Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

 

Bu sayımızı, yine âilelerimize tahsis ettik. Yaklaşık iki-üç asırdır, iç ve dış düşmanlarımız, bizi can evimizden vurarak birliğimizi, kuvvetimizi, şeref ve izzetimizi sarsmaya çalışıyorlar. Kâh dinimize müdâhale ve tahrif hareketleriyle inancımızı ve yüreklerimizi bozmaya çalışıyorlar, kâh kadına ve âileye saldırarak toplumumuzu ayakta tutan değerleri yerle bir etmeye çalışıyorlar. Ve maâlesef bunda da büyük bir mesafe aldılar.

Artık saf, arı-duru bir gönül dünyamız yok. İçinde yarım yamalak bilgiler, vesvese ve şüpheler dolu bir îmanımız ve ha yıkıldı, ha yıkılacak gibi duran çürümeye yüz tutmuş yuvalarımız var.

Fertlerin birbirini muhabbet ve hürmetle kuşattığı; fedakârlık, sabır, sadâkat ve güvenle birbirine sımsıkı kenetlendiği âilelerimizin sayısı gün geçtikçe azalıyor. İşin ürkütücü tarafı, bu toplumsal hastalığın dindar kesime de sıçramış olması… En basit bahaneler, en sıradan sebepler, en su götürür gerekçeler, binlerce darbeye yıllarca göğüs germiş âilelerimizi sallıyor, hırpalıyor ve yok oluşa sürüklüyor.

Artık boşanmalar, insanları ürkütmüyor. Devam etmeyen, edemeyen bir âile, yakın akrabaları endişeye sevk etmiyor. Herkes, “Aman boşver, başka kimse mi kalmadı? Tekrar evleniverirsin!..” kolaycılığında… Kimse, “Sabret, affet, hoşgör, şükret!..” demiyor. “Kendi düşen, kendi ağlıyor”, fakat çığlıklar bütün toplumun semâsında yankılanıyor.

Nerede kaldı bizim “hayrı ve sabrı tavsiye eden” bir ümmet olmamız!.. Nerede kaldı, “iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan” vasfımız!.. Nerede kaldı, “kol kırılır, yen içinde kalır” diyenler… Nerede kaldı, “kızılcık şerbeti içtim” diyenler…

Artık bilirkişi ve hakem mevkiinde olması gereken anne-babalarımız, büyükanne ve büyükbabalarımız bile, “Evlâdım, sen kendini düşün!” diyorlar.

Yıkılan yuvanın enkazını, bu enkazın altında can çekişen nesilleri, bu yıkılış esnasında etrafa savrulan toz-dumanı gören yok, gösteren yok!..

Her yıkılan yeni yuva, aslında bir yaramıza işaret ediyor. Merhûm Mehmed Âkif’in Safahat’ında, Şeyh Sâdî’den naklettiği bir hikâyede, bir anda üzerine yıkılıveren duvarlara, evin sahibi sitem ediyor, “Niye haber vermedin yıkılacağını, eğer haber verseydin, ona göre tedbirimizi alırdık!” diyor. Duvarın cevabı, bizim şu anda yaşadığımız herc ü merci de özetliyor:

“-Ben feryat için her ağzımı açtığımda, bedenimde çatlaklar oluşturduğumda, sen ağzımı sıvalar ile kapadın. Ne yapayım, ben de ancak bu kadar dayanabildim!..”

Evet, aynı duvardaki çatlakların konuşması ve alarm vermesi gibi, her bir yuvanın yıkılışı, toplumu ikaz ediyor.

“-Aman dikkat!” diyor. “Yavaş yavaş yıkılıyorum, aman dikkat!.. Bu böyle gitmez, aman dikkat!..”

Şimdi bize bu feryada kulak vermek kalıyor, bu iniltiye dikkat çekmek!..

Yeni bir sayıda buluşuncaya dek, Allâh’a emânet olunuz.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle