Sular İnsin Kalbimize

Her yer yanıyor. Bir yangınla ki, obur, çılgın, saldırgan… “Doldun mu?” denilince, “Daha var mı?” diye atılan… İçine düşenlerle iştahı kabaran bir ateş yalımı, yüzleri yalıyor. İnsanlar sanki âmâ, görmüyor ateşi, hayat diye alevlere atılıyor. Etrafında Rasul, o ateşe düşülmesin diye çırpınıyor. Âlemlere rahmet olanın çizdiği bir tasvir bu!.. Kendisiyle ümmetinin misalini anlatıyor.

Şimdi bizler, on dört asır sonra, kibritini günahlarımızla yaktığımız bir yangında yanıyoruz. Dünyamız, aklımız ve duygularımız yanıyor. Ateş, dışımızda değil, içimizde yanıyor!.. Yükselen “âh”lar gibi dumanlarımız semâyı kaplamış. Lâkin asılı kalmış, yükselmiyor. Yükselmesine izin vermiyor, akılları iğdiş edilmiş gençlerin hayal kırıklıkları, sokaklara terk ettiğimiz yetimlerin içli ağlamaları, bir cinnetle dul bırakılmış kadınların ağıtları, evine mütebessim bir çehre götüremeyen babaların nasırlaşmış elleri…

Bırakmıyor.

 Ayaklarımızın altında çiğnenmiş haklar var, pelteleşmiş vücutlar kaldırımlarımız olmuş. Müstecâb bir duâmız yok, göğün kapılarını açacak!.. Ki yangın tutuştursun kanatlarını meleklerin, hep birden “Âmin!..” diyelim!..

* * *

Raûf ve Rahîm kolları “Rasûl”ün, yeniden sarsın bizi... Sular insin kalbimize, dağların doruklarından iner gibi, saf, berrak sular… Rahmetin cûşa gelsin istiyoruz Rabbim, dalgaları kıyılarımıza vursun! Sonra med-cezirler başlasın yüreğimizde... Güzel olan ne varsa bıraksın dünyamıza, kötü olan ne varsa alıp gitsin istiyoruz.

Rahmetin yıkar mı bentlerini kibrimizin? Söndürür mü yangınını nefsimizin? Yeniden boy verir mi insanlığımız? Pörsümüş merhametimiz yeşerir mi? Silinir mi sesleri kulaklarımızdan “âh”ların? Yeniden tutar mı elimiz; gözlerimiz görür mü, hisseder miyiz sahiden? Kırdığımızın bir cam parçası değil, bir kalp olduğunu anlar mıyız ve anlar mıyız ayaklarımıza batanların toplumun cam kırıkları olduğunu?

Sadece menfatini gören gözlerimiz, ihtiyaç sahiplerini de görür mü? Hissettiklerimiz sıcak, soğuk, sert ile sınırlı mı kalır? Yoksa hisseder miyiz, bize olan yakınlığını? Alnımızla birlikte kalbimizi de secdeye koyar mıyız? Yaşarır mı gözlerimiz, en güzel sanat galerisi olan dünyayı bizim için yarattın diye? Olmazlar, Sen dileyince olur değil mi?

Bir hayat iksiri gibi merhametini dök dünyamıza!.. Bütün grilikleri beyaza boyayalım. Bir sabah uyandığında insanlık ağır uykusundan, görsün; yıkanmış içimizin-dışımızın kiri! Kanlı, irinli, bulanık suları akmış makyajımızın, maskelerimiz düşmüş! Sahtelikler dünyasında bir maskeli balodaymışız.

Hep birden bütün bir insanlık, merhametin tahsilini yapalım. Bir timsaha yavrularını taşıtmandan, yılana yumurtalarını korutmandan öğrenelim merhameti… Bir karıncayı doyurmanda görelim; kıymet vermenin sınırsızlığını… Merhametinin genişliğini; Sen’in arzında Sen’in nimetlerinle merzûkken, Sana isyan cüretkarlığını gösterenlere verdiğin mühlette bulalım. En çok da Rasûl’ünden öğrenelim, merhamet nasıl tüm varlıkları kuşatan bir elmiş; okşayan, koruyan, kurtaran… Her şey Sen’den değil mi Rabbim, acı bize, biz de acıyalım en çok da kendimize... Sonra meleklerin merhamet etsin bize... “Yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin.” buyruğu tecellî etsin üzerimizde…

Bu devr-i dâim, Sen’inle başlasın!

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle