Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Ezelî mevcud olan Allah Teâlâ, bilinmeyi murad edince kâinâtı yaratmıştır. Kâinât dediğimiz canlı-cansız bütün varlıklar içinde, kendi esmâ ve sıfatlarının mazharı ve tecellisi genel olarak her varlığa yayılmış bulunmakla birlikte, bunlar içinde özellikle insan, bu tecelliden büyük bir pâye alarak “eşref-i mahlûkât” olmaya layık görülmüş.

İnsanı insan yapan, insanı en şerefli ve en mükerrem varlık kılan fazilet, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine rûhundan üflemesi ve onu nefis, akıl, irade gibi birçok varlıkta bulunmayan üstün vasıflarla donatmasıdır. Böylece insan; öğrenecek, noksanlarını telâfî edecek, iradesiyle tercihlerde bulunacak ve en önemlisi, şerre istidatı ve meyli varken bile aklı ve gönlü ile hayrı ve Allâh’ın rızâsını talep edecek… O istikamette çalışacak…

Elbette maksut ve matlup bu olmakla beraber; imtihan âleminin bir îcabı olarak dünyada hayrı, güzelliği seçenler bulunduğu gibi, şerri, isyanı, inkârı seçenler de bulunacak… Kötülerin yahut vasat insanların çoğunlukta olduğu bu dünyada; iyiler, sâlih ve sâdık kullar; “kibrit-i ahmer” misâli, azın azı olacaklar ve hep göz önünde, altın gibi değerli ve buutlarına ulaşılmaz derecede yüksek bir seviyede bulunacaklar…

Onlar, insanlığın yüz akı, insanlığın iftihar tablosu… Onlar, Peygamberler ve onların ilk îman eden halkaları… Havârîleri, ashâbı… Sâlih, sâdık, sıddîk ve şehidler… Allâh’ın sevdiği ve seçtiği velî kullar… Onlar, kurtuluşa erenler… Onlar, gökteki yıldızlar… Nasıl îman edilir, nasıl itaat edilir, nasıl teslim olunur; yaşayarak göstermişler.

Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’i, Kur’ân’ı yaşayarak öğretmesi, “canlı bir Kur’ân” ve “üsve-i hasene” olması için yaratmış. Onun ashâbını da kıyamete kadar Ümmet-i Muhammed’e örnek olacak kıratta var etmiş. Onların içinde saf bir cevher misali, Peygamber Efendimiz’de fâni olanlar var. Onların içinde çeşitli ibadetlerde birbiriyle yarış edercesine ömrünü ifnâ edenler var. Onların içerisinde tebliğ, irşad ve cihad uğruna diyar diyar gezip dünyada kalıcı izler bırakanlar var. Onların içinde çeşitli günahlarla imtihan olanlar, bu imtihanı geçenler ve geçemeyenler de var. Çünkü kıyamete kadar her türde insan gelecek… Onlar da insanlığın ibret ve örnek alacağı nümûneler…

Ashâb-ı kiramın yaşadığı dönem “asr-ı saadet”… Ancak bu saadet, bugün anladığımız gibi değil!.. Onlar, en lüks villalarda oturup en güzel yemekleri yedikleri, en mutlu tatilleri yapıp en müreffeh hayatı yaşadıkları için “mutlu” olmamışlar. Onların saadetinin temeli, Peygamber Efendimiz’i görmek, tanımak, onunla beraber binbir badireden geçerek imtihan olmak… Bir başak tanesinin değirmende öğütülürken mutlu oluşu gibi, onların saadeti… Yahut bir kazan içinde, altta derece derece yükselen hararete rağmen yüzünden tebessümün eksik olmaması gibi…

Onlar çile çemberinden geçerken mutlu olmayı öğrenmişler ve öğretmişler. Bugünkü mânâsıyla, bacak bacak üstüne atıp keyif sürecekleri bir ömrü sürmemişler. Hayatları at üstünde, bir işten başka bir işe, bir hizmetten başkasına koşarak geçmiş. Onlar ya öğrenci olmuşlar, ya öğretmen… Onlar ya irşâd etmişler veya irşad eden kimselere kulak vermişler.

Ashâb-ı kirâmı, diğer bütün insanlardan farklı kılan hususiyet, onların Peygamber Efendimize mutlak bir îman ve muhabbetle bağlanışları ve tam bir teslimiyetle itaat edişleridir. Bugün onların îman, muhabbet, itaat ve teslimiyetine ne kadar muhtacız!

Bu sayımızda, biraz da onların gözüyle Peygamber Efendimizi görmek, tanımak istedik. Aslında bu konu, birkaç sayfada özetlenemeyecek kadar uzun ve tafsîlâtlı… Belki her bir sahabînin gözüyle ayrı ayrı Peygamber Efendimize bakmak, O’nu tanımak, sevmek lâzım… Ama karınca misali, o mübarek yolda küçük adımlarla da olsa yürümeye devam…

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle