Helelik Anneciğim

Bir varmış bir yokmuş, zamanın birinde küçücük bir kız çocuğu ve annesi varmış. Bir gün bu kız çocuğu, eteğinde koca koca, tatlı mı tatlı elmalarla heyecanla annesinin yanına gelmiş.

“-Anne bak! Sana elma getirdim.” demiş.

Annesinin yüz hatları biraz değişerek:

“-Nereden buldun onları?” diye sormuş. Küçük kız:

“-Komşunun tarlasındaki elma ağacından…” demiş. Annesi:

“-Gülüm, başkasının meyvesinden izinsiz alınmaz, hemen eteğindekileri sokağa dök, onlar haram!” demiş.

Küçük kız buna çok şaşırmış. Çünkü arkadaşlarının anneleri hiçbir şey demeden birlikte yemişler. Neden annesi bu güzel elmaları attırıyor ki, “haram” da ne demek ki?

Yine anne ve küçük kız yolda giderken yolun ortasında kocaman taş duruyormuş. Annesi hemen o taşı kaldırıp kenara atmış. Kız çocuğu yine hayret ederek:

“-Niye o taşı alıyorsun, yolda dursa ne olacak ki?” demiş. Annesi tatlı tatlı:

“-Gülüm takvim kağıdında okudum, «Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.» (Tirmizî, Birr, 36) diye Peygamberimiz buyurmuş.” demiş.

Kız çocuğu, anneciğinden bir şey daha öğrenmiş, eziyet veren şeyleri kaldırmak sadakaymış. Peygamberimiz dediyse, demek ki sadaka güzel bir şeymiş.

Annesi, kızını kış gününde yanan sobanın başında, dizinin dibine alarak oturur; babasından hatıra olarak sakladığı “Envârü’l-Âşıkîn” adlı kitabını açıp Peygamberlerin hayatlarından okurmuş. En çok da küçük kız İbrahim -aleyhisselâm-’ın ateşin içine atılırken gül bahçesine çevrilen kıssasını çok severmiş. Demek ki, Allah dilerse, ateşi güle çevirirmiş. Küçük kız anlamasa da annesinin tane tane okuması, kolunu annesinin dizine yaslaması ona yetermiş.

Bu evde takvim kağıtları, annesi tarafından hürmetle okunur ve okunanlarla amel edilip yerlere atılmasın diye yakılırmış. Küçük kız, kendini bildi bileli annesi takvim kağıdını kendisine sesli sesli okurmuş. Yine takvim kağıtlarından, “Yarın kıyametin kopacağını bilseniz bile, bugün elinizdeki fidanı dikin!” (Buharî, el-Edebül-Müfred) hadîsini okuyan annesini, nerede boş yer bulsa ağaç dikerken hatırlarmış.

Kutuların içi, hep yediği meyvenin tohumundan yetiştirdiği fidanlarla doluymuş. Fidanlar büyüdüğünde dikilecek yerleri hazırmış. Hatta annesi gider ormana üzüm dalları dikermiş. Kız hem gülerek, hem hayretle:

“-Anne, biz ormana gidip nasıl üzüm yiyeceğiz, sen niye ormana üzüm dikiyorsun ki?” diye sorduğunda, annesi:

“-Yavrum, «Kim ağaç diker ve ondan insan, kurt, kuş yerse, o kişiye sadaka sevabı var.» buyrulmuş. O üzümleri kuşlar, hayvanlar yesin diye diktim.” dediğinde kız çocuğu yine sadaka sözünü duymuş. Artık kesin olarak sadakanın güzel bir şey olduğunu kavramış.

Komşularla otururken gıybet ortamı oluştuğunda, annesi hemen yeleğinin cebinde sakladığı takvim kağıdını çıkarır:

“-Bakın, size güzel bir şey okuyayım.” diyerek sohbetin yönünü değiştirir, buna gücü yetmezse sessiz kaldığı sohbet ortamından kimsenin haberi olmadan kalkar, çok sevdiği çiçeklerinin yanına gider, onlarla meşgul olurmuş. Küçük kız, “gıybet” denen illetin, kötü bir şey olduğunu da annesinden öğrenmiş.

Annesi, kızında bir yanlış görse, tatlı ses tonuyla hep nasihatler edermiş.

“-Aman yavrum, yalan konuşulmaz! Aman kızım, kimseyi incitme! Aman kızım, kimseden izinsiz bir şeylerini alma! Aman kızım, sabırlı ol!” diye…

Bir gün kar dizlere kadar yağdığında, anneciği, kızını kendi lastik ayakkabılarının içinde ayakları ıslanmasına rağmen sırtında okula taşımış. Sınıfa annesinin sırtında girdiği için arkadaşlarından utansa da o annesinin boynuna sarılışındaki sıcaklığı ömür boyu unutamamış. Ve bunun adına fedakârlık dendiğini yıllar sonra öğrenmiş.

Ve bu kız çocuğu ilkokulu bitirdiğinde annesi:

“-Diğer yavrularımı okutamadım, seni ne pahasına olursa olsun okutacağım!” demiş.

Ve elinden tutarak Kur’ân kursuna kaydettirmiş. “Sonra, sonra…” derken annesinin duâları kabul olmuş ve küçük kıza yıllarca ilim almak nasip olmuş. Anlatılanları hemen kavrıyormuş. Çünkü annesi hepsini küçükken yaşantısıyla kızına göstermiş.

Gel zaman, git zaman kızı büyümüş ve evlilik çağı geldiğinde uzaklara nasibi çıkmış, hem de sınır ötesi yerlere... Gittiği yerlerde “hizmet” denilen bir şey varmış. Hizmet kelimesini bu kez annesinden değil de çok değerli hocasından öğrenmiş. Annesine söylediğinde annesi ayrılığa râzı olamasa da hüzünlenerek:

“-Bu yolculuk Allah için yavrum, git!” demiş. Sonra başka bir ülkeye, sonra başka bir ülkeye derken annesi her defasında yolcu eder ve ayrılırken:

“-Bu gidişler Allah için olmasa dayanamazdım, ama Allah için sabrediyorum!” dermiş. Çünkü anne, Kur’ân hocalarına, öğrencilerine âşıkmış. Bu kez izine geldiğinde anne konuşmaz, hep kızını konuştururmuş. Kurslardan, öğrencilerden, öğrendiği ilimlerden anlatmasını ister ve arada:

“-Ay, ne güzel, keşke ben de onların içinde olsaydım, kurslarda olup hiç oralardan çıkmasaydım!” dermiş.

Uzak diyarlardan haberleştiğinde annesi sürekli:

“-Kursta neler yapıyorsunuz, anlat!” dermiş ve uzun uzun dinlermiş. Ama arada takvim kağıtlarından okuduklarını da kızıyla paylaşır:

“-Sen bununla amel ediyor musun?” diye sorarmış. Kızı, ilim aldığı hâlde bazen:

“-Hayır, anne!” dediğinde, annesi yine tatlı tatlı:

“-Gülüüüm, bununla amel et; böyle sevabı, şöyle sevabı var!” diye uyarırmış.

Velhâsıl anne, ömür boyu öğretmiş, öğretmiş, yine öğretmiş. Ve kaderde yazılı vakit gelip ecel kapıyı çaldığında, bu kez uğurlama sırası kızındaymış. Ama anne, küçüklüğünden beri yeniden kavuşmayı kızına öyle bir işlemiş ki, kızı ayrılırken sadece:

“-Görüşmek üzere anneciğim, elvedâ anneciğim!” diyebilmiş.

Bunu Âzerice bir söz ne güzel ifade eder; “helelik”... Şimdilik, görüşene kadar, elvedâ demektir. Kızı da annesine, “Helelik anneciğim!” diyebilmiş.

Bu masal, annemle benim masalımdı. Göz açık kapatıncaya kadar yaşandı ve bitti. Tatlı tatlı beni incitmeden eğiten annemdi o. Küçüğünden büyüğüne gözyaşlarıyla uğurladığı, ardından hep iyiliklerle anılan, bir karıncayı dahî incitmediğinden bahsedilen annemdi. Ve köydekilerden başka kimsenin tanımadığı birisi olduğu hâlde, hayatı boyunca âşık olduğu, kalben onlarla beraber olduğu Kur’ân kursu hocalarının, öğrencilerinin yüzlerce Yâsînlerle, onlarca hatimlerle âlimler gibi uğurladığı annemdi. Ve annem, vedalaşırken de kızına bir şey öğretip gitti. “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz.”

Helelik anneciğim, helelik! Bir gün benim de, başkalarının da masalı bitecek ve bir varmış bir yokmuş diye anlatılacak. Belki bir sayfa, belki iki sayfa…

Anneciğimin ruhu için Fâtihalar, İhlâslar…

Hatice ŞAHİN

Bişkek/KIRGIZİSTAN

PAYLAŞ:                

Hatice K. Akyuzlu

Hatice K. Akyuzlu

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle