Corona Tekdiri

Sümeyye telefon elinde, anlamsız ve birbiri ile alâkasız videoların içinde gezinip duruyordu. Komik olanlarını arkadaşlarına atıyor, aslında daha önceden gördüğü videolar mesaj kutusuna düştüğünde sahte şaşkınlık veya kahkaha ifadeleri ile cevap yazıyordu. Başka türlü geçmezdi ki pandemi günleri, ne yapsın?!

İçerden babasının sesini duydu.

“-Açım dedim yavrum, bir de sizi mi bekleyelim sofraya?!”

Babasının sofraya telefon götürmeme kuralını hatırladı. Uflayarak telefonu şarjda bırakıp yemeğe geçti.

Herkes yemeğine odaklanmış ve henüz birkaç lokma almıştı ki, bu sefer babasının telefonu çaldı.

“-İş yerinden arıyorlar yine, bâri yemeğim bitseydi.” diye söylenerek telefonu aldı, evin beyi.

“-Buyur abi? Nasıl? Evet? Evet abi... Anladım... Peki...”

Gitgide düşen ses tonundan yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anlamışlardı.

Anne Sâkine Hanım:

“-Hayırdır bey, ne diyorlar?” diye herkesin sormak istediği soruyu sordu.

Babası:

“-Ne diyeyim hanım. İşyerinde birkaç gün önce rahatsızlanan arkadaşın testi pozitif çıkmış. Biz bütün gün dip dibe aynı bantta çalışıyoruz mâlum... Bizden de gelip numûne alacaklarmış. Evden çıkmayın, diyorlar.”

Ocaktan yeni inmiş çorbaya rağmen masada buz gibi bir rüzgâr esti. Ev ahalisinin, “Ne yani? Nasıl?” soruları havada cevapsız kaldı. Bir panik ve telaş havası, bütün ev halkını ne yaptığını bilmez bir hâle soktu.

Birkaç saat sonra bir ambulansla baştan aşağı koruma giyinmiş adamlar gelip numûne aldılar. Temaslarını sorup, sağlıklarını kontrol ettiler.

“-Birkaç güne kesin sonuç çıkacak.” diyerek gittiler.

Onlar gelene kadar bin türlü ihtimalin kritiğini yapan âile fertleri, tavsiye üzerine birbirinden uzak alanlarına çekildiler. Anne mutfakta, isminin aksine büyük bir vesveseyle, astronot gibi âilenin sağlık iksiri zencefilli karışımı hazırlamaya durdu. Sümeyye, abisi ve babası da ayrı ayrı odalara kapandılar.

Eee ne yapmalıydı şimdi? Ya bize de virüs bulaştıysa? Ama olur mu canım? Olsa bir belirti gösterirdi. Hem babası adamla yakın çalışsa bile, maske zorunlu… Bulaşmamıştır. Ya bulaştıysa? Bu ikilemde gide gele kendisini, virüsün âilesine bulaşmadığına ikna etti. İçi içini kemiriyordu, ama her zamanki umursamaz şaklabanlığı ile korkularının üzerini örtmek daha çok işine geliyordu.

“-Ohh, arayıp da bulamadığım fırsat!” diye düşündü. “Ne karışan var, ne iş isteyen. Sabahtan akşama kadar yatağıma uzanır, telefonda o sosyal mecra senin, bu video benim gezinir dururum! Aman Allâh’ım, bu haber de bomba. Neden bunu da yazmıyorum.” diye düşündü.

Hemen ilk karantina selfiesini çekip:

“-Babam bugün eve gelirken üç kilo virüs mü getirmiş ki?” notuyla paylaştı.

Öyle etkileşimler aldı ki, kendi bile şaşırdı. Likelar, favlar, mentionlar havada uçuşuyordu. Belirti soranlar, şehir efsanesi, kulaktan dolma bilgiler… Dm kutusuna patır patır mesaj yağıyordu. Önce bunlarla oyalanmak hoşuna gitti. Sonra aynı sorulara cevap vermekten bıkıp yılmaya başladı. Durmadan internette araştırdığı belirtileri kendisinde arıyordu. Kendini kontrol etti, gayet sağlıklıydı. Sınıf grubunda kendisi hakkında konuşulduğunu fark edince biriken mesajlara baktı. Samimi arkadaşlarına özelden attığı, “sağlığının iyi, ama moralinin bozuk olduğu” mesajı, evde işsizlikten sıkılan arkadaşlarına macera olmuş, abartıldıkça abartılmıştı. Yorumlara bakılırsa, ölmek üzereydi(!).

Tek ferahlık veren, arkadaşlarının âilesi ve kendisi için şifâ âyetleri ve Yâsîn-i Şerîfler dağıtmış olmasıydı. Olup bitenin ciddiyetini yeni yeni kavramaktayken, sosyal medyada kendini virüsten korumamakla suçlayan insanların olmasına şaşırdı. “Kim kendini hasta etmek ister ki?” diye düşündü. Annesinin şifâlı bitki çayını içtikten bir müddet sonra, telefon elinde uyuyakaldı.

Durmadan uyandığı kâbus dolu gecenin sabahında, zaten geç uyuduğundan, ancak annesinin kapıdan kahvaltı bırakmak için yaptığı gürültüye uyandı.

Aman Allâh’ım, o da ne?! Bütün damağı, boğazı inmiş, genzinin acısı gözlerine kadar vurmuştu. Annesine durumu izah etmesine “Anne!” demesi yetti. Sesi, gırtlağı sıkılan bir civciv gibi çıkıyordu.

“-Eyvah!” dedi Sâkine hanım... “Hemen zencefilli çaydan koyayım da iç.”

O arada âile hekimi durumlarını sormak için aradı. Sümeyye, her ne kadar “İyiyim.” dese de, iş işten geçmiş, annesi Sümeyye’den saklamaya çalıştığı endişesini doktora döküvermişti.

“-Bu küçükten beri böyledir; bir rüzgar esse önce buna dokunur, hemen boğazından belli eder.”

Bu mânâya gelen elli kadar cümle kurduktan sonra tavsiye bekleyen Sâkine hanım, “durumun takip edileceğini” söyleyen doktordan istediği cevabı alamamış bir ifade ile telefonu kapattı. Aradan çok geçmemişti ki, ambulans tekrar kapıya geldi. Sümeyye’nin ateşini ölçüp kontrollerini yaptıktan sonra, “karantinaya hastanede devam etmesi gerektiğini” söylediler. Annesinin gözyaşlarına da kıyamazdı ya, babası ve abisinin gözlerindeki nem onu daha çok korkutmuştu. Sümeyye evden çıkarılırken “ya eve bir daha hiç dönemezsem…” diye korkusundan hem ağlıyor, hem de gözyaşlarını üst üste silerek son bir kez daha âilesini görmeye çalışıyordu.

Ambulansla hastaneye gelene kadar ekiptekilerin bütün tesellilerine rağmen ağladı. Hastanede iş daha ciddiydi. Kontroller, kan örnekleri, koruma kıyafetleri, maskeden yüzü seçilmeyen doktorlar... İyice korkmuştu. Kontroller bitip odada yalnız kaldığında telefonu eline aldı. Ağlamaktan zor açılan gözleriyle âile grubuna, “Geldim, iyiyim!” yazdı.

Eee şimdi? İzlemek istediği 5-6 sezonluk bütün diziler, sosyal medyadaki paylaşımlar, videolar, havadan sudan muhabbetler hepsi mânâsını yitirmiş, telefonu eline alma isteği kalmamıştı. “Ne yapacağım?” diye çaresizce etrafına bakındı. Abdest tazeleyip, üzerindeki pardösüyü seccade yaptı. Saati kontrol etti, öğle namazı vakti girmek üzereydi. Ağlayarak ezanı dinledi. Uzun zamandır ezan duymadığını fark etti. Yarım yamalak son vaktinde kılınan namazlarını, her zamankinden fazla zamanı olduğu hâlde bu sene mukâbele olmadığı için okumadığı Ramazan hatmini, bütün âilenin masada olduğu, ama yine de uflayıp gittiği o son sofrayı düşündü. Günde 5-6 saat, hattâ annesi bıraksa 24 saat elinden düşürmeyeceği telefonun şimdi bir mânâsının kalmamasına hayret etti.

Ölüme her yaşta bu kadar yakınken, toplasan bir saat etmeyen namazlarını savsaklamasına deliler gibi kızdı. Pişmanlık içinde ağlayarak uzun uzun son namazı gibi öğleni kıldı. Babası, annesi ve abisinin ölümlerini düşünmemeye çalışarak sağlıkları için duâ etti. Aynı evin içinde onlardan uzak yaşadığı anlar için kendine öfkelendi.

Sonra oturup ölümü düşündü. Boğazı ağladıkça iyice kapanmış, artık nefes alamaz hâle gelmişti. “Allâh’ım nefes almak ne büyük nimet. Ben nasıl can veririm!” diye düşünürken nefesi iyice kesilmişti. Dehşetle boğazındaki görünmez ipi çözmeye çalıştı. Dayanamayıp hemşirelerden yardım istedi. Gelip serumuna ilaçlar enjekte ettiler. Biraz rahatladı.

Dört gün hastanedeki odada yalnız başına kaldı. Normalde hiçbir sağlık problemi yokken kılamadığı kadar mânevî lezzeti yüksek namazlar kıldı. Günden güne açılan boğazına rağmen âilesi ile görüşmek hâricinde telefonla meşgul olmadı. Ömrünün, kum saatinin kumları gibi telefon tuttuğu parmaklarının arasından kayıp boşa gittiğini hayal etti. Hâlbuki daha yapmak istediği bir sürü şey vardı. Severek yaptığı ve annesinden öğrendiği dikiş dikmeyi ilerletecek ve kendi butik tesettür dükkanını açacaktı daha... Aslında şimdiye usta olurdu, vakit kaybetmemiş olsa. Abisiyle Recep ayının başında başladıkları tefsir okuma yarışı da bitmemişti. Daha ilk cildin başında bir kenara koyuvermişti. Telefona harcadığı vakti ona harcasa, en az üç cilt biterdi şimdiye… Yapılacaklar listesini uzattıkça uzattı, uzattıkça üzüldü. Ne çok şeyi, hattâ hayatı kenara koyup sahte bir dünyada vakit kaybetmişti. Bu duygularla kendini yiyip bitirirken doktor güler yüzü ile odasına girdi.

“-Müjdemi isterim, hanım kız. Testlerinizin sonucu negatif. Muhtemelen stresin boğazına vurmuştu, bak o da kalmadı zaten... Karantinana evinde devam edeceksin artık. Geçmiş olsun.”

Üzerinden ölümün ağırlığını attı. Sanki ölümsüz yaşama müjdesi almış gibiydi. Günlerdir hâl hatır soran, merak edenlere bu haberi vermeliydi. Hastane yatağında son bir selfie çekti, not ekledi: “Sonuçlar negatif, ama artık ben pozitifim!”

 

Ayşe Nezihe BERRAK

ayneziheberrak@gmail.com

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle