Anadolu Pedagojisi-2

Osmanlı Devleti’nin, bir kum torbasının boşalması gibi, bütün değerlerinin gram gram târumâr olduğu günlerde, yerlere saçılan altın tozlarından biri de göz kamaştırıcı bir tarihi geçmişi bulunan “pedagoji” ilmi idi.

Osmanlı’nın yıkılışı ile birlikte, yüzyıllardır büyük bir itinayla oluşturulan, en hassas ellerde damıtılarak berraklaştırılan “muhteşem insan” yetiştirme sanatı da göz göre göre yok olup gidiyordu, bir daha geri dönmemek üzere…

Ve bir zamanların Alparslanlarını, Fâtihlerini, Yavuzlarını, Yûnuslarını yetiştiren Taptuk Emreler, bir hikâye kahramanı gibi çizgi hikâyeciklere dönüşmekte geç kalmamıştı.

Hâlbuki Anadolu toprakları, göz kamaştırıcı güzellikte insanlar yetiştiren bir merkezdi. Bu merkez daireye kim girerse girsin, hangi dinden olursa olsun, hangi etnik kökenden olduğu da fark etmeksizin, insan olmanın zirvesinde bir kimliğe bürünüyordu. Anadolu topraklarındaki pedagojik bakış açısı, üzerinde yaşayan kişilere, öyle bir iksir sunuyordu ki, en kaba-saba insan bile o iksiri içtiğinde, “İstanbul Beyefendisi”, “İstanbul Hanımefendisi” kimliği ile anılmaya başlıyordu…

Yüz binlerce kilometrekarelik bu coğrafyada, hiçbir çocuk annesini dövmüyor, hiçbir öğrenci hocasını öldürmüyor, hiçbir abla erkek kardeşini öldürdükten sonra sandığa saklamıyor ve hiçbir erkek en yakınındaki kızı testere ile kesmiyordu.

Anadolu toprakları üzerinde tabiî bir hayat vardı… Anne-babalar, çocukları ile öylesine tabiî bir iletişim içinde yaşıyorlardı ki, ne kimse anne-baba olduğu için kendinde “azamet” ve güç var diye düşünüyor, ne de çocuklar anormal davranışlar sergiliyorlardı. Anne-babalar, çocuklarına evlerindeki aziz bir misafir gibi davranıyor, çok defa çocuklarının başında duâ ederken, “Acaba, tarihin büyük isimlerinden biri, bizim evde mi misafir?” diyerek çocuklarına saygıda kusur etmiyorlardı.

Çocuk yetiştirmek, Anadolu’da bugünkü gibi bir tek annelerin üzerine atılmamıştı. Çocuğun yetişmesinden herkes sorumlu idi. Ama bu sorumluluk, çocukların yanlış yaptıklarında kulakları yukarı doğru çekilerek ve zavallılaştırılarak değil, çocuklara hedefler vererek onları geleceğe hazırlamak şeklinde oluyordu. Çocuk, bazen bir komşunun yanında, bazen bir yolcunun yanında, bazen bir mürebbînin yanında hayal dünyasının büyüklüğüne göre dolup dolup taşıyordu. Herkes, herkesin çocuğunun yetişmesinde müsbet bir rol oynuyordu.

Bundan dolayıdır ki, Osmanlı’nın kurucusu Osman Gâzi’ye bir cihan devleti kurması konusunda fikir hocalığı yapan kişi ne annesidir, ne de babasıdır… Osman Gâzi’yi gece yatamaz hâle getiren kişi, Şeyh Edebali’dir… Çünkü çocuk terbiyesi, öyle tek başına annelerin sorumluluğuna bırakılamayacak kadar ciddî bir sorumluluktur! Anneler, ne geleceğin dev isimlerini tek başına yetiştirecek güç ve kudrettedir, ne de çocuklar sadece bir kişiden alınacak tâlim ve terbiye ile tam olarak yetişebilecek kadar basit varlıklardır.

Sadece Osmanlı değil, Osmanlı’dan önceki dönemlere de bakıldığında bu milletin ortak karakterinin “insan yetiştirmek” olduğunu görmekteyiz. İşte insan yetiştirmekte uzmanlaşmış olan bir milletin elindeki bütün usûl ve metotların terk edilerek, çocuk yetiştirme konusunda her şeye yeniden başlanması, oldukça acınacak bir hâldir.

 

Psikoloji Reform, Pedagoji Form için vardır

Psikoloji’nin kelime anlamı, “ruh bilimi”dir. İnsan ruhuna mercek tutar ve o, ruh dünyasında neler yaşıyor, yaşadığı hâdiseler davranışlarına nasıl aksediyor, bunun üzerinde araştırmalar yapar.

İnsanın bozulmuş olan ruh dünyasını yeniden inşâ etmeye çalışır.

Pedagoji ise, çocuk bilimi demektir. Ve henüz bozulmamış, tertemiz bir vaziyette anne-babanın elinde bulunan çocukların dünyasını yakından inceleyerek anne-babaya ve eğiticiye çocukların rûhunu bozmadan nasıl yetiştirilmesi gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunur.

Bu açıdan bakıldığında, psikoloji yıkılmış ruhların ve duyguların yeniden düzene sokulması ile uğraşırken, pedagoji ise, insanın daha çocukluk yıllarında rûhunun bozulmaması için tedbirler alır. Yani psikoloji yeniden inşâ olan “reform” ile uğraşırken, pedagoji sıfırdan inşâ etmek olan “form” ile uğraşır.

Bir şeyin bozulmuş hâlini yeniden eski hâline getirmek, o şeyi sıfırdan yapmaktan zordur. Yıkılmak üzere olan bir binayı tâmir ve tâdilâtla ayakta tutmak oldukça zordur, ama o binayı tâ başlangıçta yıkılmayacak vaziyette planlamak ve inşâ etmek daha kolaydır.

İşte bu sebepledir ki, Anadolu topraklarında “pedagoji” oldukça yaygın olduğu hâlde, psikoloji bilimi çok kabul görmemiştir. Özellikle Osmanlı “mürebbî” (pedagog) ve “mürebbiye” (bayan pedagog)lar ile her âileye çocuklarını yetiştirmede destek olduğu hâlde, “her âileye bir psikolog gereklidir” diye düşünmemiştir.

Anadolu pedagojisinde insanın bozulmuş olan ruh dünyasının tamiri için daha çok tasavvuf ehli gönül dostları rol oynamışlardır. Zira Anadolu Pedagojisi’nde bir kişiye tavsiyede bulunacak olan kişinin tavsiye ettiği konuyu kendisinin dört dörtlük yaşıyor olması şartı vardır. Hâl böyle olunca, bir psikolog, otomatik olarak “gönül dostu” hüviyetini kazanmış olması gerekir.

 

Batı çocuğu buldu, Doğu ise ihmâle terk etti

Göz kamaştırıcı bir hassasiyet ile çocuk yetiştiren Anadolu insanını gören Batılı bilim adamları, çocuğa bakış açısını değiştirdi. Bir zamanlar, içinde günah ve şeytan ile dünyaya geldiği konusunda şüphe duyulmayan ve onun için daha doğduğu günden itibaren vaftiz edilerek günahlarından arındırılan çocuk, bir süre sonra Avrupa Çocuk Hakları Sözleşmesi ile insan olmanın hak ettiği değere yükseliyordu. Bu yükseliş, öyle bir yükselişti ki, ondokuzuncu yüzyılda hiçbir ilim dalı, pedagoji gibi hızlı bir gelişme yaşamamıştı.

Pedagoji, daha 19. yüzyılın başında, Psikoloji ilmi içinde yer alırken bu tarihten sonra ayrı bir ilim dalı hâline gelmiş ve daha da ötesine giderek hızlı bir şekilde alt branşlar oluşturmaya başlamıştı.

Örneğin, çocukların medyadan etkilenişinin nasıl olduğunu incelemek üzere “medya pedagojisi”, farklı kültürden çocukların birbiri ile etkileşimini gözlemlemek üzere “transkültürel pedagoji”, davranış bozukluğu olan çocukların davranışlarıyla ilgilenmek üzere “ortopedagoji”, çocukların nasıl öğreneceğini mercek altına almak üzere “eğitim pedagojisi” gibi onlarca alt branş oluşmuş ve oluşan bu branşların her biri, kendi sahasında yeni bir ilim dalı olabilecek kadar büyümüştür, sadece bir yüz yıl kadar geçen sürede...

Avrupa, Anadolu insanının bin yıldır uyguladığı usûlleri keşfetmenin ve bunlara birer ilmî nitelik kazandırmanın keyfini yaşarken, yıkılan Osmanlı’dan geriye kalan Anadolu insanı da, sanki bir okus-pokus ile, Avrupa’nın Ortaçağ döneminde yaşadığı çocuk terbiyesindeki bilinçsizliğe adım adım sürüklenmeye başlamıştır.

Bir zamanlar, evlerinde aziz birer misafir olarak kabul ettikleri, onlara cihan devleti kurmaları için ufuk verdikleri çocuklar, maalesef artık evlerde tekme ve tokatlarla dövülür, yakalarından tutulup duvarlara atılır, henüz aklı ermez denilerek küçük düşürülür oldu.

Böylesi bir yok oluş süreci, sadece halk arasında değil, aynı zamanda ilim dünyasında da yaşandı. Avrupa’nın binbir özen ile bulup geliştirdiği “pedagoji” ilmi, bir süre sonra Türkiye üniversitelerinden kaldırıldı. Bin yıllık bir birikimin kökleri böylece tamamen ortadan kaldırılmış oldu.

Hâlbuki bir zamanlar Anadolu topraklarında hedef olarak konulan “insanlık noktasında mükemmel olma”, bugün Avrupa tarafından ele alınmakta, bu konuda ilmî çalışmalar yapılmakta… Ancak bin yıllık bir süreçle ve ince ince tecrübeler ile oluşmuş olan Anadolu Pedagojisi, henüz Avrupa’da meyvelerini vermemiştir.

 

Anadolu Pedagojisi

Madem ki bu topraklar üzerinde Yunuslar, Mevlânâlar, Hacı Bektaşlar, Hacı Bayramlar, Fâtihler, Yavuzlar, Alparslanlar yetişmiş ve onları yetiştiren anneler ve babalar bu topraklarda yaşamış… O hâlde bugün yapılacak şey, gözümüzü farklı kültürden kanımıza karışan ve bizimle dokusu bir türlü uyuşmayan çocuk terbiyesi usûllerini değil, Anadolu insanının pedagojik usullerini su üzerine çıkartmaktır. Bu topraklar üzerinde yüzlerce yıldır uygulanan “kişilikli insan” yetiştirme tecrübelerinin bugün de kullanılmasıdır. Günümüz uzmanlarına düşen en mühim vazife, Anadolu pedagojisinin mânevî temellerini su üzerine çıkartmaktır. Eğer böyle olmaz ise, yabancı kelimeler girdabında boğulur, “evham” olan bir insana “obsesif” deme komikliğini sergiler, Hacı Bayram-ı Velî çapında bir istîdât halk içine çıkmıyor “çilehanesinde” gözyaşı döküyor diye “asosyal kişilik bozukluğu” etiketi yapıştırırız.

Pedagoji, kültürel unsurları dikkate almadan çocuk terbiyesinde fikir yürütemez. Çocuklarda davranışları incelerken yaşanılan toplumun özellikleri, kültürel yapısı, hatta çocuğun içinde bulunduğu âile yapısı hesap edilmeden, çocuk hakkında bir kanaate varılamaz. Zira, Anadolu’da yaşayan halkı tanımamış, onların hayatlarını görmemiş, duymamış ve bilmemiş biri, sessiz ve derinden oturuşu ile etrafa tatlı bir meltem gibi sekîne yayan Mevlânâ Hazretlerinin “Sosyal Fobi”si var zanneder.

Maalesef günümüzde, çok yaygın bir kanaat ile zekî çocuklar, “hiperaktif” diye uyuşturucu ilaçla tedâvî edilmeye kalkılıyor. Toplum içinde yüzü kızaran bir kız çocuğunun durumu “hayâ” duygusu hesâba katılmadan sosyalleşmesi için telkinlerde bulunuluyor. Hasbîlik duygusu gelişmiş, başkalarının derdi ile dertlenen kişilere “bağımlılık” teşhisi konulup, kazanılmış böylesi özellikler, terapi ile yok edilmeye çalışılıyor…

Hâlbuki konuştuğunuz kişi, eğer Anadolu insanı ise, bir uzman olarak kullandığınız kelimeler, Anadolu insanının anlayacağı kelimeler olmalıdır. Teknik terimleri yarım yamalak İngilizce aksanı ile söyleyerek komik duruma düşmemelidir. Ve eğer, karşınızda duran kişi, bir Anadolu insanı ise, kullandığınız yol ve usûl, Anadolu Pedagojisi olmalıdır.

 

Anadolu Pedagojisi Nedir?

Anadolu Pedagojisi, çocuğu fıtrat üzerine yetiştirmek ister. Çocuğun fıtratını bozacak her türlü davranış ve tazyikten uzak durur. Çocuk, anne-babası ile birlikte iken olduğu gibidir, istendiği gibi değil. Yanlış yapmaktan korkmaz, anne-baba da yanlışları deşelemekten hoşlanmaz. “Yanlışlar, doğruya doğru giden bir işaret taşıdır.” diye kabul edildiği için ne kadar yanlış yapılırsa, o kadar kalıcı bir öğrenme olur diye hesap edilir.

Anadolu Pedagojisinde her bir çocuk ayrı bir çocuktur. Çocuklara eşit davranılmaz, adâletli davranılır. Çocukların farklılıkları göz önüne alınarak, ona göre muâmelede bulunulur. Bir çocuk çok duygusal, diğeri çok sosyal ise, bu iki çocuk aynı şekilde sevilmez, aynı şekilde elbise alınmaz, aynı okullarda aynı gelecek beklentisiyle yetiştirilmez.

Anadolu Pedagojisi’nde, cezâ ile korkutma, mükâfât ile sunî tetikleme yapılmaz. Peygamber Efendimiz’in çocuklara hiç cezâ vermeden yetiştirdiği düşünülerek, çocuğa cezâ vermenin onu izzetsiz kılacağı, onu yüzsüzleştireceği düşünülerek cezâdan uzak durulur. Adına atasözü dense de menşei belli olmayan şiddet ifâdesi taşıyan bütün tavsiyeler, Anadolu pedagojisine ters düşer. Anadolu pedagojisi “Kızını dövmeyen dizini döver” diye değil, “Kızını döven dizini de döver” diye düşünür. Anadolu pedagojisinde çocuk istemediği bir davranışı, mükâfât karşılığında yapmaya teşvik edilmez. Böylesi bir hâlin çocukta sun’î duygular geliştireceği, çocuğun sahte benliğe bürüneceği düşünülerek mükâfât hissi, çocukta bir beklentiye dönüştürülmemeye çalışılır.

Anadolu pedagojisinde anne-babaların potansiyel bir “çocuk bağımlısı” olduğu düşünülerek, anne-babaların çocuklarından bağımlılık riskini “bağlılık” çizgisine getirmesi tavsiye edilir. Anne-babaları, “Nasıl olsa çocuğum beni sevmek zorunda, ben onun anne-babasıyım!” hatasından kurtarmak için, anne-babaya kendilerini çocuklarına sevdirmeleri gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunur.

Anadolu pedagojisinde, anne-babalığın, çocuğun duygularını tanımadan yapılamayacağı bilindiği için anne-babaların “hissedebilme” kabiliyetini elinden alan her türlü farklı alanlara yoğunlaşmaları engellenmeye çalışılır. Anadolu pedagojisi, çocuk merkezcidir. Âile, çocuğun dünyasına göre şekillenir.

Anadolu pedagojisinde anne-babaların aslî görevlerinden biri, çocuklarının “biyolojik ritmi”nin bozulmamasını sağlamaktır. Günümüz insanının en büyük problemlerinden biri olan “hızlı yaşamak” ve “hissetmeden yaşamak” alışkanlığı, Anadolu pedagojisinde daha başlangıçtan itibaren anne-babalar tarafından “yavaş yaşayarak”, “hissederek yaşayarak” terbiye olunur.

Anadolu pedagojisinde, çocuğa sunulan sevgiler, şartsızdır. Çocuk, kendisinin şartsız olarak sevildiğini bilir ve hiçbir sevgi gösterisi karşısında minnet duygusu yaşamaz. Eğer çocuk da kendisini seveni sevecek ise, o kişinin kendisini sevdirebildiği ölçüde geri dönüşüm sevgisi gerçekleşecektir. Böylece çocuğa kendisini sevdirmek için çalışan yetişkin, kendilerinde yanlış olan davranışları otomatik olarak düzelttiği için “çocuktan terbiye olma” Anadolu pedagojisinin özünü oluşturur.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle