Göz Nûrum

Namaz, Allâh’a îmânın alâmeti, O’nu sevmenin ispatı, O’nun davetini ciddiye almanın işaretidir… Namaz, Rabbü’l-Âlemîn’in biz kullarına ihsanda bulunduğu sayısız nîmetlerine edeceğimiz teşekkürün elle tutulur, gözle görülür ifadesidir.

Namaz, Peygamberimize îmandan sonra ilk öğretilen farz ameldir. Mîraç gecesine kadar iki vakit hâlinde iki rekât olarak farz kılınmış ve mîraçla beş vakit olarak tescillenmiştir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile namaz arasına bir daha ömrünün sonuna kadar hiçbir şey girememiştir. Ne yolculuk, ne uykusuzluk, ne hastalık, ne de savaş...

Peygamber Efendimiz’in de buyurduğu gibi, “Namaz, gözümüzün nûrudur…” (Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 10; Ahmed, Müsned, III, 128, 199)

Nisâ Sûresi’nin 102 ve 103. âyet-i kerîmelerinde de buyrulduğu üzere, savaş esnasında bile namazı terke izin verilmemiş, nasıl kılınacağı en ince ayrıntısına kadar âyet-i kerîmelerle tarif edilmiştir. Savaşta bile terkine ruhsat verilmeyen bu denli önemli bir ibadeti, biz hangi bahaneye sığınarak kolaylıkla terk edebiliyoruz?

Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

“Her kim namazı korursa, o, kendisi için kıyamet günü bir nûr, bir rehber ve büyük bir kurtuluş vesîlesi olur. Ama kim ona devam etmezse, onun için ne bir nûr, ne bir rehber ne de bir kurtuluş olmaz. Kıyâmet gününde ise o kişi, Kârun’la, Firavun’la, Hâman’la ve Übeyy bin Halef ile beraber haşrolur.” (Ahmed, Müsned, II, 169; Dârimî, Rikâk, 13)

Namazı ihmal eden, dinini ayakta tutmakta zorlanır. Hadîs-i şerîfte, “Namaz, dinin direğidir.” buyurulmuştur. (Beyhakî, Şüabü’l-Îmân, 3, 39)

Îmanla küfür arasındaki en büyük perdedir, namaz… O hâlde, Cennet’in yolu, namazı hakkıyla ikâme etmekten geçiyor. Allah korusun, Cehennem’e giden yol da namazı ihmal veya terk etmekten…

Cenâb-ı Hak, münâfıkların namaza çağrıldıklarındaki gevşekliklerini şöyle anlatıyor:

“…Onlar (münâfıklar), namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allâh’ı da pek az hatıra getirirler.” (en-Nisâ, 142; ayrıca bkz: et-Tevbe, 54)

Namaz, müslüman, akıllı ve ergen olan bütün erkek ve kadınlara farzdır.

Kimlere namaz farz değildir?

Ergenlik dönemine kadar çocuklara, delilere, ölülere ve kâfirlere namaz farz değildir. Başka bir ifadeyle, çocuk değilsen, deli değilsen, ölü değilsen, kafir değilsen namaz kılmakla yükümlüsün demektir.

Bir âlime sormuşlar:

“-Namaz kılmayana kâfir denir mi?”

Şöyle cevap vermiş:

“-Namaz kılmayana kâfir denmez, ama kâfirler namaz kılmazlar.”

Namaz, mü’min olmanın ispatıdır. Îmânın gereğidir. Namazını bilerek terk eden kişi, tabiî olarak Cenâb-ı Hakk’a karşı isyana düşmüş demektir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Îman demek, namaz demektir. Kim ki namaz için kalbini boşaltır ve o namazı îtinâ ile, vaktine ve sünnetine dikkat ederek muhafaza ederse, işte o mü’mindir.” (Râmûzü’l-Ehâdîs, sh:193, sıra: 10)

Dünyada var olmamızın gayesidir namaz... Bizi yaratan ve yaşatan Allah, dünyaya getiriliş sebebimizin, kendisine kulluk olduğunu bildiriyor:

“Ben, cinleri ve insanları, ancak Bana (ibadet ve itaatle) kulluk etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 57)

Gerçekten Allâh’a kul olmanın en müşahhas (somut) işaretidir namaz... Namaz, bütün organlarımızla, “Allâh’ım, ben Senin kulunum!” demektir. Yaratılış gayemize uygun yaşamanın göstergesidir. Yaratıcımızı tanımak, nefsin esaretinden kurtulup, Rabbimizin emrine boyun eğmektir.

Namaz, bayramdır kul olana… Kul olduğunun huzuruna varmaktır.

Huzurda durup, huzur aramak, huzuru bulmaktır.

Namaz, Sevgililer Sevgilisi ile buluşmaktır.

Rükû rükû, secde secde arz-ı hâl eylemektir.

“…Secde et ve yaklaş!” (el-Alak, 19) buyuran Rabbimize yaklaşıp sırrımızı âşikâr etmektir.

Asr-ı saâdette, Allah Rasûlü’nün rahle-i tedrîsinden geçen sahâbe-i kiram efendilerimizin kılmış olduğu namaz ile bizim kılmış olduğumuz namazları düşünelim, aradaki farkı görüp gerekli hisseleri almaya çalışalım.

Allah Rasûlü’nün de hazır bulunduğu Zâtü’r-Rika’ Gazvesi’ndeki bir çarpışmada, müslümanlardan biri müşrik bir adamın muharebe yerinde bulunan hanımını öldürmüştü. Kadının kocası da misilleme olarak mutlaka bir müslüman öldürmeye yemin etmişti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile arkadaşlarının peşinden onları izlemeye başladı. Allah Rasûlü akşam üstü bir yerde konaklama hazırlığı yaptı ve yanındakilere sordu:

“-Bu gece istirahatimizde bize kim bekçilik yapacak?”

Muhâcir ve ensârdan iki sahâbî cevap verdiler:

“-Yâ Rasûlâllah! Biz, sizler için nöbet tutarız.”

“-Öyleyse şu vadinin giriş kısmında bekleyin.”

Bu iki gönüllü, Ammar bin Yâsir ile Abbâd bin Bişr idiler. Gece nöbetine duracakları sırada ensârdan olan Abbâd, muhâcirlerden olan Ammâr’a:

“-Gecenin hangi bölümünde nöbette olmamı istersin?” diye sordu. O da:

“-Gecenin ilk bölümünde benim yerime sen bakıver.” dedi.

Bu karardan sonra muhâcir, kendi nöbeti gelinceye kadar arkadaşının yanına uzanıverdi. Nöbetteki ensar da, vaktini değerlendirmek için gece namazına durdu. Bu sırada hanımı öldürülen müşrik de yakınlardaydı. Namaza duran adamı fark etti ve onun nöbette olduğunu anladı. Bir ok atıp namazdaki adama isabet ettirdi ve ardından ok atmaya devam etti. Nöbetçi sahâbî üçüncü okla ağır yaralanmıştı. Derhal rükû ve secdeleri yapıp namazını tamamladı ve arkadaşını uyardı:

“-Kalk artık, kalk! Ben yaralandım arkadaş, hareketten kesildim!..” dedi.

Ammar, yerinden fırlayınca, okçu müşrik de korkup uzaklaştı. Abbâd’ı bu hâlde gören Ammar, hayretle olup biteni sordu:

“-Fesübhânallah! Sana ilk ok atılınca beni uyandırsaydın ya!” dedi. Abbâd ise:

“-Okumakta olduğum bir sûrenin ortalarında idim. Onu kesmek istemedim. Eğer Rasûlullâh’ın bize verdiği nöbetçiliğe zarar gelmeyecek olsaydı, canım da çıksa okuduğum sûreyi kesmezdim.” dedi. (Ebû Dâvûd, Tahâret, 78/198; Ahmed, Müsned, III, 344; Vâkıdî, I, 397)

Onlar ki namazda okuduklarının mânâsıyla meşgul ve Rabbiyle sohbet ettiğinin farkında iken, bizler ise namaz dışında unuttuklarımızı namazda hatırlıyor ve onunla namazımızı zedeliyoruz, maalesef…

Namazı önemsemek, hakkını vermek, yaşadığımız müddetçe her türlü menfî şartlar altında bile bütün erkânı ile îfâ ve ikâme etmeye çalışmak; yani ona sabırla, huşûyla devam etmek gerekiyor…

Rabbimizden hepimizi, namazı huşû ve huzur içinde büyük bir mânevî lezzet alarak hakkıyla ikâme eden ve namazına dâim olan kulları arasına dâhil eylemesini niyâz ediyoruz.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle