyaya getiren anne ve babasının evlâdı olduğunu, evlât edinmenin kan bağı ve akrabalık meydana getirmediğini Peygamber Efendimi­zin şahsında örneklendirmiştir. Şöyle ki:

 

Hazret-i Zeyneb’in Peygamber Efendimiz’le Evliliği

Zeyd bin Hârise, Peygamber Efendimizin tekrar eden ikazlarına rağmen, hanımını Peygamber Efendimize haber vermeden boşamış­tı. Bu durum, vahiyle Peygamber Efendimize bildirilmiş ve iddeti ta­mamlanan Zeyneb binti Cahş ile evlenmesi de yine vahiyle emredilmişti. Böylece onun nikâhı, Kur’ân-ı Kerîm’in açık beyânıyla şâhitsiz, velîsiz ve mehirsiz olarak Allah katında kıyılmıştır.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisine gelen bu vahyi, münâfıkların dedikodularından çekinerek bir müddet gizlemeyi düşünmüştü. An­cak ikinci bir vahiy, hem bu işin kesinliğini ortaya koymakta, hem de Peygamber Efendimizi bir itâb âyetiyle uyararak, evlât edinmeyi ta­mamen kaldırmaktaydı:

(Ey Rasulüm!) Hani Allâh’ın nîmet verdiği, Senin de kendisi­ne iyilik ettiğin kimseye, «Zevceni yanında tut, Allah’tan kork!» diyordun. Allâh’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekine­rek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından alâkasını kesince, Biz onu Sana nikâhladık ki, evlâtlıkları, hanımlarıyla alâkasını kestiklerinde (o kadınlarla ev­lenmek isterlerse) mü’minlere bir güçlük olmasın. Allâh’ın emri yerine getirilmiştir.” (el-Ahzâb, 37)

Görüldüğü üzere, âyet-i kerîmede üç husus çok net olarak belir­tilmiştir:

1- Peygamber Efendimizin, Zeyd’e hanımıyla evliliğini devam et­tirmesi noktasındaki ısrarı…

2- Peygamber Efendimizin, daha önceden Allah Teâlâ’nın ken­disine Zeyneb binti Cahş ile evleneceğini bildirdiği hâlde, bunu var olan “evlâtlık âdetleri” sebebiyle insanların nasıl karşılayacakları husûsundaki tereddütleri ve bu sebeple “itâb”a mâruz kalması…

3- Zeyd’in kendi iradesiyle hanımından ayrılmasından sonra, Peygamber Efendimizin Zeyneb’le nikâhlanmasının maksadının ne olduğu, yani evlâtlık edinilen kimselerin hanımlarının, öz evlâdın ha­nımı gibi mahrem olmaması… (Devam Edecek)

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle