Çocuklarımızı, Şeytan Ve Cinlerin Şerrinden Korumak

Çocuklarımıza mahremiyet eğitimi veriyoruz ve yabancı insanlarla nasıl görüşüp konuşacaklarını, sınırlarını öğretiyoruz ki, kötü niyetli insanlardan korunabilsinler. Bu mevzuda duâ ediyoruz, yol gösteriyoruz. Âmenna... Fakat asıl düşmanımız olan şeytanın şerrinden koruyabilmek için neler yapıyoruz? Bizimle uğraşıyor da çocuklarımızla uğraşmıyor mu dersiniz? Şeytan insanoğluyla, mükellef olduktan sonra uğraşmaya başlamıyor. Doğduğu andan itibaren, hattâ doğmadan önce, annesiyle uğraşarak ileriye dönük yatırımlar yapıyor. Şeytanın insanları yoldan çıkarma gayret ve tecrübesi, bizim annelik-babalık tecrübemizden daha fazla desem, yanlış söylemiş olur muyum, bilemiyorum?

Bizim kâinatta maddî boyutumuz olduğu gibi, mânevî boyutumuz da var. Dolayısıyla şeytanın ve cinlerin şerrinden kendimizi ve yavrularımızı muhafaza etmek de anne-babanın vazifesidir, sorumluluğudur. Şeytanın bize olan düşmanlığını, “...Apaçık düşmanınızdır.” (Yâsîn, 60) âyet-i kerîmesinden zaten biliyoruz.

Evlâdımızın bir arkadaşı, karşımıza dikilip bize şöyle dese:

“-Yemin ederim ki, çocuğunu kandırıp yoldan çıkarmak, türlü kötü alışkanlıklar edinmesi için elimden geleni yapacağım!”

Ne kadar ürkeriz değil mi? Ama şeytanın bunu bizzat söylediği Kur’ân-ı Kerîm’de bize bildiriliyor:

(Bunun üzerine İblîs şunları) söyledi: «Beni azdırmana karşılık, yemin olsun ki ben de kullarını saptırmak için Senin doğru yolun üzerinde (pusu kurup) oturacağım. Sonra onlara mutlaka önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Sen de onların çoğunu şükredici bulamayacaksın.»” (el-A‘râf, 16-17)

 Ehl-i Sünnet âlimlerine göre, insanlarla cinlerin de birbirlerine tesir etmeleri mümkündür.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de:

“Allah, onların hepsini bir araya topladığı gün, «Ey cinler (şeytanlar) topluluğu! Siz insanlarla çok uğraştınız!» der. Onların insanlardan olan dostları ise: «Ey Rabbimiz! Biz birbirimizden faydalandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık.» derler. Allah da buyurur ki: «Allâh’ın diledikleri (affettikleri) hâriç, içinde ebedî kalacağınız yer ateştir.» Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, bilendir.” (el-En‘âm, 128)

O hâlde varlığı ve tesiri, âyet ve hadislerle sâbit olan şeytanın ve cinlerin şerrinden yine Kur’ân ve Sünnet üzere nasıl korunabileceğimizi tespit etmeli ve bu konuda kendimizi ve âilemizi korumak için gayret etmeliyiz.

“Mâneviyat âlemimizde açılan bir gedik, onların sızmasına zemin hazırlayabilir. Zira cinler ve şeytanlar, insanların günah işleyerek açtıkları menfezlerden girerler ve onları çepeçevre kuşatırlar. Bu sebeple, işlenen her günah, şeytan ve habis cinlere açılan kapı ve pencere durumundadır.”[1]

Dolayısıyla biz ne kadar takvâlı olursak tesirlerini o kadar kırmış olacağız. Ve bu durum, çocuklarımıza da aynı derecede yansıyacaktır. Çocukların mânevî dünyası, bizim yapıp ettiklerimizden birinci derecede etkilenir. Ki aynı ortamda bulunan başka başka insanlar dahî birbirlerine tesir ederken, aynı evde zamanın çoğunu beraber geçirdiğimiz, kalbî olarak beraber olduğumuz, aramızda hiç kimseyle olmadığı kadar yoğun bir bağ bulunan evlâtlarımızın bizden ve bizim mânevî hâllerimizden etkilenmemesi mümkün değildir.

Bu sebeple insanın güzel hasletlerle bezenmesi gerekir. Bunun yolu da şeytanın tesir edeceği bir şekilde yalnız kalmamaktan, kendisini hayra ve güzele davet edecek ve tesir edecek güzel ortamlarda bulunmaktan geçer. Sâlihlerle beraber olmak mühimdir. Biz sâlihlerle, sâlih dostlarla bir arada olacağız ki, çocuklarımız da bundan istifade etsinler. Bu durum sadece bize değil, yavrularımıza ve evimize yansıyan bir nurdur.

Bunun dışında başka neler yapılabilir? Hadîs-i şerîflere bir bakalım:

“Yatağına giren kişi Âyetü’l-Kürsî’yi okuduğunda, Cenâb-ı Hak, o kimseye bir muhafız verir ve sabaha kadar şeytan o kimseye yaklaşamaz.” (Bkz. Buhârî, Vekâlet, 10)

“Evlerinizi kabristana çevirmeyiniz. Şüphesiz şeytan, içinde Bakara Sûresi okunan evden kaçar.” (Müslim, Müsâfirîn, 212)

Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:

“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allâh’a sığın! Çünkü O işitendir, bilendir.” (el-A‘râf, 200; Fussilet, 36)

“Takvâ sahibi mü’minler, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğunda (Allâh’ı hatırlar) durup düşünürler. Bir de bakarsın ki derhal gerçeği görüvermişlerdir.” (el-A‘râf, 201)

Bu anlamda düşündüğümüzde Allâh’ın zikrinden mahrum kalmak, hırsıza kapıyı açıp içeri buyur etmek gibidir.

Hadîs-i şerîflerde buyrulur:

“…Allah Teâlâ size, kendisini çokça zikretmenizi emretti. Bunun misâli şudur: Bir kişi düşünün, düşmanları peşinden süratle geliyor ve onu yakalamak istiyorlar. O zât, ancak sağlam bir kaleye sığınınca kendisini onlardan koruyabiliyor. Kul da böyledir. Kendisini şeytandan ancak Allâh’ın zikri ile koruyabilir...” (Tirmizî, Edeb, 78/2863; Ahmed, Müsned, IV, 130, 202)

“Kul Allâh’ı zikretmeye devam ederse, şeytana karşı, bu adamdan daha iyi korunmuş, daha muhkem bir yere sığınmış olur.” (Ahmed, Müsned, IV, 130, 202)

Bazı hadîs-i şerîfler de var ki, bize başka bir âlemin varlığını ispat eder ve bize bu âlemle iç içe yaşarken neler yapmamız gerektiğini bir bir söyler. Bunlardan bazıları şöyledir:

“Güneş batıp gece karanlığı bastığında, yahut akşamladığınız zaman, çocuklarınızı dışarı çıkmaktan men ediniz. Çünkü, şeytanlar, o sırada etrafa dağılırlar, faaliyete geçerler. Geceden bir saat/biraz zaman geçtikten sonra, çocukların eve gelmelerini sağlayın ve kapıları kapatın/kilitleyin ve Allâh’ın adını anın. Çünkü şeytan, kapalı bir kapıyı açmaz. Su kırbalarının ağzını bağlayın ve Allâh’ın adını anın. Yiyecek kaplarınızı -küçük bir örtüyle de olsa- örtün ve Allâh’ın adını zikredin. Ve çıralarınızı/lambalarınızı söndürün.” (Buhârî, Eşribe, 22)

Bir kimse tuvalete gireceği zaman üzerinde Allah Teâlâ’nın ismi yazılı yüzük ve buna benzer şeyleri bulundurmamalıdır. Tuvalete sol ayakla girmeli, sağ ayakla çıkmalıdır. Girmeden önce de şu duâları okumalıdır:

 “Allâhümme innî eûzü bike mine’l-hubsi ve’l-habâis.”[2]

(Allâh’ım! Pislikten ve şeytan gibi kötü yaratıklardan Sana sığınırım.)

“Allâhümme innî eûzü bike mine’l-hubsi ve’l-habâis ve eûzü billâhi minerricsi ve’n-necesi’ş-şeytâni’r-racîm.

(Allâh’ım! Pislikten ve pis olan şeylerden Sana sığınırım. Kovulmuş şeytanın murdar pisliklerinden de Allâh’a sığınırım.)

Hadîs-i şerîfte buyrulmaktadır:

“Tuvaletler şeytanların hazır bulundukları yerlerdir. Tuvalete girdiği zaman, cinler ile Âdemoğulların avret yerleri arasındaki perde, kişinin tuvalete girmek istediği zaman «Bismillâh» demesidir.” (İbn-i Mâce, Tahâret, 9/297)

Bu ifadelerin arasında şunu vurgulamak gerekir: Allah Rasûlü’nün bahsettiğinden bahsetmeye çekinecek değiliz. O İki Cihan Efendisi, bizi uyardı ise, elbette bir sebeb-i hikmeti vardır. Çocuklarımıza ise ne yapmaları gerektiğini öğretirken hadîs-i şerîflerde anlatılan sebeplerin hepsini açıklamaya gerek yoktur. Özellikle bu ifadelerin bazıları, küçük yaştaki çocukların kaldırabileceği konular değildir. “Bir şeyler öğreteceğiz.” diye gereksiz korkulara sebebiyet vermek, çocuğun hayal dünyasında ve psikolojisinde uzun vadeli başka zararlara yol açabilir. Bu işin en basit usulü, küçük çocuklarımıza eûzü besmeleyi öğretip bolca söylemelerini sağlamaktır.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Sizden biriniz banyo yaptığı yere idrar etmesin. Sonra bu idrar ettiği yerden abdest almasın. Vesvesenin çoğu bundan ileri gelir.” (Tirmizî, Tahâret, 1)

Nitekim Müslim’in rivayet ettiği başka bir hadîs-i şerîfte, “Her insanın meleklerden ve cinlerden bir yoldaşı bulunduğu” bildirilmiştir. (Müslim, Münafikîn, 69)

 Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; evlerde bırakılan çöplerin cinlerin toplantı yerleri olacağını bildirmiştir.[3] Dolayısıyla mümkün mertebe çöpleri biriktirmemek, abartmadan evin temizliğine de dikkat etmek güzeldir.

Korunmak için en önemli silahımız takvâ, duâ ve Allâh’a sığınmaktır. Allâh’ın izni ve bilgisi dışında tek bir zerre bile hareket edemez. Felak ve Nâs sûrelerinden de anladığımız üzere, bu husus, insanın kendi kendine, Allâh’a sığınmadan çözebileceği, kolay bir mesele değildir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de Ebû Zer -radıyallâhu anh-’a; “Cin ve insan şeytanlarından Allâh’a sığınmasını emretmiş ve akabinde de cinlerden olduğu gibi insanlardan da şeytanlar olduğunu” söylemiştir.[4]

Biz de Felak ve Nâs sûrelerinin meâliyle sözlerimizi noktalıyoruz:

“De ki: «Ben, karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran Rabbe sığınırım. Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfleyenlerin şerrinden ve hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden (Allâh’a sığınırım).” (el-Felak, 1-5)

“De ki: «İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların mâlikine, insanların (gerçek) ilâhına… İnsanlara kötü şeyler fısıldayan o sinsi vesvesecinin şerrinden. O ki, insanların göğüslerine (kötü düşünce, şüphe) vesvese verir. Gerek cin, gerekse insanlardan (olan vesvesecilerin şerrinden Allâh’a sığınırım.) (en-Nâs, 1-6)

Ayşe GÜNDÜZ

 

[1] Murat Kaya, Ebedî Yol Haritası İslam, Erkam.

[2] Buhârî, Vüdû, 9; Müslim, Hayz, 122,123.

[3] Abdürrezzak, Musannef, XI, 32.

[4] Nesâî, İstiâze, 48.

PAYLAŞ:                

Ayse Gunduz

Ayse Gunduz

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle