Ayten Lermioğlu

İnsanlar vardır, doğuştan derviştirler. Onların nefisleriyle büyük ölçüde uğraşmalarına gerek yoktur. Böyleleri Peygamber Efendimiz’in:

“Eddebenî Rabbî…” hadîs-i şerîfinde tezâhür eden, Allah’ın edeblendirmesiyle hilkaten (yaratılış itibariyle) derviştirler. Böyle kimselerin, Hak yolunda yürümeleri için çok küçük sebepler bile kâfî gelir.

* * *

Ayten Lermioğlu böyle müstesnâ bir nasiple taçlandırılmış bahtiyarlardan biri idi. Üstelik içinde doğup büyüdüğü ev, din ve tarih kültürünün her gün harmanlandığı feyizli iklimlerden biriydi.

Çünkü Muhterem pederleri Osman Nûri Lermioğlu, Hukûk Fakültesi’ni birincilikle bitirmiş, gerçek bir hukuk âlimiydi. O, aynı zamanda din ve tarih üzerinde de derinleşerek iddiasız ve mütevâzî şahsiyetini gerçek ilmin feyiz ve bereketiyle ziynetlendirmiş müstesnâ bir şahsiyetti.

Aslen Akçaabatlı olan Osman Bey; orada doğmuş ve Memiş Hâfız isimli, Belediye reisliği de yapmış bir zâtın evlâdı olarak ilk mânevî terbiyesini babasından almıştı. Sonra tahsil için İstanbul’a gelmiş ve 34 yıl boyunca memleketine bir daha ayak basmamıştı. Bunun sebebi, küçük kardeşi Ömer Lermioğlu’nun memleketini ziyârete gittiğinde, Karadağ yaylasında fâili meçhul bir cinâyete kurban gitmiş olmasıydı.

Bunun küskünlüğü ile 34 yıl memleketine ayak basmamış olan Osman Nûri Lermioğlu, 1957 yılında babadan kalma tarlalarını satıp tasfiye etmek maksadıyla gittiği Akçaabat’ta, yaklaşan seçimler için Demokrat Parti’den icbâr olunarak milletvekili seçilmiş ve bu durum, 27 Mayıs darbesiyle, O’nun bu fânî âlemden göçüp gitmesini icab ettirecek bir bâdirenin başlangıcı olmuştu. O kadar ilim, tevâzû ve takvâ; bir çileyle taçlanmadan olamazdı. İşte Osman Nûri Lermioğlu da âhir ömründe bu darbenin bütün çirkinliklerine muhatap olarak rahatsızlanıp hastaneye kaldırılmış, beraat haberini aldıktan birkaç gün sonra da irtihâl-i dâr-ı bekâ eylemiştir. O’ndan elimizde kalan sadece “Halkın İstemediği İnkılab: Meşrûtiyet” isimli (İstanbul, 1976) yarı hâtırât mâhiyetindeki bir değerli eser olmuştur.

* * *

Âilesine çok düşkün olan Ayten Lermioğlu, fıtrî safvetine (temizliğine) ilâveten, muhterem babasının yaşadığı bu elîm mâcerâ dolayısıyla bir kat daha olgunlaşarak, âdeta mücessem bir aşk ve hikmet menbâı hâline gelmişti. Kendisi, cemiyetimizin umûmiyetle kibârlarını celbetmiş bulunan Mevlevî tarîkatına mensuptu.

Esâsen çelebîlik, onun en fıtrî bir temâyülüydü. Temiz fıtratı üzerine binâ ettiği Mevlevî kültürüyle o, Cumhûriyet atmosferi içinde hayal bile edilemeyecek derecede bir zarâfet ve hikmet menbâı hâline gelmişti.

Baharın ilk günlerindeydi. Erken açmış kırmızı bir goncayı, huşû içinde âşık olduğu Hak’tan bir tecellî olarak derin bir iştiyâkla seyrederken:

“– Onu size vereyim!..” diyerek koparmaya teşebbüs etmiştim ki, o birden haşin bir darbeye mâruz kalmış gibi irkildi ve:

“– Aman, ne olur!.. Sakın kıyıp koparmayın!..” diye âdeta yalvardı. “Yerinde çok daha güzel!..” diye de ekledi.

Ona ayak uyduramayarak böyle hoyrat bir tavır sergilediğim için, âdeta bir cinâyet işlemiş gibi, utanmış ve üzülmüştüm.

Merhûme Ayten Lermioğlu, Amerikan Koleji mezunu olduğu için İngilizce’den maâdâ mükemmel bir sûrette Farsça da öğrenmişti. Muhtemelen bu sonuncu lisâna onu celbeden Hazret-i Mevlânâ idi. Zira onun Mevlânâ’yı anmadığı bir gün bile yoktu. En basit bir hâdise karşısında bile o büyük üstâdın bir beytini hatırlar, bunun Farsça aslını okuyarak üzerinde imâl-i fikr (tefekkür) ederdi.

O, bir mecliste bulunmazdı ki, söz sırası kendine geldiğinde sohbetiyle dinleyenleri alıp ufuklar ötesine taşımasın; tasavvufun engin deryâsında dolaştırmasın!.. O, âdeta “fenâ fi’l-Mevlânâ” olmuş âlime bir kadındı.

Hayat ve hâdisâta tasavvufî bir perspektiften bakmak ve bütün vukuâtı o ölçüler içinde değerlendirmek onun kâbına varılmaz bir dirâyetle icrâ ettiği bir mahâretti. İçinde yaşadığı vak’aları bile hikmete nazar etmek kabiliyeti dolayısıyla öyle bir tahlil edişi vardı ki, dinleyenler, cemiyette müşâhede edegeldikleri çirkinlikler dolayısıyla yorgunlaşan ruhlarını âdeta dinlenmiş ve hafiflemiş hissederlerdi.

Aşk, fâildeki (âşıktaki) ilâhî tecellînin muhatabtaki (mâşuktaki) ilâhî tecellîye meclûbiyeti olduğunu, acaba kaç kişi idrâk etmiş bulunmaktadır?!.. Varlığın aslı tek olduğu için, kâinâtta aslına rücû ve bunun neticesinde de aynîleşip tekleşme temâyülü mevcuddur. Bu ilâhî bir kanundur. Bu aynîleşme ve tekleşme temâyülü, bir kimsede bütün mahlûkâtı içine aldığı zaman ondaki muhabbet, aşk hâline gelmiş olur. Buna göre, hakîkî mânâsıyla âşık da, mâşuk da Allah’tır. Bu sebepledir ki, insanlara aşkın izâfe edilmesi mecâzîdir. Lâkin bugün her türlü hoyratlık ve çirkinliğin sergilendiği bir cemiyette, aşk temâyül ve istîdâdına halel gelmeden, bütün mahlûkâta muhabbetle yönelmek bir büyük kahramanlıktır. Herkesin harcı değildir. Ayten Lermioğlu, temiz fıtratındaki üstün temâyüllere ilâveten Mesnevî’nin haddesinden geçmiş olan şahsiyetiyle bu kahramanlığı, bütün hayatı boyunca örselemeden muhafaza edebilmiş bir yiğit insandı.

Bir gün, tâtil köyünde hastalanmış ve birden ateşi yükselmişti. Pencereden başını uzatıp biraz hava alayım derken, ileride bir gencin yeşil çimenler üzerinde, huşû içinde namaz kıldığını görmüştü. Onun bir çok akranının o sırada muhtemelen eğlence yerlerinde vakit geçirdikleri sırada, bu gencin kudret-i ilâhiyyenin meşheri olan bir çemenzârda Allah’a, tâdil-i erkâna riâyet ederek ibâdet edişine hayran kalmıştı. O esnada kendi ıztırabını hatırlayarak o ihlâslı delikanlının hürmetine, Allah’tan sıhhat ve âfiyet niyaz etmesiyle ateşinin derhal düştüğünü ve ıstırabının dindiğini hissetmişti. Çünkü mânen ve rûhen o gençle rûhen ittisâl peyda ederek onunla aynîleşmek yönünde bir adım atmış ve ondaki huzurdan kendisine bir pay isabet etmişti. Zira hâl sârîdir. Sirâyetin vâsıtası ise, muhabbettir. Muhabbet ne kadar çok olursa, hâl sirâyeti de o derecede büyük olur. Bir de o gencin ibâdetindeki ihlâsın bereketi, çok kısa bir zamanda hâsıl olmuş bulunuyordu.

Sonraları bunu anlatırken, o gençten takdirle bahseder ve Hazret-i İbrahim’i ateşe atan Nemrud misâlinde olduğu gibi Cenâb-ı Hakk’ın cemiyetimizdeki mânevî buhranları da bazı müstesnâ insanlara bir nevî gülistan hâline getirdiğini söylerdi. Bunları, Nemrudvârî ateşler içinde yanmayan Muhammedî goncalara benzetirdi. Şâhit olduğu bu bir tek misali dahî, cemiyetin içinde bulunduğu bütün çirkinlikleri dengeleyerek ümmet üzerine merhamet-i ilâhiyyeyi celbedecek vasıfta görürdü.

Ayten Lermioğlu, kısacık ömründe sadece karşılaştığı insanlara böyle muhabbetli bir hayatın huzurunu ulaştırmakla kalmaz, yüzünü göremedikleri için de makaleler yazar, tercümeler yapar ve bunları yayınlayarak hizmetini şümullendirmeye gayret ederdi.

Muhtemelen genç yaşta vefât etmiş olmasaydı, ondan bu vâdide çok daha fazla eser beklenebilirdi. En büyük ahbâbı, kendisi gibi Mevlevî olan Münevver Ayaşlı hanımefendi idi. Aslen Diyamandi adında bir rum olduğu hâlde, Mevlânâ aşkıyla hidâyete gelmiş ve “Yaman Dede”ye de ayrı bir muhabbeti vardı.

Mevlâ rahmet eyleye!..

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle