Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Kur’ân-ı Kerîm’in üzerinde ehemmiyetle durduğu bir konu ile huzurlarınızdayız: Rızık… Kur’ân-ı Kerîm’e göre, nasıl yaratan Allah ise, yarattıklarının maddî-mânevî bütün ihtiyaçlarını karşılayan, rızkı veren, genişleten ve daraltan da yine O…

Rızık, sadece yediğimiz, içtiğimiz, kullandığımız kıyafetler değil… Bunlarla birlikte mânevî rızıklar da var: Hidâyet, ilim, ihlâs, istikamet, muhabbet, takvâ, merhamet vb. İnsanoğluna rızıktan ne yazılmışsa, karşısına o çıkıyor. Rızkın, hem kaderle, hem de insanın niyet ve gayretleri ile irtibatı var. Kul, iradesiyle kesb edecek; yani çalışıp kazanacak, niyet ve gayretini ortaya koyacak, ancak neticede hissesine düşene gönülden râzı olacak…

Aslında en zoru, hissemize düşene râzı olmak… Bunun için ömürlük bir terbiye gerekiyor, çoğu zaman… Tevekkül, teslimiyet, kadere rızâ vb. güzel hasletler kolay kazanılmıyor.

“Kur’ân-ı Kerîm, rızık üzerinde çok duruyor.” demiştik; çünkü insan, rızkı başkasının elinde görmeye başladığı zaman “şirk” doğuyor. Bu sebeple, “tevhidi koruyan bir zırh” aynı zamanda, “rızkın sadece Allah’tan olduğuna” inanmak…

İnsan, lokmasının başka bir insan veya kurumun elinde olduğunu düşünmeye meyledince, ihlâs ve Allâh’a kulluk istikametinden sapmaya başlıyor. Sevgisi, korkusu, endişeleri; irtifâ kaybediyor ve insan bayağılaşmaya başlıyor. Bir lokma için, kılıktan kılığa giriyor, bugün doğru dediğini yarın yalanlıyor. Hakkın, hakikatin tercümanı değil; boğazının uşağı oluyor. Müslümanı “müslüman yapan” şahsiyet ve kıymeti kaybediyor.

 Bu sözümüz, rızık vesilesi olan kimseleri “velî nîmet olarak görmemek”, “onlara vefâsızlık etmek” değil elbette… Onlara da gerekli hürmet, muhabbet ve saygı gösterilmeli… Ancak onların da tıpkı bizim gibi bir insan ve Cenâb-ı Hakk’a muhtaç varlıklar olduğu, rızka birer vâsıta olmaktan başka meziyetleri olmadığı gözden kaçmamalı…

Rızık, evlattır bazen… Olması, olmaması, az olması veya çokluğu ya da hayırlı-hayırsız olması, başlı başına imtihan olur. Rızık; bazen zenginliktir, bazen makam-mevkî, bazen ilim-irfan… Bunların her biri, tek başına hayır veya şer değildir. Kişinin kendisine yazılmış bu nîmeti nasıl değerlendirdiğine göre kıymet, mânâ ve derinlik kazanır. Bazısı, evlât rızkını heder eder, kendisi aleyhine bir şâhit ve delile dönüştürür. Bazısı yoklukla, çile ve hastalıklarla yoklanır, ancak bu imtihanları yüz akıyla geçmeyi becerir.

Bu sayımızda, kendisine verilmiş rızıkları güzelce değerlendiren bir İstanbul Hanımefendi’sini yâd etmek istedik, bir de… Merhûme Fatma Feride Topbaş Annemiz... O, Allâh’ın kendisine ihsan ettiği nîmetlerin kıymetini bilmiş ve şu gök kubbede hoş bir sadâ bırakarak aramızdan ayrılmış. Daha nice güzel insanların yetişmesine vesile olması dileğiyle, onun gizli kalmış hatıralarını gün ışığına çıkarmak istedik. Mekânı cennet olsun.

Son olarak, ülkemiz, büyük bir mücadele veriyor. İçte ve dışta ihânet ve saldırıların önünü kesmek için, başta Afrin bölgesi olmak üzere, geniş çaplı bir sınır ötesi harekâta başlandı. Rabbimizden niyazımız, bu harekâtın, ülkemiz, İslâm Dünyası ve bütün insanlık için hayır ve bereketlere vesîle olması… Bu uğurda gaza ve şehâdet aşkıyla cepheye koşan, göğsünü düşmanın mermilerine kahramanca siper eden bütün ordumuzu şükran ve minnetle yâd ediyor; gazilerimize âcil şifalar, şehidlerimize de Rabbimizden rahmet, mağfiret ve cennet niyaz ediyoruz. Rabbimiz, İslâm’ın bin yıllık kalesi ve bayrağı olan bu ülkeyi, yine o şanlı cihad, fetih ve zafer günleriyle şenlendirsin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle