Bir Ucunda Cennet Olan Îman Yolu

Yeryüzünün bütün karmaşıklığı, koşuşturması ve endişeleri içinde kaybolup giden insanlık için, aslında bir tek gündem vardır: “Îman”… Kişi, ya mü’mindir ya da münkir… Ya “nereden geldiğinin ve nereye gittiğinin farkında”dır ve buna göre bir hayat yaşamaktadır ya da bunu tamamen “unutmuş”, kendi kendine kurmuş olduğu “sun’î/sanal” bir dünyada yaşamaktadır.

Bütün duygu, düşünce, hareket ve alışkanlıklar, bu ana eksene, yani kişinin içindeki îmana göre şekillenir. Seven buna göre sever, kızan buna göre… Çalışan buna göre çalışır, tembellik eden buna göre…

Öyleyse îman nedir?

 

İman’ın Târifi ve Mâhiyeti

Îman, inanmak, tasdik etmek ve kabullenmek demektir. Terim olarak ise, Allah Teâlâ’nın dini olan İslâm’ı kalbi ile tasdik etmek ve dil ile ikrar etmektir. Îmanda asıl olan kalbin “inanılacak şeylerin hepsini tasdik edip kabullenmesi”dir, dil ile bunun tekrar edilmesi, insanların bilmesi ve o şahsa müslüman muâmelesi yapması içindir.

Îmanın, “kalbin ameli” olduğuna dair pek çok âyet-i kerime ve hadîs-i şerif vardır. Meselâ diliyle Müslüman olduğunu ilan ettiği hâlde, kalben iman etmemiş kimselerin “münâfık” sayılması, dünyada müslümanlar gibi muâmele görmelerine rağmen, âhirette kâfirlerden daha beter[1] azaplara çarptırılıp cehennemde ebediyen kalacaklarının haber verilmesi[2] bunun en önemli işaretlerindendir. Aynı şekilde “iç dünyası îmanla dopdolu olduğu” hâlde mecburiyet durumlarında îmana ters birtakım söz ve hareketlerde bulunmanın “îmana zarar vermediği” âyet-i kerime ile te’yid edilmiştir:

“Kalbi îmanla dolu olduğu hâlde (inkâra) zorlanan kimse hâriç, kim îman ettikten sonra Allâh’ı inkâr eder ve kalbini küfre açarsa, işte Allâh’ın gazabı bunlaradır. Onlar için büyük bir azab vardır.” (en-Nahl, 106)

O hâlde îmanın merkezi kalptir. Îmanda kalpte yerleşir, orada kök salar ve “güzel söz ve davranış” yani kısaca “sâlih amel” şeklinde meyve verir. Peygamber Efendimiz, bir hadîs-i şerifinde “îmanın yetmiş küsur şûbesinin bulunduğunu, bunun en yüksek derebesinin «Lâilâhe illallâh» demek, en düşük derecesinin ise yerdeki bir taşı, insanların zarar görmemesi için kaldırmak olduğunu, hayânın da îmânın bir bölümü olduğunu” beyân etmesi[3], insanların davranışlarının temelini göstermektedir.

Gerçekten her davranışın temelinde bir niyet ve her niyetin temelinde de bir inanç vardır. İnanç niyete, niyet amele, amel de alışkanlığa dönüşür. Netice itibariyle insanın hayatı, davranış ve alışkanlıklarının toplamından ibarettir. O hâlde insanın inancını düzeltmesi, hayatını tanzim etmesinin ilk şartıdır.

 

Îmanın Meyvesi

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, insanın kalbinde bir tohum olarak kalan, yeşermeyen, işaretleri ortaya çıkmayan veya bir fidan gibi büyüyüp yeşerme imkânı ve fırsatı bulamayan îman da îmandır ve geçerlidir. Ancak gerek îmanın insanlar tarafından fark edilmesi ve gerekse insanın kendi îmanından istifade edebilmesi için gönlündeki îmanı, sâlih amele dönüştürmesi gerekir.

Ehl-i Sünnet inancına göre, “Amel, îmandan bir cüz değildir.” Yani kişi, ibadet, ahlâk ve sâlih amellerle îmanını süslemese, aksine durmadan günah işlemiş olsa da îmanı ortadan kalkmaz. Belki cam bir muhafazaya konulmamış mum ışığı gibi cılız ve yok olmaya mahkûmdur, ama yine de amellerindeki zaaf, bu îmanı tamamen yok etmez.  O insan, âhirette günahları kadar ceza gördükten sonra, varlığını devam ettirmekte olan îmanı sebebiyle ebedî saadet yurdu olan cennete kavuşur.

Burada önemli bir şart da, Allâh’ın açık ve emir ve yasaklarını inkâr etmemiş olmaktır. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse, bir haramı helâl veya bir helâli haram kılan insan -Allah korusun- dinden çıkmış sayılır. Çünkü haram ve helâli tayin etme yetkisi sadece Allâh’a aittir. Aynı şekilde îman esasları da bir bütün teşkil eder. Birini inkâr etmek, hepsini inkâr etmek gibidir.

Îmanın en önemli meyvesi, “ibadet” ve “güzel ahlâk”tır. Mü’min, Allâh’ın farzlarının hepsini îfa etmeye can atar. Haramlarından da bütün gayretiyle uzak durur. Hiçbir hata ve günahı küçümsemez. Bu hata ve günahların, kime karşı işlendiğine dikkat eder. Peygamber Efendimiz, mü’minin günaha bakış tarzını şöyle veciz bir şekilde dile getirir:

“Mü’min günâhını şöyle görür: O, sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağın dibinde oturmaktadır. «Dağ üzerine düşer mi?» diye korkar durur. Fâcir (devamlı büyük günah işleyen) ise, günâhı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür.” (Buhârî, Deavât, 4; Müslim, Tevbe, 3)

 

Îman Esasları

İslâm dininde, îman esasları açık ve nettir. İlk insan ve ilk peygamber Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’dan son peygamber olan Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e kadar bütün peygamberler ve bütün ilâhî kitaplar, “Allâh’ın varlığını, birliğini îlan etmiş, O’na şeksiz, şüphesiz ve şirksiz îmana” dâvet etmişlerdir. Bu husus, âyet-i kerimede şöyle vurgulanır:

(Ey Rasûlüm!) Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: «Benden başka ilâh yoktur; bana kulluk edin!» diye vahy etmişizdir.” (el-Enbiyâ, 25)

Aynı şekilde peygamberlere, meleklere, kitaplara ve âhiret gününe inanmak da tarih boyunca bütün insanlar için ortak paydadır. Başka bir âyet-i kerimede bu dâvet şöyle ifade edilmiştir:

“De ki: Ey kitâb ehli! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze (Kelime-i Tevhîd’e) geliniz. Allâh’tan baş­kasına tapmayalım; O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allâh’ı bırakıp kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın! Eğer yüz çevirirlerse, işte o zaman; «Şâhid olun ki, biz müslümanlarda­nız!» deyiniz!” (Âl-i İmrân, 64)

Bütün peygamberlerin “îman, kulluk ve ahlâk dâveti” birdir; toplumun gelişmesine veya ihtiyaçlarına göre ufak tefek değişikliklere ve tekâmüle uğrayan ise, sadece “muâmelât” (insanlar arası münâsebetler) kısmıdır.

 

İnsan, Seçer

Cenâb-ı Hak, tarih boyunca bütün insanlığa kendi yoluna çağıran elçiler göndermiş[4], bu elçiler de, insanlara Allâh’ı ve O’nun dosdoğru olan tevhid dinini öğretmişlerdir. Cenâb-ı Hak, kendisini hak dine dâvet etmeden hiçbir insanı cezalandırmayacağını bildirmiştir.

İnsanlar kendilerine verilen akıl ve irade sayesinde doğru ile yanlış arasında bir seçim yapmışlar ve kendilerine tanınmış olan yaşama mühletlerini (ömürlerini) buna göre geçirmişlerdir. Dolayısıyla ilk insandan itibaren îman eden, neye îman ettiğini bilir, inkâr eden ise neyi reddettiğini… Herkes bir düşünce ve hayat tarzını kendine yakın, güzel ve anlamlı bulur. Ve düşünce ve davranışlarını, buna göre şekillendirir. İnsanların güzel görüp yaşadıkları[5] bu hayat tarzlarının hangisinin Allah katında makbul olduğunu ise, Rabbimiz âhirette herkese haber verecektir. O gün geldiğinde ak ile kara, doğru ile yanlış, anayol ile tâlî yollar ortaya çıkacak ve herkese “hesap sorucu olarak kendi yapıp ettikleri yetecek”tir.[6]

 

Son Perde

İnsan hayatının son perdesi, gözlerin fânî dünyaya kapandığı andır. Bu son anda mü’min olarak gözlerini kapatan insanlar, bahtiyar kimselerdir. Dünyaya niye geldiğinin farkına varmış, bu dünyadan nasibini almış ve ebedî saadet yurdu olan cennetin giriş biletini almış kimselerdir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Bir kimse son nefeste (hâlis bir kalb ile) kelime-i tevhîd getirirse, cennete girer...” (Ebû Dâvud, Cenâiz, 20; Hâkim, Müstedrek, I, 503)

Îmana giriş kapısı olan “Kelime-i Tevhid”in değeri üzerinde bir başka hadîs-i şerifi de zikrederek yazımızı tamamlayalım:

“«Lâ ilâ­he il­lâl­lâh!», Al­lâh ka­tın­da­ki ye­ri ve de­ğe­ri pek bü­yük olan bir ke­li­me­dir. Kim tam bir ih­lâs ve sa­dâ­kat için­de onu söy­ler­se, Al­lâh onu cen­ne­te ko­yar. Kim de onu inan­ma­dı­ğı hâl­de sa­de­ce di­liy­le söy­ler­se, ca­nı ve ma­lı ko­ru­nur; lâ­kin ya­rın Al­lâh’a ka­vu­şun­ca, Al­lâh da onun he­sâ­bı­nı gö­rür.” (Hey­se­mî, Mec­mau’z-Ze­vâ­id, I, 26)

Rabbimiz, bizi, tevhid dâvetine teslim olmuş, mü’min ve muvahhid kimselerden eylesin. Îman gölgesinde ve îman çerçevesinde bir hayat yaşayıp rûhumuzu yine mü’minler olarak teslim eden seçtiği, sevdiği sâlih kullar arasına bizleri de dâhil eylesin. Dünya hayatında bir lütuf olarak ihsan etmiş olduğu şu îman nimetini, son nefesimizde de ikrar etme imkân ve fırsatını bahşetsin. Bizi, mü’minlerle beraber haşredip mü’minlerle beraber cennetteki sonsuz nimetlerine kavuştursun. Âmin.

 

 

[1] en-Nisâ, 4/145.

[2] et-Tevbe, 9/68; el-Fetih, 48/6.

[3] Buhârî, Îman, 3; Müslim, Îman, 58.

[4] El-Mü’min, 78; el-İsrâ, 15.

[5] el-Kehf, 104-105.

[6] el-İsrâ, 14.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle