Efendimiz Ümmet İçin Rahmettir

Mescid-i Nebî’ye giriş âdâbındandır; Kubbetü’l-Hadrâ’nın hizasında, Mescid-i Nebî’nin avlusuna girer girmez, hâlis bir muhabbetle:

“-Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Rasûlâllah!

Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Habîballah!

Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ seyyide’l-evvelîne ve’l-âhirîn

Ve selâmün ale’l-mürselîne ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn.” diyerek Peygamber Efendimizi selâmladıktan sonra:

“-Allâhümme iftah lî ebvâbe rahmetik: Allâh’ım rahmetinin kapılarını bana aç.” diye duâ etmek…

Âlemlere rahmet olarak gönderilen[1] Peygamber Efendimizin huzurunda rahmet kapılarının açılmasını dilemek, en feyizli duâdır, akıl edebilirsek dikkate şâyandır.

“O, rahmetini dilediğine tahsis eder. Ve Allah, «büyük fazl» sahibidir.” (Âl-i İmrân, 74) âyet-i kerîmesi ile, rahmetin öyle herkese kolayca verilen bir şey olmadığı, kişiye verilebilecek en büyük nîmetin de “rahmet” olduğu anlaşılmaktadır. Rahmet Peygamberi’nin huzurunda, herkese değil, dilediği kimselere rahmetini veren Cenâb-ı Hak’tan rahmet istemek, hem de rahmet kapılarının hepsinin açılmasını istemek, insanı muhabbet ve heyecandan cûşa getirir.

Çisil çisil yağan, toprağı suya kandırıp, tohumu yeşerten, ruhlara şifâ veren, kâinâta nefes aldıran yağmura “rahmet” denir. Yağmur, bülbülün üstüne düşse sesini güzelleştirir, gülün yaprağına düşse, kokusunu artırır. Yağmur, akrebin, yılanın üzerine isabet etse zehirlerini azaltır. Rahmet, konuk olduğu her şeyi hayır yönünde büyüten bir “çarpan” gibidir. Rahmet olan yağmurun, kâinatta meydana getirdiği değişiklik ve güzelliklere bakınca rahmetin, kişide bulunan güzellikleri kat kat artırma, kötülükleri ise azaltma özelliğine sahip olduğu görülür.

Yağmur, rızık gibi maddî nimetlerle birlikte, îman, İslâm, nübüvvet, Kur’ân, mağfiret ve Cennet türünden olmak üzere Kur’ân’da sayılamayacak kadar çok olduğu ifade edilen ilâhî nimetlerin hepsi, “ilâhî rahmetin muhtevâsı içinde” yer alır. İncelik, ihsan, bağışlama, acıyıp esirgeme rahmetin tecellîlerindendir. Kur’ân-ı Kerîm’de ilâhî rahmetin her şeyi kuşattığı[2] belirtilirken, bir kudsî hadiste:

 “Benim rahmetim, gazabımı aşmıştır.”[3] buyrularak rahmetin sonsuz madeninin Cenâb-ı Hakk’ın katından olduğu bildirilir. Gökyüzünden yeryüzüne, güneşinden yıldızlarına, hayvanatından, nebâtâtından yağmuruna, yavrusunu şefkatle kucağına alan anne kalbinden, dinlenmemiz için yaratılan geceye, aldığımız nefesten içtiğimiz suya kadar binlerce ihsan, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetindendir. Cenâb-ı Hakk’ın peygamberler göndermesi, kitaplar indirmesi, kullarını bağışlaması, cennetine dâhil etmesi gibi sayısız ilâhî nîmet, Allah Teâlâ’nın rahmetindendir.

Bu kadar kıymetli bir iksir olduğundandır ki; Cenâb-ı Hak, rahmetini sadece dilediklerine verir. Peygamber Efendimiz’in âlemlere rahmet olarak gönderilmesi, Cenâb-ı Allâh’ın kullarına rahmetinin en önemli tecellîsidir.

Peygamber Efendimiz, örnek ve mükemmel bir ahlâkî şahsiyet sahibi insan olarak yaratılmıştır. Ümmetine olan düşkünlüğü:

“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (et-Tevbe, 128) âyeti ile birlikte:

“Peygamber mü’minlere kendi canlarından daha yakındır…” (el-Ahzâb, 6) âyeti, Peygamber Efendimiz’in bizi bizden daha çok düşünüp üzerimize titrediğinin en büyük delilleridir.

Bu, büyük bir rahmettir. Efendimiz, bütün gayreti ile insanların dünyada ve âhirette saâdet içinde bulunmaları için her türlü güçlüğe, sıkıntıya göğüs germiştir. İnsanların, îman ehli olmalarını o kadar çok istemiştir ki, bu hususta kendisini harap edecek noktaya[4] gelmiştir.

* * *

Peygamber Efendimiz, “rahmet peygamberi” olduğu için, “müslümanların iç dünyasını îman ile nûrlandırmak, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak, müslümanları günahlardan uzaklaştırıp tevbenin, bağışlanmanın, iki cihan saadetini yakalamanın yollarını öğretmek, yardımlaşma, dayanışma, birlik ve beraberlik içinde iyiliği artıran, kötülükten uzak duran kardeşlikle örülmüş bir toplum inşa etmek” uğruna büyük bir mücadele sergilemiştir.

 Allah Rasûlü, rahmet peygamberidir. Tebliğ vazifesi, zaten başlı başına bizler için büyük rahmettir. Hadîs-i şerîfte:

“Benim ve Allâh’ın bana verdiği vazifenin durumu, bir kavme gelip:

«-Ben, düşman ordusunu gözlerimle gördüm. Ben apaçık bir uyarıcıyım. Derhal kaçıp kurtulun!» diyen kimsenin hâline benzer.

Kavminden bir kısmı onun uyarısına itaat etmiş ve geceleyin yavaşça kaçıp kurtulmuş; bir kısmı ise yalanlamış ve oldukları yerde sabahlamıştır. Düşman ordusu sabah gelip onları yok etmiştir. İşte bana itaat edip getirdiğime tâbî olan kimsenin misâli ile bana isyan edip getirdiğim hakikati yalanlayanın misali buna benzer.” buyrulmuştur. (Buhârî, İ’tisâm, 2; Müslim, Fedâil, 16)

 O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; bütün bu yönleriyle “âlemler için bir rahmet”tir; müşrikler için bile... Peygamber Efendimizin anlattıkları karşısında öfkelenip, azabın hemen gelmesini isteyen Ebû Cehil:

“-Allâh’ım, eğer bu, Senin katından gelen bir hakikat ise, gökten başımıza taş yağdır veya bizi elîm bir azâba uğrat!..” demiştir de bunun üzerine:

“Hâlbuki Sen içlerinde iken Allah onlara azâb edecek değildir, istiğfar ettikleri hâlde de Allah onlara azâb edecek değil.” (el-Enfâl, 33) âyet-i kerîmesi nâzil olmuştur.

* * *

Abdullah bin Amr bin Âs -radıyallâhu anhümâ-’dan rivayet edildiğine göre, “Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Allah Teâlâ’nın, Hazret-i İbrahim peygamberin ümmeti için murâd ettiği:

“Rabbim, putlar insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir.” (İbrahim, 36) âyet-i kerîmesi ve Hazret-i Îsâ’nın ümmetinin affı için ettiği duâ olan:

“Eğer kendilerine azâb edersen, şüphesiz onlar Senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan şüphesiz Sen izzet ve hikmet sahibisin.” (el-Mâide, 118) âyet-i kerîmesini okuyunca ellerini kaldırmış ve:

«Allâh’ım! Ümmetimi koru, ümmetime acı!» diye ağlayarak duâ etmiştir.

Bu durumu, en ince ayrıntısına kadar bilen Yüce Mevlâmız, Cebrâil -aleyhisselâm-’ı Peygamber Efendimize gönderip:

«-Git ve Rasûlüme niçin ağladığını sor?» buyurmuşlardır.

Cebrâil -aleyhisselâm-’ın dönüp durumu haber vermesi üzerine Allah Teâlâ:

«-Ey Cebrâil! Rasûlüme git ve ona şu sözümüzü ilet!» buyurmuşlardır ve bu Peygamber Efendimizin bizler için büyük bir rahmet olduğunun ifadesidir:

«Ümmetin konusunda Seni râzı edeceğiz ve Seni aslâ üzmeyeceğiz.»” (Müslim, Îmân, 346)

Peygamber Efendimiz ümmeti için büyük bir rahmettir.

“Biz herhangi bir peygamberi gönderdikse, sadece Allâh’ın izniyle itaat edilsin diye gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman Sana gelip günahlarına mağfiret dileselerdi, Peygamber de onların bağışlanması için duâ ediverseydi, elbette Allâh’ı tevbeleri çokça kabul eden ve merhametli bulacaklardı.” (en-Nisâ, 64) âyet-i kerîmesi ile istiğfarlarına Peygamber Efendimizi ortak eden, Efendimizin de bu hususta duâ ettiği günahkâr kulların kesin affedileceği ifade edilmektedir. Bu durum, Peygamber Efendimizin hatırının, Cenâb-ı Hak katında âlî olduğunun işaretidir.

* * *

Uhud Savaşı’nda Peygamber Efendimizin sözünü dinlemeyip, Okçular Tepesi’ni terk ederek, kazanılmakta olan savaşı kaybedilme noktasına getiren, Efendimizin çok sevdiği amcası Hazret-i Hamza -radıyallâhu anh- ile çok kıymetli sahâbîlerin şehid edilmelerine sebep olan ashâb-ı kirâm hakkında:

“Allah’ın rahmeti sayesinde Sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar Senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık Sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşâvere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allâh’a tevekkül et, (O’na dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân, 159) âyet-i kerîmesi nâzil olmuştur.

Allâh’ın rahmetindendir ki, Peygamber Efendimiz sözünü dinlemeyen sahâbesini affetmekle kalmamış:

“-Allâh’ım! Onları bağışla.” diye duâ da etmiştir. Bu duâ, sahabîler için öyle büyük rahmet olmuştur ki, üzüntüden kahrolmak üzere olan mübareklerin gönüllerine sekîne inmiş, îman ve muhabbetleri artmıştır.

Peygamber Efendimiz ümmeti için rahmettir.

“Onların mallarından sadaka al ki, onunla kendilerini temizlersin, tertemiz edersin. Bir de haklarında hayır duâ et. Çünkü Senin duân kalplerini yatıştırır. Allah işitendir, bilendir.” (et-Tevbe, 103) âyet-i kerîmesi ile Tebük Seferi’ne katılmayan, fakat nefislerini de temize çıkarmayıp hatalarını beyân eden sahabîler hakkında Cenâb-ı Hakk’ın vereceği hüküm beklenirken, günahkâr üç sahâbînin, olanca genişliğine rağmen dünya kendilerine dar gelmiş ve tevbelerinin kabulü, belli bir zaman almıştır. Tevbelerinin kabul edilmesi ile birlikte onların sadaka vermesi, Efendimizin de onlar için duâ etmesi, gönüllerinin yatışmasına, nefislerinin tezkiyesine sebep olmuştur.

* * *

Bugün denirse ki; “Rasûlullah aramızda yok, biz şimdi ne yapalım?”

Biz de şöyle deriz: Ettiğimiz tevbe için Peygamber Efendimizi vesîle etmek, bizim için de rahmet olacaktır. İşlenen günahın affı için edilen samimi tevbe ve bu âyete icâbet ederek verilen her sadaka, mânen Allah Rasûlü’nün bizler için duâsını da celbeder inşâallah... Ümit ederiz, Rabbimiz de gönlümüze göre af, mağfiret, ikram ve ihsânını nasip eder.

Peygamber Efendimiz ümmeti için rahmettir. Câbir bin Abdullah -radıyallâhu anh-’ın rivâyet ettiğine göre, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Benden önceki peygamberlerden hiçbirine verilmeyen beş şey bana verilmiştir:

Ben düşmanımın içine bir aylık mesafeden korku salma yardımına mazhar oldum. Yeryüzü bana mescid ve temiz kılındı; ümmetimden namaz vaktine kavuşan herkes bulunduğu yerde namazını kılıversin. Ganimetler bana helâl kılındı. Her peygamber sadece kendi kavmine gönderilirken ben bütün insanlığa gönderildim. Ve bana şefaat verildi.” (Buhârî, Salât, 56; Müslim, Mesâcid, 3)

Abdullah bin Amr -radıyallâhu anhümâ- ezberlemek maksadıyla Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den işittiği her sözü yazıyordu. Sahâbeden bazıları:

“-Sen Rasûlullah’tan işittiğin her sözü yazıyorsun. Hâlbuki Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de nihayetinde bir insandır, hoşnut iken konuştuğu gibi öfkeli iken de konuşur.” diyerek onu uyarmak istediler.

Abdullah, bu uyarıları Efendimize iletince, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- parmağı ile ağzını işaret ederek:

“-Sen yazmaya devam et! Yemin ederim ki, buradan doğru sözden başkası çıkmaz.” (Ebû Dâvud, İlim, 3) buyurmakla birlikte şunu da eklemiştir:

“-Ben öfkeli iken ümmetimden kime incitici söz söyler ya da bedduâ edersem; (neticede) ben de Âdemoğullarından biriyim. Onların öfkelendiği gibi ben de öfkelenirim. Fakat Allah beni ancak âlemlere rahmet olarak göndermiştir.” demiş ve ardından:

“-Ey Allâh’ım! Benim böyle bir tavrımı, kıyamet gününde o kişi için bir rahmet vesîlesi kıl!” diye duâ etmiştir. (Ebû Dâvûd, Sünnet, 10)

* * *

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ümmeti için büyük bir rahmettir.

“Ey Allâh’ın kulları! Kardeş olun! Müslüman, müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez, onu terk etmez ve onu küçümsemez…” buyurduktan sonra kardeşlik hukukuna riâyetin takvâ alâmeti olduğunu bildirip, göğsüne işaret ederek üç kez:

“-Takvâ işte burada.” buyurmuşlardır. (Müslim, Birr, 32)

Bu hadîs-i şerîf ile insanların kardeşlik hukukuna riâyet etmelerinin toplumda barış ve huzuru sağlayacak en büyük rahmet olduğu ifade edilmiştir.

Rahmeti, Allâh’ın dilediği kullarına vereceği, Kur’ân-ı Kerîm’de beyân edilmekle birlikte, büyük bir rahmet olarak buna kimlerin ulaşabileceği de:

“Allâh’a ve Peygamber’e itaat ediniz ki, rahmete kavuşabilesiniz.” (Âl-i İmrân 132) âyetiyle açıklanmıştır.

A’râf Sûresi 156. âyet-i kerîmenin devamında, bu rahmete hak kazanacakların vasıfları, “ümmî olan o Rasûl ve Nebî’ye ve O’nunla indirilen Kur’ân’a (nûr), Allâh’ın âyetlerine îman edenler, Rasûl’e tâbî olup saygı gösterenler, O’nu destekleyenler, kötülüklerden sakınanlar, zekât verenler” olarak belirtilmiştir. (Bkz: el-A‘râf, 157)

* * *

“Yaratan, rahmetini kahrından üstün saydı;

Ne olurdu hâlimiz, gözyaşı olmasaydı?

Rahmânî ilhamla yoğrulan Necip Fâzıl’ın bu mısrâları, gözyaşının rahmeti celbedici yanı olduğunu edebî bir dille anlatmaktadır. Gözyaşı, rahmeti celbeder de nûru artırır; nûr îman olarak kalbe yerleşir. O nûr cehennem ateşini söndürür. Nârı (ateşi), su değil; rahmet olan nûr söndürür. Hazret-i Mevlânâ’nın dile getirdiği gibi:

“Gel ey gönül! Hakîkî bayram, Cenâb-ı Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e vuslattır. Çünkü cihânın aydınlığı, O mübârek varlığın cemâlinin nûrundandır.” (Mesnevî, c: 6, 1861)

Hâlis muhabbet, rahmet sebebidir. Allâh’ım! Rahmet kapılarını bizler için aç. Rahmet et bizlere de… Efendimiz’e vuslatımız, hakikî bayramımız olsun. Âmin…

 

[1] el-Enbiya, 107.

[2] el-A’râf, 156.

[3] Buhârî, Bed’ü’l-Halk 1, Tevhîd 55; Müslim, Tevbe, 14-16.

[4] Bkz: el-Kehf 6; eş-Şuarâ, 3.

PAYLAŞ:                

Fatma Hale Sagim

Fatma Hale Sagim

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle