Çocukların Peygamberi (Sav)

Peygamberlik, en büyük muallimlik… Peygamberler en başarılı, insan eğitimcileri… Bu mânâda Peygamber Efendimiz’in eğitim metotları, insanlara verdiği değer ve bakış tarzı, başlı başına belki onlarca kitapta anlatılabilecek kadar çok ve çeşitli misallerle günümüze kadar aksetmiş durumda…

Biz de bu nebevî metotların, insanın en çok şekillenmeye müsait olduğu devreye, yani çocukluk devresine nasıl nakşedildiğini bir kere daha hatırlamak istedik. Bu hususta kuru kuru nasihat ve teoriye dalmadan, hayatın içinden, yaşanan örneklerle ve yaşayanların dilinden “Peygamber Efendimiz” ile “Çocukları” buluşturduk…

O İki Cihan Seyyidi, hem bütün insanlığın, hem kadınların, hem zayıf ve güçsüzlerin, hem de “çocukların peygamberi” idi. O devrin çocuklarının gönlünde kocaman taht kuran Allah Rasûlü’nün örnek ahlâkı ve eşsiz terbiye metotları…

Günümüzde çocuklarına ulaşmak için bir “ortak dil” arayan anne-babalara belki faydası olur diye…

Ama bu yazımız, özellikle çocuklar için… Büyükleri tarafından anlaşılmaktan mahrum, meramını dile getirmekten âciz; hep masum, hep masum bütün çocuklar için…

* * *

1) Çocuklara sevgimizi söz ve fiille ifâde etmeliyiz.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne’ye hicret ettiği zaman O’nu, büyük-küçük, genç-yaşlı büyük bir kalabalık, heyecan ve sevinçle karşılamıştı. Bu esnada Medîneli genç kızların dudaklarından bir anda “Talea’l-Bedru” diye başlayan şiirler döküldü. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu manzara karşısında çok duygulanarak onlara:

“-Beni seviyor musunuz?” diye sordu.

Çocuk ve genç kızlar, hep bir ağızdan:

“-Vallâhi çok seviyoruz.” cevabını verdiler. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onların bu ruh hâline mukabele ederek:

“-Allah kalbimi biliyor ya, ben de sizleri çok seviyorum.” Buyurmuş ve bu sözünü üç kere tekrarlamıştı. (İbn-i Mâce, Nikâh, 21; Diyarbekrî, I, 341)

* * *

Günlerden bir gün Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sevgili torunlarını bağrına basıp koklayarak öpüyor ve bir taraftan da kendisini hayranlıkla izleyen ashabına:

“-Bunlar benim bu dünyadaki iki reyhanımdır.” diyordu. (Bkz: Buhârî, Menâkıb, 27; Tirmizî, Menâkıb, 31)

* * *

Başka bir defasında yine kucağındaki çocukları şefkatle bağrına basıp öperken bir adam, bu durumu yadırgayıp şöyle dedi:

“-Benim on çocuğum var, ama doğrusu hiçbirini kucağıma alıp bir kere bile öpmedim.”

Peygamber Efendimiz, bu adamın tuhaf cümlesine şu karşılığı verdi:

“-Allah, senin kalbinden merhameti söküp almışsa, ben ne yapabilirim? Unutma, merhamet etmeyene, merhamet olunmaz!..” (Bkz: Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fezâil, 65)

 

* * *

Üsâme -radıyallâhu anh- için Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Üsâme, en sevdiğim insandır.” iltifatında bulunmuştu. (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe fî Mârifeti’s-Sahabe; I, 79)

Bundan dolayı Ashâb-ı kirâm, onu, “Peygamber’in Sevdiği” mânâsına gelen “Mahbûb-i Rasûl” diye isimlendirmişlerdir.

* * *

Peygamber Efendimiz, çocuklara sevgimizi belli etmek hususunda şöyle buyurmuştur:

“Çocuklarınızı çokça öpün. Çünkü size her öpücük için Cennet’te bir derece verilecektir.”

 

2) Peygamberimiz, söylediği hakîkatleri önce bizzat yaşayarak göstermiştir.

“En güzel nasihat, örnek olmaktır.” düstûrunca, çocuklarımıza yüklemek istediğimiz her güzel vasfın, öncelikle kendi hayatımızda olmasına itinâ göstermeliyiz.

Meselâ; çocuğumuzun yalan söylemesini istemiyorsak öncelikle bizim hayatımızda yalanın olmaması gerekir. Abdullah bin Âmir -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:

Bir gün Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bizim eve gelmişti. O zamanlar henüz çocuktum ve oynamak için sokağa çıkmıştım. Annem:

“-Abdullah! Buraya gel! Bak sana ne vereceğim!” diyerek beni çağırdı. Peygamber Efendimiz anneme:

“-Ona ne vereceksin?” diye sordu. Annem de:

“-Bir hurma vereceğim.” dedi.

Bunun üzerine Efendimiz, anneme şunu söyledi:

“-Eğer çocuğa bir şey vermeseydin, senin hakkında «Bir yalan söyledi.» diye yazılacaktı.” buyurdular. (Ebû Dâvud, Edeb, 80/4991)

* * *

Çocuğumuzun adâletli olmasını istiyorsak, önce bizim başta ailemiz olmak üzere her hususta adâlete riâyet etmemiz gerekir. Bu hususu, Hazret-i Ali Efendimiz’den gelen bir rivâyetle izah edelim:

“Peygamber Efendimiz, bir gün bizi ziyarete gelmişti. O akşam yanımızda geceledi. Hasan ve Hüseyin uyuyorlardı. Bir ara Hasan uyandı ve su istedi. Derhal kalkan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bardağa su koyup getirdi. Bu arada Hüseyin de uyandı ve suyu önce o içmek istedi. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise, suyu Hasan’a verdi.

Bunun üzerine Fâtıma Vâlidemiz dayanamayarak:

“-Hasan’ı, Hüseyin’den çok seviyor gibisin babacığım?!” deyince, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Hayır, önce Hasan istediği için ona verdim.” dedi. ( Ahmed bin Hanbel, I, 101; Heysemî, IV, 153)

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, büyük-küçük farkı gözetmeden adâletli davranmış ve çocuklara bizzat kendisi yaşayarak bu değerleri öğretmiştir.

Aynı zamanda çocuklar arasındaki adâletli tutum ve davranışları ile kardeşler arası kıskançlığa da engel olmuştur. Bilinen bir gerçektir ki, birisine meyledip diğeri ile ilgilenmemek, çocuklar arasındaki en büyük kıskançlık sebeplerinden birisidir.

 

3) Çocuklarla kaliteli zaman geçirmeliyiz.

Çocuklara verilen eğitim, bir ders edâsı içinde yapılamaz. Onunla oyun oynarken, onunla zaman geçirirken verdiğiniz sessiz mesajlar, aslında en önemli derslerdir. Bu yüzdendir ki, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Çocuğu olan, onunla çocuklaşsın.” buyurmuşlardır. (Deylemî, III; 513)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gerek kendi kızlarını, gerekse torunlarını mübârek omuzlarına alarak dolaştırmıştır. Bazen de bineğinin terkisine bindirdiği bir çocukla tatlı tatlı sohbet etmiş ve bu esnada kendini değerli hisseden çocuğa kıymetli nasihatler vererek onun gönül âleminde kalıcı izler bırakmaya çalışmıştır.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, mescide giderken karşısına çıkan çocukların ellerinden tutarak onları yanında namaza götürürdü. Namaz esnasında sırtına binen torunlarının oyun zevkini bozmamak için secdelerini uzatır, rükû ve secdeye giderken onları yan tarafına bırakır, kıyâma kalkarken de yine kucağına alırdı. Küçücük çocukların ayaklarını böylelikle mescide alıştırır, onların mescidde oyun oynamalarına izin vererek, onların gönüllerine mescid sevgisini yerleştirirdi.

 

4) Onlara yaptığımız hayır duâları sesli söyleyerek, onlara duyduğumuz sevgimizin uhrevî olduğunu hissettirmeliyiz.

Üsâme -radıyallâhu anh- şöyle rivâyet etmiştir:

“Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- beni bir dizine, torunu Hasan’ı da diğer dizine oturtur, sonra bağrına basarak kucaklardı. Bizi öptükten sonra da şöyle duâ ederdi:

“-Rabbim, ben bunları çok seviyorum. Bunlara karşı çok merhametliyim. Sen de onlara merhamet eyle…”

Anne ve babanın, evlâdı hakkındaki duâları, peygamberlerin ümmeti hakkındaki “serîü’l-icâbe” yani sür’atle kabul olan duâsı gibidir.

 

5) Farz-ı Ayn ilimleri öğrenme mevsimini kaçırmamalıyız.

Bir baba, çocuğuna, “zarûrât-ı dîniyye”yi, yani en az îmânını koruyacak ve dînî vecîbelerini yerine getirebilecek kadar dînî bilgiyi öğretmelidir. Kendisi öğretemiyorsa, öğretecek ehil ve güvenilir bir hocaya teslim etmelidir. Bu, evladının hem dünya, hem de âhiret saâdetini düşünen her babanın en mühim vazifesidir.

 Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Ehline namazı emret. Kendin de ona sabır ile devam et!..” (et-Tâhâ, 132)

Hadîs-i şerîflerde de şöyle buyrulmuştur: 

“Çocuğun babası üzerindeki haklarından birisi de, aklı erince ona namazı öğretmesidir.” 

* * *

İnsan ömrü, Peygamber Efendimiz’in yaşadığı Mekke ve Medîne devrine benzer. Mâlum olduğu üzere Mekke devri on üç yıldır, Medîne devri de on yıl...

İnsan, doğumundan on üç yaşına kadar tıpkı Mekke devresinde olduğu gibi sadece îmân etmek ve namaz kılmakla sorumludur. Bilindiği üzere Mekke devrinin onuncu yılında namaz farz kılınmıştır. Demek ki, insan, on üç yaşına kadar îmân ve namazı hayatına yerleştirebilirse, hayatının kalan kısmında Allâh’ın emirlerini yerine getirmek, kendisine zor gelmez. Bu yüzden Gönüller Sultanı Efendimiz, bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmuştur:

“Çocuğa yedi yaşındayken namaz kılmayı öğretiniz. On yaşına bastığı hâlde kılmazsa, cezâlandırınız.” (Ebû Dâvûd, Salât, 26; Tirmizî, Mevâkît, 182)

Ebû Dâvud’daki başka bir hadîs-i şerîf de şu meâldedir:

“Çocuk yedi yaşına girince, namaz kılmasını söyleyiniz.” (Ahmed bin Hanbel, II, 180, 187)

Bu iki hadîs-i şerîfte de, çocuklara verilmesi gerekli bazı eğitim ve öğretim esasları ele alınmaktadır.

Bunlardan birincisi, yedi yaşına basan çocuğa namazın öğretilmesidir. Dînin yaşandığı bir âile çevresinde yetişen çocuk, etrafını tanımaya başladığı günden itibaren namazla da tanışır. Kulluğu en güzel şekilde temsil eden bu ibadet, onun da ilgisini çeker. Zaten eğitimciler, erken yaşlarda çocuğun, îman esaslarını tam öğrenmeden, ibadet ve duâya daha meyilli ve istekli olduklarını söylemektedirler. Bizler de pek çok kereler, iki-üç yaşındaki çocukların, anne ve babalarının yanında onlar gibi eğilip kalkarak namaza iştirak ettiklerini görmüşüzdür. Bu da onlardaki tabiî ve fıtrî “taklid meylini” ortaya koymaktadır.

Bu yüzden eğitimin en güzel şekli, çocuğa tavsiye edilen hâlleri, bizzat yaşamak ve ona canlı örnek olmaktır. Böyle yapıldığı takdirde çocuk, namazın tıpkı oturup kalkmak, yemek-içmek gibi tabiî bir hâl olduğunu görür ve namaz kılmadığı zaman kendisinde bir eksiklik bulunduğunu hissetmeye başlar.

Dindar çevrede yetişen çocuk, namaz kılmayı yedi yaşına kadar zaten öğrenmiş olur. Bu durumda anne-babaya düşen vazife, onun bazı eksiklerini tamamlamaktan ibarettir. Yedi yaşına kadar namaz kılmayı öğrenmeyen çocuklara ise, namazın en önemli ibadet olduğu anlatılarak namaz eğitimi verilmelidir. Bazı sûreler ve duâlar öğretilmelidir.

Yedi yaş sınırı konusunda, kız ve erkek çocukları arasında fark yoktur. Evimizde veya câmide cemaatle kılınan namazlar, namaza alışmadaki en kolay yoldur. Bu yüzden anne ve babalar, çocukları, câmiden, cemaatten, umre ve hac gibi toplu ibadetlerden mahrum etmemeli, “Onlar ne anlarlar canım, daha yaşları çok küçük!” dememelidirler. Zira kendi zihnimizi ve hâtıralarımızı yokladığımızda görürüz ki, bizde iz bırakan ibadet hâtıralarının pek çoğu küçük yaşlarda elde ettiklerimizdir. Oruca, namaza, câmi ve cemaate, mevlid ve kandillere dâir çocukluk hâtıralarımız, âdeta mermere kazınmış gibi hâfızamızda yer etmektedir. Bu sebeple çocuklarımızın zihinlerini de bu güzel hâtıralarla şenlendirmeliyiz.

Çocuk evde, câmide normal şartlarda namaz kılmayı ister. Hattâ bunu severek yapar. Bütün mesele, onun bu arzusunu zorlamadan, baskı yapmadan geliştirmek ve zaman içinde daha şuurlu bir davranış hâline getirmesine yardımcı olmaktır.

Sadece çocukların değil, bütün âile fertlerinin de ibadete ve özellikle namaza ihtimam göstermesi de Kur’ân’ın üzerinde durduğu hususların başında gelir. Bu husus, birçok âyet-i kerimede haber verilmiştir.

Meselâ Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın duâsı ne kadar ibretlidir!.. Kur’ân-ı Kerîm’de, onun şöyle duâ ettiği haber verilir:

“Rabbim! Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle! Rabbimiz, duâmızı kabul buyur.” (İbrahim, 40)

Yine Lokman Sûresi’nde, hikmet sahibi bir baba olan Lokman -aleyhisselâm-’ın oğluna nasihatleri sıralanırken, namaz, en başta zikredilir:

“Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.” (Lokman, 17)

Unutmamalıdır ki, insanın on yaşına kadar bedeni hızla büyür. On yaşından sonra ise, nefsi hızla büyür; egosu, bütün benliğini sarmaya başlar. Bu yüzden “Ben büluğdan sonra namaza başlayacağım.” diyerek kendimizi aldatmamalıyız. Namaz ibadeti, hayatımıza yerleşince diğer ibadetleri yapmak, çok daha kolay gelecektir.

Diğer taraftan namazın çocuklukta, gençlikte ve daha sonraki hayatımızda bizi, kötülük ve günahlardan koruyan bir paratoner olduğu, hiçbir zaman hatırdan çıkarılmamalıdır. Çünkü âyet-i kerîmede:

(Rasûlüm!) Sana vahyedilen Kitâb’ı oku ve namaz kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allâh’ı anmak, elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı (hakkıyla) bilir.” (el-Ankebut, 45) buyrulmaktadır.

 

6) Eğitimde önemli bir husus da çocuklarımıza teşvik ve motive amaçlı olmak üzere hediye, ödül ve ikramlarda bulunmaktır.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu hususta ashâbına şöyle buyurmuştur:

“Çocuklarınıza ikramda bulunun ve onları güzel bir şekilde terbiye edin.” (İbn-i Mâce, Edeb, 3)

Kendisi de bütün çocuklara karşı çok cömert davranır ve onlara hediyeler verirdi. Habeş kralı Necâşî’nin hediye olarak gönderdiği altın yüzüğü, torunu Ümâme’ye hediye etmiş, Ümâme de bu hediyeyi, değerli bir hâtıra olarak hayatı boyunca saklamıştır.

* * *

Yine Rübeyyi isimli küçük kız çocuğuna da Bahreyn Kralı’nın gönderdiği hediyelerden bir avuç dolusu alıp:

“-Yavrucuğum, şunlar da senin olsun!” buyurarak hediye etmişlerdir.

* * *

Unutmayalım ki, “çocuklara muhabbet, ateşten korunmaya sebeptir. Onlara ikram, Sırat’tan geçmeye vesîledir. Onlarla birlikte yemek yemek, Cehennemden kurtuluş beraatıdır.”

 

7) Çocukların kusurlarını hoşgörülü yaklaşarak düzeltmek.

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne’ye geldiğinde hiç hizmetçisi yoktu. Üvey babam Talha, benim elimden tuttu ve beni Peygamberimize götürdü. O’na:

“-Ey Allâh’ın elçisi! Enes, zekî bir çocuktur, Sana hizmet etsin.” dedi.

Peygamber Efendimiz kabul etti. Efendimiz’in yanında tam on yıl süreyle hizmet ettim. Aslında her işim, O’nun benden beklediği şekilde değildi. Buna rağmen beni azarlamaz ve ayıplamazdı. Bu süre içerisinde bana, “Öf!” bile demedi. Yaptığım bir şeyden dolayı:

“-Neden böyle yaptın?” demediği gibi, yapmadığım bir şey sebebiyle de:

“-Niye şöyle yapmadın?!” demedi. (Bkz: Buhârî, Savm, 53; Müslim, Fedâil, 82)

* * *

Aynı hususta Peygamber Efendimiz, kıymetli eşi Hazret-i Âişe’ye şu tavsiyelerde bulunmuştur:

“-Ey Âişe! Yumuşak huyluluk bir şeye girdi mi, onu mutlaka tezyin eder. Eğer bir şeyden de çıkarılırsa, onu da mutlaka kusurlu kılar.” (Müslim, Birr, 78)

 

8) İbadetleri sevdirmek için ibadet yaptığımız zamanlarda çocukların yaramazlıklarını hoş görmek.

Sahâbeden Şeddâd bin el-Had -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Akşam veya yatsı namazlarından biriydi. Torunu Hasan veya Hüseyin’i sırtına alan Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yanımıza geldi, mihrâba geçti, çocuğu yere koydu, tekbir alıp namaza durdu. Biz de arkasında saf olup namaza durduk. Peygamberimiz secdelerden birini fazla uzatınca, başımı kaldırıp baktım. Bir de ne göreyim; çocuk secdeye varan Rasûlullâh’ın sırtına binmiş!.. Ben hemen secdeme döndüm. Namaz bitince cemaat:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü!.. Secdelerden birini uzatınca başınıza bir hâl geldi veya vahiy indi sandık.” dediler.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- durumu şöyle açıkladı:

“-Bunlardan hiçbiri olmadı. Fakat torunum namazda sırtıma bindi. O sırtımdan inene kadar öylece durdum. Oyununu bozmak istemedim.” buyurdular. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, III, 493; VI, 467)

 

9) Çocuklara haram ve helâl yiyecekleri öğretmek:

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:

Bir gün Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kucağında torunu Hasan olduğu hâlde mescidde zekât olarak toplanan hurmaları kontrol ediyordu. O esnada Hasan, hurmalardan birini alıp ağzına attı. Bunu gören Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- derhal müdâhele etti ve çocuğun ağzındaki hurmaları çıkarttırdı. Hasan’a:

“-(Bu sadakalar, insanların kirlerini gidericidir.) Bize sadaka helâl değildir. Biz sadaka maldan yemeyiz!” buyurdu. (Müslim, Zekât, 161)

Yine bir hadis-i şerifte de; “çocuğun babası üzerindeki haklarından birisinin, onu yalnızca temiz şeylerle rızıklandırması” olduğu bildirilmiştir.

 

10) Çocuğun yanlış davranışını düzelterek doğrusunu şefkatle anlatmak:

Râfî bin Amr -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır:

Ben küçükken bir gün Medîne’de Ensar’dan birinin bahçesindeki hurma ağacını taşladım. Bahçe sahibi beni yakalayıp Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna götürdü. O’nun beni cezalandırmasını ister gibiydi. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Ey Râfî! Niye başkasının hurmalarını taşlıyorsun?” diye sordu.

Ben de:

“-Karnım açtı. Açlık sebebi ile ey Allâh’ın Rasûlü!” diye cevap verdim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Bir daha ağaçları taşlama! Kendiliğinden dibine düşenleri alıp yiyebilirsin.” deyip başımı okşadı ve:

“-Allâh’ım! Onun karnını doyur ve suya kandır.” diye duâ etti. (İbn-i Mâce, Ticâret, 67)

* * *

11) Çocuklarımızın haklarına riâyet etmeliyiz.

Sehl bin Sa’d -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:

Bir toplantıda Peygamber Efendimize içecek bir şey ikram ettiler. Efendimizin sağ tarafında bir çocuk, solunda ise yaşlılar oturuyordu. Peygamberimiz, getirilen şeyi içtikten sonra sağında bulunan çocuğa dönerek:

“-İzin verirsen önce yaşlılara vereyim, onlar içsin.” dedi.

Çocuk, bu teklifi kabul etmedi ve:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Senden artanı, önce ben içmek isterim.” Dedi.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- içeceği önce ona verdi. O içtikten sonra da diğer insanlara dağıtılmasını işaret etti. (Buhârî, Eşribe, 19)

 

12) Çocuklara eşit muâmelede bulunmalıdır.

Çocuk terbiyesinde Peygamber Efendimizin titizlikle üzerinde durduğu bir husus da çocuklar arasında eşit muâmele yapılmasıdır. Çocuklara yapılan farklı muâmeleyi, “zulüm” olarak bildirmiştir.

Bir gün sahâbeden Nûman bin Beşir -radıyallâhu anh- çocuklarından sadece birisine bağışta bulunmuş, diğer evlâdını ise bundan mahrum bırakarak, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in de bu bağışa şâhit olmasını istemişti. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise ona:

“-Çocuklarının arasını eşit tut! Bunu geri al! Beni şâhit kılma; ben cevre (zulme) şehâdette bulunmam. Bu doğru değil, ben ancak hakka şehâdet ederim.” buyurmuştur. (Ebû Dâvud, Sünen, İcârât, 47; Müslim, Hibât, 10, 14, 19)

* * *

Ahmed bin Hanbel’den gelen bir rivâyette ise, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Çocukların, senin üzerindeki haklarından biri, onlara eşit davranmandır.” buyurmuşlardır.

Bu hadislere dayanan âlimler, çocuklar arasında, bir ebeveynin “ihsan ve hediyeden, öpücüğe varıncaya kadar, zâhire akseden her şeyde eşit davranmasının şart olduğu” hükmüne varmışlardır.

 

SONUÇ

Güzel bir terbiye verme, âiledeki eğitimin bel kemiğidir.

Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Ey îmân edenler! Nefislerinizi ve âilelerinizi, yakıtı taşlar ve insanlar olan ateşten koruyun!” (et-Tahrîm, 6)

 Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur:

“Bir baba, evlâdına güzel terbiyeden daha değerli bir mîras bırakamaz!” (Tirmizî, Birr, 33)

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle