Afrikalı Mita

Allâh’ım, bana Kur’ân’ı güzelce öğreneceğim bir kapı aç!

AFRİKALI MİTA

 

Fussilet Sûresi’nin 33 ilâ 35. âyet-i kerîmelerinde şöyle buyurulur:

“Allâh’a çağıran, dîne ve dünyaya faydalı işler yapan ve «Ben Müslümanlardanım!» diyenden daha güzel sözlü kim vardır?

İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman göreceksin ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, kesinlikle sımsıcak bir dost oluvermiş! Bu neticeye ancak sabırlı olanlar ulaşabilir, yine buna ancak (faziletlerde) büyük pay sahibi olanlar nâil olabilir.”

Âyet-i kerîmelerde ifade edildiği gibi, insan, tabiatı itibariyle, ihsân ve iyiliğe mağluptur. İhsân edilen kimse, düşman ise, düşmanlığı zâil olur. Ortada ise, daha çok yakınlaşır; yakında ise muhabbeti ziyâdeleşir. Bu ayki röportajımız, âdeta bu âyet-i kerîmelerin günümüzde yaşanan bir tefsiri oluyor. İslâm’ı hakkıyla yaşamaya çalışan bir kimsenin güzel ahlâkı ile nasıl hidâyetlere vesîle olacağını, en güzel ve en tesirli tebliğin “hâl tebliği” olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Afrikalı Mita kardeşimiz, müslüman olarak Fâtıma ismini alan arkadaşının güzel ahlâkının tesirinde kalarak hidayet kapısının kilidini açmış ve sanki çilelerle süren hayatına sabrın bir mükafatı olarak İslâm’la müşerref olmuş, elhamdülillah!

Buyurun; çile, sabır ve şükür üçgeninde bir hayatın hidâyet hikâyesine şahit olmaya ve ibretle okuyup kendi hayatımızı da muhâsebe etmeye!

 

Sevgili Mita, İslâm’a kavuşana kadar hayatın nasıl geçti?

Çok teşekkür ederim, bana bu fırsatı verdiğiniz için… Liberyalıyım, 1967 doğumluyum. 3 çocuğum var; iki erkek, bir kız… Eşim vefat etti.

Türkiye’ye İslâm’ı öğrenmek için geldim. Kızım üniversiteden mezun oldu. Küçük oğlum liseye başlayacak, diğer oğlum da üniversitede okuyor.

İzin verirseniz sorunuzu cevaplamaya, çocukluğumu anlatarak başlamak isterim. Çok zor ve kötü şartlarda bir çocukluk dönemi geçirdim. Hatırladıkça hâlâ gözyaşlarıma hâkim olamam. Çünkü ne çocukluğumu, ne de gençliğimi yaşayabildim. Âilem çok fakir ve eğitimsizdi. On beş kardeştik. Kültürümüzde çok eşlilik çok yaygındır. Bu yüzden çok kardeşiz. Devlet okulunda okudum. Okulumun bulunduğu bölgede maden ocakları vardı.

Âilem beni çok küçük yaşlardayken, Fransa’da kölelik yapmış, asimile olmuş, sonra Liberya’ya dönmüş Afrikalı-Fransız bir âilenin yanına verdiler. Beni kaç yaşında verdiklerini hiç hatırlamıyorum. Ben kendimi o âilenin çocuğu zannediyordum.

14-15 yaşlarında o âilenin çocuğu olmadığımı öğrenmiştim. Bu benim için çok büyük bir üzüntü olmuştu. Okulum öğleden sonraydı. Ben sabahın erken saatlerinde kalkar, bir köle gibi onlara hizmet ederdim. Bir evin işini çeviremeyecek kadar küçük olmama rağmen yemek dâhil, her işi ben yapardım. Çoğu zaman işleri yetiştiremediğim için okula göndermezlerdi.

Gönderdikleri zaman da okul ihtiyaçlarımı almazlardı. Okul üniformam bile yoktu. Arkadaşlarıma:

“-Eski üniformalarınız varsa bana verir misiniz?” derdim.

Bazı arkadaşlarım eski üniformalarını verince evin hanımı onu alır, makasla giyilemeyecek şekilde keserdi. Okulumu birincilikle bitirdiğim hâlde, beni mezuniyet programıma bile göndermemişlerdi.

İşte böyle evin hanımı sürekli bana kötü davranırdı. Yemeğin tuzunu yanlışlıkla biraz fazla kaçırsam, benim önüme az bir yemek koyup içine çok miktarda tuz koyarlar ve:

“-Sen nasıl olsa tuzu çok seversin, hadi ye!” diyerek eziyet ede ede bana onu yedirirlerdi. Bir bardağı yıkarken kırsam:

“-Bu bardağı ödeyeceksin!” derlerdi.

Tabiî, benim onu ödeme imkânım olmadığı için beni acımasızca döverlerdi. Bazen bu eziyetlere dayanamaz, evden kaçardım. Ama gidecek bir yerim olmadığı için o eve tekrar çaresizce dönerdim. Evin hanımı, eskiden bana böyle eziyet etmezdi. Üç oğlu vardı, sonra bir kızları dünyaya geldi. Ondan sonra evin hanımı çok zâlim birisine dönüştü. 15 yaşıma kadar gerçek anne-babamı hiç görmedim. Beni hiç arayıp sormadılar, ziyaret etmediler. (Ağlıyor.)

Bir gün bulaşık yıkarken büyük cam bir kâseyi yıkıyordum, elimden kaydı ve kırıldı. Evin hanımı bana:

“-Ya bu kâseyi ödersin ya da ödemezsen seni ölünceye kadar kırbaçlayarak döverim!” dedi.

Ben de ilk fırsatta evden kaçtım. Beatris adında iyi kalpli bir komşumuz vardı, bana yapılan eziyetleri görüyordu. Arada beni evine gizlice çağırır ve karnımı doyururdu. Bu defa evden kaçınca onun evine sığındım. Beni evine aldı, bir odada iki hafta boyunca sakladı. O odadan hiç çıkmadım. Beni iki hafta boyunca aradılar. Ararlarken komşuları da tehdit ediyorlardı.

“-Eğer sizden biriniz Mita’yı saklıyorsa, onu mahkemeye veririz.” diyorlardı. Komşu âile, beni iki hafta sakladıktan sonra gizlice kendi annesinin şehrine gönderdiler. Çünkü beni bulsalardı, herkesin tahmin ettiği gibi öldürene kadar döverlerdi.

 

Allah korusun, velev ki sizi döverken öldürseler, kanunlar bu insanlardan hesap sormuyor muydu?

Bizim ülkemiz gelişmiş bir ülke değil! Kanunlar pek tesirli değil. Yani güçlü ve zenginsen her şeyi yapabilirsin, kimse de hesap sormaz. Hapse atılsa bile para verir, hemen çıkarlar.

Daha sonra Beatris’in âilesinin yanında, başka şehrin bir ilçesinde yaşamaya başladım. Burası çok işlek bir caddeye sahipti ve ticaretin aktif olduğu bir yerdi. Burada yedi ay kaldım. Bir gün markete gitmiştik. Orada arkamdan bir kadın bana seslendi. Benim kuzenim olduğunu söyledi. Meğer beni hizmetine alan üvey âilem, öz âilemle görüşüyormuş. Ama bana hiç söylememişti. Ben evden kaçınca da benim evden kaçtığımı onlara haber vermiş.

Âilem benden uzun müddet haber alamayınca benim öldüğümü düşünmüşler. Kuzenim beni tanıyormuş, ben onu hiç bilmiyordum. Ben ona:

“-Ben seni tanımıyorum!” dedim.

“-Senin adın Mita! Şu âilenin yanında kalıyordun, fakat o âile senin gerçek âilen değil! Senin gerçek âilen şu kimseler… Ben senin kuzeninim. O kadın bizi aradı, senin evden kaçtığını bize haber verdi.” diye bilgi verdi.

Beatris:

“-Bu kadına inanamayız. O seni tanısa da sen onu tanımıyorsun!” dedi.

Sonra kuzenim benim kaldığım eve geldi. O âileye para verdiler. Beraber yemekler yedik. Kuzenime iyice güvenimiz arttı. Bir hafta sonra onunla kendi âilemin yanına döndüm. Üç buçuk saatlik bir yolculuğun ardından âilemin yanına ulaştık.

 

Nasıl bir duygu? Birden gerçek bir âilen olduğunu öğreniyorsun, onları görünce ne hissettin?

Annem-babam, beni görünce ağlamaya başladılar. Onları ilk defa gördüm. (Ağlıyor.) Ve onlara ilk sözüm:

“-Beni niye attınız? Neden başkasına verdiniz? Neden gözetmediniz?”

Gerçek anneme, hiç “anne” demedim.

“-Sen beni hiç kızın olarak görmemişsin; ben hayatta kalabilmek için süründüm!” dedim. “Eğer gelip beni ziyaret etseydiniz hâlimi görür, acır, geri alırdınız!” dedim.

Annem de ağlayarak:

“-Baban seni benden aldı, götürdü. Hiçbir zaman kime verdiğini söylemedi!” dedi. “Seni nasıl bulabilirdim ki?!”

 

Babanıza sordunuz mu, neden sizi arayıp sormamış?

Bizim kültürümüzde babalar, ilâh gibidir; yaptıkları veya söyledikleri sorgulanmaz. Onun karşısında konuşulmaz. Karısı da, çocukları da babadan çok korkar. Ben yine de babama sordum, o da telefonla aradığını söyledi. O kadın:

“-Sağlığı çok iyi, okula gidip geliyor. Bir eksiği yok!” diyormuş.

Babam da inanmış demek ki… Bir de benim kaldığım şehir ile âilemin yaşadığı şehir arası üç buçuk saat ve seyahat etmek de pahalı… Bu yüzden de gelememiş olabilirler.

 

Âilenin yanında kalmaya başlayınca hayatın düzene girdi mi?

O yıl okula başlayamadım. Ama ertesi yıl tekrar okula yazıldım. Sekizinci sınıftan başlamış oldum. Her gün yürüyerek uzak mesafedeki okuluma gidiyordum. Annem de evde yemek yapıp evin ihtiyaçlarının giderilmesinde yardımcı oluyordu. Henüz on altı yaşındayken, bir gün okuldan dönerken, babam yaşlarında bir adam bana:

“-Nereye gidiyorsun?” diye seslendi.

Ben cevap vermedim. Üzerimdeki formadan hangi okulda olduğumu anlayıp müdürümden ben ve âilem hakkında bilgi almış. Ben yapılı bir kız olduğum için benim evlilik çağında olduğumu düşünmüş.

Âilemle kilisede tanışmış, babama benimle evlenmek istediğini söylemiş. Eşi vefat etmiş birisiydi. En büyük çocuğu bile benden çok büyüktü. Yani yaşlı bir adamdı. Âilem bana söylediğinde önce kabul etmemek için çok direndim, ağladım.

“-Ben okumak istiyorum, hem o adam çok yaşlı!..” dedim.

Babam beni çağırdı:

“-Biz seni o adamla nişanladık.” dedi. “Hem bu adam seni istediğin kadar okutacağına söz verdi. Bizim durumumuz pek iyi değil. Belki seni gelecek yıl bile okutamayabiliriz!” dedi.

Ben de babama:

“-Bana bakamayacağın için beni satıyor musun? Ben onunla evlenmek istemiyorum. Sen benim hayatımı bir kere mahvettin; yaşlı bir adamla evlendirerek bir kere daha mı mahvedeceksin!” dedim.

Babam:

“-O zaman ben de seni başka birisine veririm!” dedi.

Annem ağlayarak bana nasihat etti:

“-Kızım, baban seni yine başka bir âileye verecek ya da sen evden kaçacaksın, yine bir yerlerde zor bir hayatın olacak! Aynı sıkıntıları tekrar mı yaşamak istiyorsun?! Bu zengin adamla evlen, en azından evinin hanımı olursun. Maddî sıkıntın olmaz. İstediğin okulu okursun!” dedi.

Müstakbel eşim, oradaki çok büyük bir fabrikanın muhasebecisiydi. Çok iyi bir geliri vardı. Ve ben sekizinci sınıftayken bu adamla evlendim.

Böylece evlilik hayatım başlamış oldu. Evde aşçım ve hizmetçilerim vardı. Ben her gün okula gidiyordum. Eşim beni sabah okula arabasıyla bırakır, akşam işten dönerken de beni okuldan alırdı. Liseyi derece ile bitirdim, burs kazandım. Ama eşim bundan sonra okula devam edemeyeceğimi söyledi. Çok tartıştık, benim içimde çok büyük okuma aşkı vardı.

Daha sonra dayımın yardımı ve desteği ile başka bir şehre gittim. Yöneticilik ve İşletme Bölümü’nü okumak üzere üniversiteye başladım. Eşim bana darıldı. Sadece hafta sonları görüşüyordum. Böylece üniversiteyi bitirdim, bir şirkette çalışmaya başladım. Sonra eşimin işleri bozuldu, benim yanıma geldi. Benim maaşımla geçinmeye başladık. Hayatın hiç böyle olacağını beklemezdik, ama oluyor işte… Ben çalışmak için okumamıştım, fakat çalışmak durumunda kaldım. Bu evlilikten üç çocuğum oldu. Eşim iyi bir insandı. Beni çok severdi. Çocuklarımızı da çok severdi. Bir müddet sonra da vefat etti.

 

İslâm’la nasıl tanıştınız?

Ben hıristiyan bir âilede büyüdüm. Çevremdeki herkes hıristiyandı. Bir şirkette CEO’luk yapıyordum ve yüksek maaş alıyordum. Hıristiyanların yoğun olduğu bir bölgede yaşıyorduk. Müslüman olmama, Fâtıma isimli bir arkadaşım vesîle oldu. O da bizimle aynı bölgede yaşıyordu. O bölgede az müslüman bulunmasına rağmen Fâtıma, daha çok bizimle beraberdi. Fâtıma, müslümanların bayramında bizim yanımıza gelir, bize hediyeler getirirdi. Hastalandığımızda ilk ziyarete gelen de yine Fâtıma olurdu. Hiç kimse ona yardım etmese de o herkese yardım ederdi. Biz İslâm’a karşı çok ön yargılıydık; Fâtıma’yı görmemize rağmen İslâm’ın kötü bir din olduğunu düşünüyorduk. Bu yüzden müslümanlarla mümkün olduğunca görüşmemeye çalışırdık.

Ben çok aktif bir insandım, ne zaman Noel gelse, hıristiyanları organize eder, hepsini bir araya toplardım. İnsanların eğitimi için seminerler organize ederdim. Fâtıma da benim bu aktifliğimi bilirdi. Yanıma sık sık gelirdi. Bu kadar iyilik, ilgi ve yakınlığına rağmen müslüman olduğu için onu hiç sevmezdim!

Fâtıma bunu hissetse de bizden vazgeçmez, her üzüntümüzde ya da sevincimizde mutlaka bunu bizimle paylaşırdı. Çok ikram ederdi. Onun başına bir hâl gelse biz onun üzüntüsünü paylaşmak için yanına gitmezdik. Onu yakından tanımaya hiç çalışmadım.

 

İslâm hakkında bu kadar ön yargılı olmanızın sebebi iç savaşlar mıydı?

Hayır. Biz İslâm’ı semâvî bir din olarak görmüyorduk. Arapların kendilerinin çıkardığı, barbarların inandığı, sert mizaçlı, kötü insanların dîni olarak düşünüyorduk. Hıristiyanların çoğu böyle düşünüyordu. Bizim ülkemizin % 2’si müslüman… Dolayısıyla İslâm’ı yakından tanıma imkânımız çok azdı.

Bizim bölgemizde 14 yıl boyunca iç savaş oldu. Bir buçuk yılda ebola virüsü yayıldı. Çok ölen oldu. Pek çok dul kadın ve yetim ortada kaldı. Fâtıma bu dul kadınlara ve yetimlere de çok yardım ediyordu. O müslümandı, biz hıristiyandık; hiçbir ortak noktamız yoktu. Böyle olmasına rağmen herkese insan olarak çok değer verirdi.

Ebola virüsünün böylesine yayıldığı dönemde ben çalışmıyordum. İşten ayrılmıştım, hazır param bitmiş ve hasta olmuştum. Evdeydim. Fâtıma çalıştığım yere gelmiş, benim hasta olduğumu öğrenmiş, benim evime ziyarete geldi.

“-Mita, ben seni uzun zamandır göremedim, nasılsın?” diye sordu.

Ben onun evine hiç gitmediğim gibi, hiçbir zaman “Nasılsın?” diye hatırını bile sormamıştım, müslüman olduğu için… O ise benim yokluğumu fark etmiş, ziyaretime gelmiş, hem hatırımı soruyor, hem de:

“-Neden doktora gitmedin?” diyordu.

Param bittiği için gidemediğimi söyledim. Bunun üzerine beni hastaneye götürdü, tedavi masraflarımı ödedi. Ben bu kadar iyiliği şaşkınlıkla seyrediyordum.

Biz ona ayrımcılık yapıyor, hıristiyan olmadığı için kendisini sevmiyor, dışlıyorduk. Kilise bile hıristiyanları zenginlik derecesine göre sever. Kilisede zengin olanların oturduğu yerler bile ayrıdır. Herkes zenginliğine göre kiliseden ilgi görür. Fakirlerin oturduğu yer ayrıdır.

Fâtıma’nın gönlü kiliseden bile daha geniş, bütün insanlara şefkat ve merhametle doluydu. Fâtıma bizden çok farklı bir âlemin insanıydı sanki... O insanları ayırmazdı, kimin bir problemi varsa, kendi problemi gibi görür ve elinden geldiği kadar onu çözmeye çalışırdı.

Hastaneden dönünce Fâtıma’ya şaşkınlıkla:

“-Sen gerçekten de müslüman mısın? Müslümanlar çok kötü insanlar… Sen çok iyi birisin. Hattâ bizim rahipler bile senin kadar iyilik yapmamıştır. Paran yoksa rahipler bile seni insan yerine koyup değer vermez. Sen müslüman olduğuna emin misin?! Senin kadar iyi bir insan müslüman olamaz!..” dedim. O da:

“-Bak başımda başörtüm var, ben müslümanım!” dedi.

Bunun üzerine:

“-Senin bu güzel ahlâkın, dîninden kaynaklanıyorsa, ben de müslüman olmak istiyorum. Beni hemen müslümanların kilisesine götür!” dedim.

Fâtıma çok şaşırdı.

“-Ciddî misin?” dedi.

“-Evet, çok ciddîyim.” dedim. “Çünkü ben senden daha iyi bir insan ve daha güzel bir müslüman olmak istiyorum.”

Fâtıma kalktı, bana sarıldı.

“-Allah, sana bu güzel niyetini gerçekleştirmen için yardım etsin, kardeşim!” dedi.

Benim müslüman olmamın tek sebebi, Fâtıma’nın güzel ahlâkıydı. İyilikte sınır tanımayan, cömert bir insan... Bana kitapların sayfalarca anlatmak isteyip de başaramayacağı her şeyi, yaşantısıyla anlatmıştı. Çünkü İslâm hakkında hiçbir bilgiye sahip değildim.

Ben de müslüman olunca Fâtıma gibi olmaya gayret ediyorum. İslâm insanlarla arasına duvar örmüyor. Onları zengin-fakir olarak ayırmıyor ya da birisinin başka dinden olması, ona iyilik yapmaya ve iyiliğini kabul etmeye engel değil!..

2015’te müslüman oldum. Sonra Fâtıma’ya:

“-Müslüman olmak için hangi duâları ezberlemem lâzım?” ve “Mescide ne kadar ücret ödemem gerekiyor?” diye sordum. O da:

“-Hiçbir ödeme yapmana gerek yok!” dedi.

Ben şaşırmıştım. Çünkü hristiyanlığa girmek isteyen kişinin, önce kiliseye para ödemesi gerekir, sonra vaftiz olmak için yine para öder.

Ben bir an önce müslüman olmak istediğimi söyledim. O da:

“-Şimdi değil, Cuma günü gideriz!” dedi.

Sonra bana gusül abdesti almayı öğretti.

“-Müslümanların vaftize ihtiyacı yok, kimse senin vücuduna dokunmayacak!” dedi.

Ben gusül abdestimi aldım. Cuma günü geldi. Bana:

“-Hazır mısın müslüman olmaya?” dedi. Ben de:

“-Hazırım!” dedim.

Beraber mescide gittik. Fâtıma, imama benim müslüman olmak istediğimi daha önceden haber vermiş. O da hazırlık yapmış. İmam Cuma namazından sonra beni yanına çağırdı. İmam bana:

“-Ben ne yaparsam, sen de onu yap!” dedi.

Yanına oturdum. Birlikte kelime-i şehâdeti getirdik. Sonra müslüman oldum, elhamdülillah! Kelime-i şehâdet getirirken kalbimde büyük bir ferahlık hissettim. Sanki kalbim çok sıcak bir yerde bunalmışken, birisi kalbimin üstüne buz koymuş gibiydi. Müthiş bir heyecan ve ferahlık hissettim. O gece içimdeki sevinç ve heyecanın coşkusu ile hiç uyuyamadım.

İlk namazım da Cuma namazı idi. İmama:

“-Sonraki namazları nasıl kılacağım?” dedim.

“-İkindi namazı için saat dörtte mescide gel!” dedi.

Ben saat dörtte mescide gelenlerin ilkiydim. Bir hafta boyunca vakit namazlarımı kılmak için mescide gittim. Her zaman ilk gelen ben oluyordum. Çünkü müslüman olduğumda imamın bana ilk nasihatı:

 “-Namazını ihmal etme! Onu vaktinde hemen kıl!” olmuştu.

Namaz kılınca içime ekstra bir mutluluk doluyordu. Namaz ibadeti bana hiç zor gelmedi, elhamdülillah! İmam bana:

“-Allâh’a çok şükret, ölmeden önce müslüman oldun!” dedi.

Bu da büyük nîmet, elhamdülillah! Tek üzüntüm, müslüman bir anne-babanın çocuğu olarak dünyaya gelmeyişim. Keşke ben de müslüman bir âile içinde doğsaydım.

 

Bunda da bir hayır vardır. Belki müslüman âileden doğsaydın İslâm’ın kıymetini bilemeyecektin. Maalesef müslüman âilede doğup kâfir olan da var.

Müslüman olduktan sonra iki ay içinde tesettüre girdim. Evimin içinde bile başımı örtüyorum. Uyurken başörtüm ayrı, dışarı başörtüm ayrı... Başörtüsü benden bir parça oldu, hayatımın hiçbir karesinde çıkarmıyorum, elhamdülillah!

 

Müslüman olduktan sonra neler yaptınız?

Müslüman olduktan sonra Fâtıma altı ay boyunca gücü yettiği kadar bana İslâm hakkında bilgiler vermeye çalıştı. Ben de okumayı, öğrenmeyi çok severim. Müslüman olunca da İslâm hakkında İngilizce kitaplar aldım ve İslâm’ı aşkla öğrenmeye başladım.

Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmek, anlamak ve bilmeyenlere öğretmek istiyordum. Müslüman olduğum ilk günden itibaren:

“-Allâh’ım, bana Kur’ân’ı ve İslâm’ı çok güzel öğreneceğim, sonra da öğretebileceğim bir kapı aç!” diye duâ ettim.

Allah bu duâmı kabul etti ve bana Türkiye’ye gelip Fasl-ı Bahar Kursu’nda İslâm’ı öğrenmeyi nasip etti. Buraya geldiğimde “Elif-bâ” dahî bilmiyordum. Güçlü bir eğitime ihtiyacımız var, insanlar mescide geliyor, başları da örtülü… Fakat kolları açık, bacakları görünüyor. Doğru eğitim çok önemli!..

Ben buraya geleceğim sırada, kariyerimde çok önemli noktadaydım. Üniversitede işletme bölümünde master yapıyordum ve bitirmeme altı ay kalmıştı. Allah bana buraya gelme fırsatını açınca, çocuklarım:

“-Gitme, kariyerini yarıda mı bırakacaksın?!” dediler. Ben de:

“-Hayır! Bu benim duâmdı. Allah duâmı kabul etti, gitmeliyim!” dedim.

Gerçekten kalpten ne istersen Allah onu sana veriyor. İnsan isterse, gayret ederse; niyetini temiz tutar, Allâh’ı gönülden severse, Allâh’a yaklaşır ve O’nun dostu olabilir. Allah için hiçbir şey zor değil!

Müslüman olduğumdan beri hafta içi her gün oruç tutuyordum, sadece hafta sonu ara veriyordum. Buraya geldiğimden beri de teheccüd namazımı bırakmadım. Teheccüdden sonra burada öğrendiğim derslerimi tekrar ederim. 2015 Kasım ayında müslüman oldum, o zamandan beri duâma devam ediyorum. O sıralarda üç ay boyunca oruç tuttum, her orucumda duâm şuydu:

“Allâh’ım bana Kur’ân’ı ve İslâm’ı hakkıyla öğrenebileceğim bir fırsat ver!”

Allah da bu duâmı kabul etti, elhamdülillah!

 

Buraya hangi vesîle ile geldiniz?

Bir gün evimden arabayla merkeze gidiyordum. Muhammed Kurman isimli bir adamla Liberya’da dolmuşta tanıştım. Ben önde oturuyordum. Arkada da dört tane adam kendi aralarında konuşuyordu. İçlerinde Muhammed Kurman da vardı. O diğerlerine:

“-Ben yeni müslüman olmuş, Kur’ân’ı ve İslâm’ı öğrenmek isteyen insanları arıyorum!” diyordu.

Ben de dikkatlice onlara kulak misafiri oldum. Muhammed Kurman, bir yerde indi. Ben de hemen indim. Aslında orada inmeyecektim, onu takip etmek için indim. Sonra ona arkasından:

“-Af edersiniz, beyefendi!” diye seslendim.

Durmadı. Ben:

“-Lütfen!..” deyince durdu.

“-Ben takside sizi dinledim. Adınızı öğrenebilir miyim?” dedim.

Kendini tanıttı.

“-Ben de az önce duydum, Kur’ân öğretmek için yeni müslüman olan insanları aradığınızı duydum, ben ilk kişi olabilir miyim?” dedim.

“-Emin misin?” dedi Ben de:

“-Evet, eminim! Üç tane çocuğum var, ama Kur’ân için her şeyi arkada bırakabilirim. Ben 2015 yılında müslüman oldum. O zamandan beri Kur’ân öğrenecek bir yer arıyorum ve hiçbir fedakârlıktan kaçınamam!” dedim.

Evraklarımı hazırladım. Üç yeni arkadaş daha bulduk. Onlarla beraber buraya gönderildik. Buraya müslüman olduktan iki buçuk yıl sonra gelmiş oldum.

Eskiden beri gönüllü hizmet etmeyi çok severim. Yetimleri okutabilmek için kadınları organize ediyordum. Yoldaki arabaları yıkayıp kazandığımız para ile yetim çocukları okutuyorduk. Buraya gelmeden evvel her perşembe sabahı radyoda program yapıyordum, bildiğim kadarı ile İslâm hakkında bilgiler veriyordum. Arada bir, hıristiyanken bağlı olduğum kiliseye gidip oradakileri İslâm’a dâvet ediyordum:

“-Siz de müslüman olun. İslâm en temiz din!.. Mûsâ -aleyhisselâm- Allah’la konuşurken ona Allah «Ayakkabılarını çıkar.» dedi. Siz ise, kiliseye Allâh’a duâ etmeye geliyorsunuz, ama ayakkabılarınızla giriyorsunuz! İnsânî ihtiyaçlarınızı giderip temizlenmeden Allâh’a duâ ediyorsunuz!” diyordum.

Eski iş arkadaşlarım ben müslüman olunca benimle irtibatı kestiler, konuşmuyorlar. Ben onlara:

“-Tamam, müslüman olduktan sonra işimi, arkadaşlarımı kaybetmiş olabilirim. Fakat ben gerçek mutluluğu ve huzuru İslâm’da buldum! Siz de müslüman olursanız siz de gerçek huzuru, mutluluğu onda bulursunuz…” diyorum.

 

Kursa ilk geldiğinizde neler hissettiniz?

İlk bir hafta zorlandım. Ancak sonra o kadar çok sevdim ki:

“-Burada on yıl bile kalabilirim!” dedim.

Tam duâmda istediğim gibi bir yerdi. Hocalarımız bizi burada evimizde gibi hissettiriyor ve siz Türkler çok misafirperversiniz. Burada dünyanın çeşitli ülkelerinden müslümanlar var. Aynı cennette de böyle olacağız; ırklarımız, renklerimiz ayrı… Fakat hepimiz aynı gâye için, aynı yerde olacağız inşâallah... Ayrıca burada hocalarımızdan sabrı ve tevekkülü öğreniyoruz; her milletten her insanın ayrı bir hâli var, onlar hepsine sabırlılar...

Biz buraya geldiğimizden beri hiçbir hocamızın saçını, boynunu görmedik. Çok güzel tesettürleri var! Bizim ülkemizde insanlar içlerini gösteren kıyafetlerle mescide geliyor, bilmedikleri için… Burada İslâm doğru bir şekilde yaşanıyor. Bu da insanlara gösteriyor ki, İslâm yaşanabilir bir din…

 

Burada Türk gençleri de görüyorsunuz; dergimiz vasıtası ile gençlerimize bir mesaj iletmek ister misiniz?

Buradan genç müslümanlara seslenmek istiyorum: Hayatınızda Allah için bir gâyeniz olsun! Eğer gâyeniz olursa, Allah size mutlaka bir yol açacaktır. Bu mânâda Peygamber Efendimizin hayatı bize çok güzel örnek!.. O mükemmel hayatı öğrenmelerini isterim.

Bu güzel dinde Allah ile konuşmak istediğimde hiç kimseye ihtiyacım yok! Doğrudan Allah’la kendin konuşuyorsun! Müslüman olduğum zaman imama dedim ki:

“-Bana Allah’la konuşmayı öğret!..” O da bana:

“-Allah’la konuşmak için özel bir şeye gerek yok! Güzelce abdestini al, niyet et, namaz kıl, dua et. Ne istiyorsan niyet et, içinden geçenleri söyle!”

Zikir yaparak, duâ ederek, kendi kendime Allah’la konuşabileceğimi söyledi. Hâlbuki Hıristiyanlık’ta böyle değil! Biz rahibe para öderiz, “Benim için şu konuda duâ et, Tanrı’dan benim adıma şunu iste!” deriz. Rahibin duâyı edip etmediğini de bilmiyoruz tabiî…

Müslüman olunca mescidlerde dikkatimi çeken şey, herkesin omuz omuza, yana yana durması oldu. Kilisedeki gibi kast sistemi yok; zenginlik ve fakirliğe göre de ayrılmıyor insanlar… Herkes istediği yere oturuyor. “Burası senin yerin, benim yerim!” diye bir şey yok! Saflarda beyaz-siyah yan yana oturuyor, hiç kimse bundan rahatsız değil… Müslüman gençlere:

“-İslâm’ın güzelliklerinin farkına varın ve bu güzellikleri yaşayarak şükredin!” demek isterim.

 

İslâm, hayatınızda neler değiştirdi?

Hıristiyan iken sadece kendim için yaşıyordum. Bütün hıristiyanlar öyledir; herkes sadece kendisi için yaşar. Paylaşmak nedir bilmiyordum. Bu benim hayatımın en büyük boşluklarından biriydi.

İkinci boşluk da Allah için kardeşlik… Müslüman kardeşliği çok muazzam ve değerli bir şey. İslâm, hayatımdaki boşlukları bu tür güzelliklerle doldurdu, elhamdülillah!

 

Kadın ve âile dergisi olduğumuz için buradan okuyucularımıza ne söylemek istersiniz?

Toplumun temeli kadın ve âiledir. Ve âilenin eğitimi, her şeyin anahtarıdır. Özellikle dünya ve âhiret için anahtardır. Bu yüzden Müslüman Türk hanımlarına ilk söylemek istediğim şey, “Bravo” demek ve onları tebrik etmek!.. Güzel müslümanlarsınız; güzel nesiller yetiştirin, müslüman nesiller!..

Müslüman olarak hepimizin çok büyük sorumlulukları var. Biz Peygamber Efendimizin çektiği çilelerin yarısını bile yaşamadık. Peygamberimiz, çektiği çilelerle dînini kuvvetlendirdi.

Biz yakın âilemize bile tebliğ yapmaktan âciziz. Hâlbuki İslâm bizim için değil, biz İslâm içiniz. Eğer sen İslâm içinsen, çalışmak zorundasın. Sen çalışırken ölsen bile sadaka-i câriyelerle ömrün devam edecek.

İslâm için çalışan sevgili kadınlar; çalışmaya devam edin, geride güzel izler bırakın! Çünkü o iz, siz gittikten sonra devam edecek, inşâallah!

Âilemle şimdi bile mücadele ediyorum. Burada eğitim almamın en büyük sebeplerinden biri, İslâm’ı delilleriyle öğrenip onları iknâ etmek… İnşâallah onlar da hidayete kavuşurlar.

Bir yetimhane yaptırmak istiyorum ve orada hizmet etmek istiyorum. Araziyi aldım. İnşâallah yetimhaneyi yapacak maddî-mânevî güç bulabileyim. Duâlarınızı beklerim. Allâh’a emanet olun, canım kardeşlerim…

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle