Ana-Baba Tutumları

Otoriter-Baskıcı Ana Baba Tutumları

Anne-baba tutumu konusu ele alındığında, anne-babanın çocuğa gösterdiği sevgi kadar, çocuğun davranışlarına uyguladıkları denetim ve disiplinin vasıfları da önem kazanmaktadır. Otoriter ana-babalık etme, çocuklarla tartışmadan, anlaşmadan, bir mânâda pazarlık etmeden, onların istediklerini hiçbir şekilde kabul etmeksizin, ana-babalar tarafından kararlaştırılan kural ve emirlerin çok sıkı uygulanmasıdır.

Bazı ana-babalar, çocuklarından yaş ve kapasitelerinin üstünde beklentilerde bulunmaktadır. Bu maskelenmemiş red olarak ortaya çıkabilmektedir. Bu tutum içinde olan anne-babalar, çocuklarından kusursuz olmalarını beklemekte, okul hayatında her hâlükârda üstün başarı istemektedirler.

Bu tür çocuklar, belirli bir başarı düzeyine sahip olsalar da anne-babaların beklentisi bunun çok üstünde olduğundan, beklenen davranışları gerçekleştirmemekle ve sonuçta kendilerine olan güveni azalmakta ve kendi gözlerinde değersizleşmekte, girişim ve çaba güçlerini yitirmektedirler.

“Baskıcı ve itaat odaklı” bu tür ebeveyn tutumunda, ana-babanın, kısıtlayıcı ve cezalandırıcı bir yol izlediği, çocuklarını kendi kurallarına uymaları ve saygılı olmaları konusunda uyardıkları görülür. Bu tutum, yetersiz sosyal gelişimin sebebidir. Böyle bir ortamda tartışmaya yer yoktur!. Ana-baba düşüncesini:

“-Bunu sadece benim söylediğim şekilde yapacaksın, o kadar!.. Ben anneyi /babayım, sen ise çocuksun.” cümlesiyle sınırlar ve istediklerinin yapılması için çocuğu zorlar. Çocuğun istek ve ihtiyaçlarını dikkate almaz.

 

Otoriter Âilelerin Vasıfları

“Otoriter” aileler, genel vasıfları yönünden;

  1. a) Çocukların mutlak itaat etmesini, istek ve emirlerini tartışmasız yerine getirmesini beklerler.
  2. b) Çocukları ile olan ilişkilerinde candan, samimi davranmak istemezler. Problemleri çocukların gözü ile değil, kendi değer yargıları açısından değerlendirme eğilimi gösterirler, çocukları ile ilişkilerinde mesafe olsun isterler.
  3. c) Çocukları hakkında alınacak kararları çocuğa çok fazla söz hakkı tanımadan kendileri alırlar. Çocukların ihtiyaç ve takdirlerini dikkate almazlar. Çocuklarına serbestçe tercih hakkı tanımazlar, kararları kendileri verirler.

Otoriter anne-babalar, çocuğa sert, soğuk ve kesin bir tavırla yaklaşırlar. Çocuğa karşı hissettikleri sevgilerini, çocuk kendilerinin istediği gibi davrandığı zaman gösterirler. Çocukları ile etkileşimleri oldukça yetersiz ve serttir. Çocuğun duygularını, düşüncelerini ifade etmesine imkân vermezler. Çocuğu, koymuş oldukları çok sayıda katı kurala uymaları için zorlarlar. Eğitimde sık sık cezâya yer verirler.

Çocuğun en ufak yaramazlığı cezâ ile sonuçlanır. Bazı anne-babalar, çocuğa dayak gibi fizikî cezalarla, bazıları suçlama, ayıplama, utandırma gibi duygusal cezalarla, bazıları da sevdiği faaliyetlerden alıkoyma gibi mahrumiyet cezalarıyla terbiye ederler. Otoriter anne-baba tutumunda, çocuk üzerinde aşırı baskı ve sıkı bir disiplin mevcuttur.

Sağlıksız âilenin en belirgin özelliği, soruşturma ve eleştirmelerin üstünde bir otoritenin herkesin hayatına tesir etmesidir. Çoğunlukla bu otorite, babadır. Otorite, gizli âile kurallarını uygulayan ve pekiştiren kişidir. Otoriteye itaat, hiç itiraz etmeden onun dediğini yapma, bir meziyet olarak gösterilir. Kim otoriteyi memnun ederse o değerlidir.

Kişinin duygu ve düşünceleri otoritenin tasdikini aldığı sürece değerlidir; otoritenin beğenmediği duygu ve düşünceler ise değersizdir. Bu tür âile ortamında çocuk, kendi düşünce ve duygularına güvenmemeyi öğrenirken büyük meziyetin, otorite olan kişiyi memnun etme, onun beklentileri yönünde algılama, düşünme ve duygularını değiştirme olduğunu anlar. Kendi, içi boş, dıştan denetimli biri olma yoluna girmiştir.

Bu tutumda anne-baba katı bir disiplin uyguladığı için çocuk her kurala uymak zorunda bırakılır. Anne ve babadan birisi ya da her ikisinin baskısı altında olan çocuk, sessiz, uslu, nâzik, dürüst ve dikkatli olmasına karşılık, küskün, silik, çekingen, başkalarının tesirinde kolay kalabilen, aşırı hassas bir yapıya sahip olabilir.

“Zor yoluyla denetleme” ve “sevgi esirgeyerek denetleme” boyutlarının egemen olduğu aşırı baskılı ve otoriter âile ortamında, denetlenen çocuk, hangi davranışının hangi tepkiye yol alacağı hakkında bir fikre sahip değildir. Dolayısıyla, çocuğun kaygılı bir belirsizlik içinde “aşırı isyankâr” veya “aşırı itaatkâr” olması mümkündür.

 

Bu Disiplin Modelinin Neticeleri

Suçlayan, cezalandıran ve sürekli karışan anne-babaların çocuklarının kolayca ağlayan çocuklar olduğu görülür. Baskı altında büyüyen çocuklarda, genellikle isyankâr bir vaziyet alışla birlikte, aşağılık duygusu da gelişir. Böyle bir ortamda yetişen çocuk, dıştan denetimli bir kişilik oluşturur.

Bu tutum içinde olan anne-babalar, çoğu zaman çocukla çatışmaya girerek yüksek düzeyde endişe gösteren, başkaları ile başarısız sosyal ilişkiler kuran, birçok kilit alanda sosyal bakımdan gelişmemiş çocukların oluşmasına sebep olmaktadır. Çocuğun yaptığı faaliyet ve davranışların ebeveynlerce çok fazla kontrol edilmesi, çocuğun kendisine olan saygısını azaltacağından mutsuz, içe kapanık bir kişilik geliştirmesine sebep olabilir. Bu tutum içinde olan çocuklar; kuşkucudurlar, atak değildirler. Kendi kendilerine bağımsız davranış sergileyemedikleri için karamsardırlar.

Fizikî cezalandırma, genellikle çocuğa davranışı ve bu davranışın sonuçları çerçevesinde, yani bir sebep-sonuç ilişkisi kurarak, kanıt göstererek inandırma ve akıl yürüterek tartışma içinde uygulanmamaktadır. Diğer yandan ceza; öfke ve kızgınlık duygularıyla bir arada uygulanmakta ve çoğu kez amacını aşan, çocukta öz saygıyı azaltan, benlik kavramını olumsuzlaştıran bir faktör hâline dönüşmektedir.

Özellikle babaların çocukla sözlü iletişim yerine otorite ve güç gösterisine dayanan disiplin çeşidinin ve dayağın uygulayıcısı durumunda oldukları görülmektedir. Böylece sebep-sonuç ilişkilerini gösteren bir iletişim ortamının olmaması çocukta, davranışları ile aldığı ceza arasında doğrudan bir ilişki kurmak yerine, cezaların anne ya da babanın keyfîliğine bağlı olduğu inancını yerleştirerek hâricî denetimliliğe yol açabilmektedir.

Çocukluk döneminde annenin ısrarlı bir tutum benimseyip çocuğunu başkalarıyla kıyaslayarak, onlardan daha başarılı olmaları için zorlaması, tabiî olarak çocuk üzerinde psikolojik bir baskı doğuracak, bir stres ve kaygı oluşturacaktır. Hele bu baskının otorite figürü, katı ve cezalandırıcı bir tutuma sahip olan baba tarafından gösterilmesi, çocuk için daha fazla bir tehdit unsuru olmaktadır. Böylece kendinden bekleneni yerine getirememe, anne-babanın sevgisini kaybetme, onları hayal kırıklığına uğratma kaygısı ya da fizikî-duygusal ceza korkusu, kısacası bu baskının yaratacağı olumsuz duygular da çocuğun çaresizliği benimsemesine yol açmakta ve dıştan denetimliliğe sebep olmaktadır.

 

İlerleyen Yıllar

Ana-babalar her zaman çocukları için gizli modellerdir. Eğer çocuklarını sık sık cezalandırırlarsa, çocukların da kendi hayatlarında aynı saldırgan yaklaşımı benimsemeleri ihtimali yüksektir.

Sürekli yanlışları vurgulamak yerine, olumlu davranışları da vurgulamak, bunların devamını sağlayacağı gibi, çocuğun anne-babaya daha yakın hissetmesine, diğer sözlerini de daha istekli dinlemesine, kendisine olan özgüveninin sarsılmayıp gelişmesine sebep olmaktadır. Yalnızca olumsuz davranışlara verilen olumsuz tepkiler; sadece azar, tehdit, îkaz, sürekli nasihat, ceza ve dayağa dayalı bir eğitimde, çocuk siner, kendine güvenini kaybeder, kendini ifade etmesini savunmasını öğrenemez, eziklik içinde âsîleşir.

Kişilik ve yeteneklerini geliştirme imkânı bulamadığı gibi, sosyal yönden de gelişme kabiliyetinden mahrum kalır, girişimciliğini kaybeder. Dayak gibi kötü söz, hakaret gibi küçük düşürücü nitelemeler, çocuğun benliğini zedelediği gibi, anne-baba ile çocuk arasına çok büyük mesafeler koyar.

Bu tutumla yetiştirilen çocuk, anne-babasının eleştirisini almaktan korkmakta, hareketlerine hep dikkat etmekte, yanlış yapma korkusu fazla olmaktadır. Kendi ihtiyaç ve isteklerine değer verilmediğini hissetmekte ve bunu ifade etme şansı olmamaktadır. Otoriter bir âile ortamında yetiştirilen çocuklarda, anne-babaya sevgisizlik, insanlarla sağlıklı ilişkiler kuramama, kavgacı ve geçimsiz olma, duygularına hâkim olamama, alınganlık, birden parlayıverme, güvensizlik, yersiz korku ve kaygılar gibi özelliklere rastlanabilmektedir.

 

ÇOCUK MERKEZLİ AİLELER

“İhmalkâr” ve “aşırı hoşgörülü” olmak üzere iki farklı çeşidi vardır:

 

İhmalkâr Tutum

İhmalkâr ebeveyn, çocuğun hayatıyla ilgili değildir. Bu ana-babalar için kendi sosyal hayatları, çocuklarından daha önemlidir. Böyle bir ortamda sosyal yönü zayıf, özellikle benlik kontrolü düşük, bağımsızlığı kolayca elde edemeyen çocuklar yetişir. Bu çocuklar, ana-babalarının kendileriyle ilgilenmesine büyük ihtiyaç duyarlar. İlgisiz-kayıtsız âile, saldırganlığı körükler; çocuğun çevresindeki kişi ve eşyaya zarar vermesine sebep olabilir.

 

Aşırı Hoşgörülü Tutum

Bu yaklaşım içerisinde olanlar, çocuklarının ısrarlı isteklerini yerine getiren, onları şımartan, onlara fazlasıyla özgürlük tanıyan, kolaylıkla boyun eğen, yumuşak başlı ve tutarsız davranan; çok aşırı boyutlarda çocuklarını ihmal eden ve terk edebilen ana-babalardır.

Görünürde çocuğuyla çok ilgili olan bu ana-babalar, çocukları üzerinde çok başarısız bir kontrol sergilemekte ve az sayıda talepte bulunmaktadır. Böyle bir ortamda sosyal gelişim yetersizdir. Benlik kontrolü düşüktür. Aşırı hoşgörülü ana-babalar, çocukları ne isterlerse yapılmasına izin verir. Tabiî bunun neticesi olarak, böylesi âilelerin çocukları, hiçbir zaman kendi davranışlarını kontrol etmeyi öğrenemezler. Her zaman kendi yollarının izlenmesini, isteklerinin gerçekleştirilmesini beklerler.

Aşırı hoşgörülü ana-baba modeli, çocuğun isteklerini hiçbir denetim ve sınırlama getirmeksizin daima kabul eden anne-babalardır. Araştırmalara göre, bu tutumun sürekliliği de çocuğun gereğinde duygu, istek ve dürtülerinin denetleyebilme yeteneğinin gelişimine olumsuz tesir eder; vurucu, kırıcı, saldırgan davranışların artmasına yol açar. Çünkü çocukların devam eden istekleri ve devamlı patlamaları bazen onların da dayanma sınırlarını çok aşar. Bu kez çok sert cezalar uygulanır. Aynı evde hem çok hoşgörülü, hem de çok sert tutumların uygulanması ise, büsbütün karmaşalarla devam eder.

 

İlgisiz Anne-Baba

İlgisiz, lakayt, ihmal eden ana-babalar da çocukta çok farklı problemlere yol açar. Saldırganlık, kendine saygı ve kendine denetim azlığı, bozuk âile ilişkileri gibi…

Saldırgan ya da suçlu çocukların âileleri konusunda yapılmış araştırmalar şöyle özetlenebilir: Bu ailelerde çocukların davranışı yeterli miktarda kontrol altında tutulmamaktadır. Bazı suçlu çocukların evleri ise “belli kurallardan” mahrumdur. Çocuklar kendilerinden neler beklendiğini açıkça bilememektedir. Davranış bozukluğu gösteren çocuklar, ana-babalarını “kural koymaya yeterli olmayan insanlar” olarak algılamışlardır.

 

Çocuk Merkezci Âile

Çocuk merkezci âileye, genellikle orta yaşın üzerinde çocuk sahibi olan âilelerde ya da çocuğun kalabalık yetişkinler grubu içinde yetişen tek çocuk olması hâlinde sıklıkla rastlanır. Böyle bir ortamda çocuk âilede insiyatif sahibi olan tek kişidir ve onun isteklerine ailenin diğer fertleri kayıtsız şartsız uyarlar.

Ana-baba ile çocuk arasında sağlıklı bir iletişimin olmaması, çocuğun dengesiz bir ortam içinde, abartılmış bir sevgi gösterisiyle büyüyor olması, onun “tatminsiz/doyumsuz” bir fert olmasına sebep olur. Ana-baba, oyuncak gibi maddî değer taşıyan objelerle, bu tatminsizliğin giderileceğini zanneder. Oysa 300 elektronik oyuncağına 301’incisinin eklenmesi, çocuk için çok büyük bir değer taşımaz. O hâlde önemli olan duygu açısından çocuğun tatmin edilmesi, ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Ana-baba ve çocuğun, rollerine, hak ve sorumluluklarına fırsat veren bir çevre içinde yaşamalarıdır.

Aşırı şımartılmış bu çocuklar, daha hayatlarının ilk gününden itibaren her türlü ihtiyaçlarının karşılanacağı ve isteklerinin buyruk vasfı taşıdığına inanırlar. Bu çocuklar yetişkin olduklarında da toplumun vermediği hakları kendilerine tanımaya çalışırlar.

 

Disiplin-Gevşek Disiplin

Disiplin, sadece kuralları zorlama değildir, toplum içinde problem çözmeyi de içerir. Saldırgan çocukların âileleri, âile içi krizlerini ve problemlerini çözebilecek becerilerden mahrumdur. Bu tutuma sahip ailelerde “gevşek disiplin anlayışı” vardır.

Gevşek disiplinde ise, “hoş gör, boş ver” anlayışı egemendir. Bu anlayışta “Her şeyi hoş gören, çocuktur her şeyi yapar, çocuk özgür olmalıdır, onun her dediğini yapın, ona sevgi verin yeterlidir!” şeklinde sathî (yüzeysel) ve asılsız temeller vardır.

Bu tutumda çocuğun olumsuz davranışları, aşırı hoşgörü ile karşılanır. Aşırı gevşek tutumla yetiştirilen çocukların bencil, sabırsız ve anlayışsız oldukları ile sürülmektedir.

“Aşırı denetim”, çocuğu pasifleştirirken “aşırı hoşgörü” çocuğun şımarmasına sebep olmakta ve çocuğun olgunlaşmasını engellemektedir.

Burada verilen sevgi, aşırı vericilik ve aşırı koruyuculuk biçimindedir. Disiplin tarzları yalancı bir hoşgörü biçiminde görünürse de aslında âilenin güçsüzlüğünün ve yetersizliğinin bir sonucudur.

“Sevgiden acılar tatlılaşır. Bakırlar altınlaşır sevgiden… Sevgiden tortular saflaşır. Dertler derman olur sevgiden… Ölü, sevgiden dirilir. Şah, sevgiden köle edilir.”

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle