Sevgimiz, Kutlu Doğumlarla Sınırlı

“Seni seviyoruz, yâ Rasûlâllah!”

Bu sözümüzde ne kadar samimiyiz? Yürekten mi söylüyoruz, yoksa dilimizle mi? “Lâfla peynir gemisi yürümez.” derler. Var olan bir şey, belirtileriyle ortaya çıkar. Nereden belli sevdiğimiz? Eğer, gerçekten sevseydik, biraz olsun O’na benzemez miydik? Üzerimize O’nun gül kokusundan az da olsa sinmez miydi?

“Seni seviyoruz, yâ Rasûlâllah!”

Seven, sevdiğini en güzel şekilde anar. Sevseydik; arkadaşlarımıza, dostlarımıza, âilemize… Çevremizdeki herkese hep O’nu anlatırdık. “Gönülde olan, dile yansır.” Nerede görülmüş gül bahçesinden kötü kokular geldiği? Seven için sevdiğini anlatmaktan daha güzel bir şey olabilir mi? Çocuklarımız, gençlerimiz O’nu ne kadar biliyorlar? “Kıyamet günü insanların bana en yakın olanı, bana en çok salât ü selâm getirenidir.” (Tirmîzî, Vitr, 21) buyuruyor Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-... Aklımıza gelip de günde kaç kez salavât getiriyoruz O’na? Kaç kez gönlümüz, zihnimiz ve dilimiz O’nu yâd ediyor?

Senede bir hafta ile sınırlı olan Kutlu Doğum programları, O’nu tanıtmaya yetiyor mu? Eğer gerçekten seviyorsak, bir an olsun O’nu dilimizden düşürmezdik, öyle değil mi?

“Seni seviyoruz, yâ Rasûlâllah!”

“Seven, sevdiğinin aynası mesâbesindedir.” Davranışlarımızda O’nu örnek alıyor muyuz? Sünnetini ne derece yaşıyoruz? İnsanlık, O’nu tanımakla, O’nun ahlâkını örnek almakla yücelir. Çünkü O, “üsve-i hasene”, yani en güzel örnek şahsiyettir.

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Size öyle bir şey bırakıyorum ki; ona sımsıkı sarılırsanız, aslâ sapıtmazsınız: Allâh’ın kitabı ve peygamberin sünneti…” buyuruyor. (Hâkim, Müstedrek, I, 93)

Bu güzel mirasın kıymetini bildiğimiz nisbette iki dünyada huzurlu oluruz. Yememiz, içmemiz, oturuşumuz, kalkışımız, ibadetlerimiz, arkadaşlarımız, âilemizle ve çevremizle münâsebetlerimiz… Hangisi O’na benziyor?

O; açlıktan üç gün karnına taş bağlayıp dolaşırken, bizim soframızda üç öğün çeşit çeşit yemek oluyor. O, en az haftada iki gün oruç tuttuğu hâlde, bizim midelerimiz, ancak Ramazan’da orucu hatırlıyor.

O, geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlandığı hâlde:

“Ben de şükreden bir kul olmayayım mı?” (Buhârî, Tefsîru Sûre (48), 2; Müslim, Münâfikûn, 81) diyerek; sabahlara kadar namaz kılıp bu yüzden ayakları şişerken, bizim de uyumaktan gözlerimiz şişiyor.

“Cennet, annelerin ayakları altındadır.” buyuruyor. (Nesâî, Cihad, 6; Süyûtî, Câmiü’s-Sagîr, I, 125) Bizim annelerimize karşı davranışlarımız nasıl? Çocuklarımıza, eşlerimize karşı davranışlarımızda kimi örnek alıyoruz?

“Bedenin sünneti bol giyinmektir.” diye uyarıyor. Kıyafetlerimizde yaptığımız tercih, O’nun târif ettiği giyime benziyor mu?

O’nun “En sevmediği şey ağız kokusu” iken, kendileri her fırsatta dişlerini misvakla temizlerken, biz ümmeti olarak, bu konuda ne kadar hassasız? Ağız temizliğimize yeteri kadar önem veriyor muyuz?

İnsanlarla muâmelâtımız O’na benziyor mu? O, evindeki kuşu ölmüş bir çocuğa baş sağlığına gidecek kadar hassas biriydi. Acaba bizim hangi davranışımız O’nu hatırlatıyor? Öyle ya, sevende sevilenin özellikleri görülür. Aksi takdirde sevmek, kuru bir iddiadan öteye gitmez.

“Seni seviyoruz, yâ Rasûlâllah!”

O, “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyuruyor. (Buhârî, Edeb, 96) Günde kaç dakika O’nu yanımızda hissediyoruz? Gafletle kıldığımız namazlarımızda mı, televizyonun karşısında mı, yoksa müzik dinlerken mi? “Seven, sevdiğinin hoşlanmadığı davranışlardan her an sakınır.” Bir hâdiseyle karşı karşıya kaldığımızda;

“-Peygamber Efendimizin bu duruma tepkisi ne olurdu acaba?” diye hiç aklımıza geliyor mu? O, kendisini taşlayan Tâif halkına bedduâ etmedi, aksine hayır ve hidâyete ulaşmaları için duâ etti. Hangimiz kötülük karşısında böyle bir fazilet sergileyebildik? Öfkemizi, kinimizi, düşmanlık ve nefretimizi, sırf Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hatırına kaç defa dizginleyebildik?!

“Seni seviyoruz, yâ Rasûlâllah!”

“Sizin en hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.” buyuruyor. (Buhârî, Fezâilu’l-Kur’ân, 21) Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenip öğretmek için ne kadar çaba sarf ediyoruz? Günde kaç satır anlayarak okuyup, hayatımıza geçirmeye çalışıyoruz?

“Seni seviyoruz, yâ Rasûlâllah!”

O’nun dâvâsı İslâm’dı ve yaptığı her şeyde Allâh’ın rızâsını gözetirdi. Seven, sevdiğinin yolunda gider. O hâlde dâvâsı, bizim dâvâmızdır. Dinimizi kaç kişiye tebliğ ettik, bunun için nelerden ferâgat ettik? “Emr bi’l-mâruf ve nehy ani’l-münker” yani iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmek üzerimize farz iken biz, kime iyilik ve güzellikleri tavsiye ettik, kimi kötülük ve yanlışlarından vazgeçirmeye çalıştık? O’nun tebliğ vazifesiyle Medîne’ye gönderdiği Mus’ab bin Umeyr -radıyallâhu anh- gönül rahatlığı içinde:

“-Medîne’de İslâm’ın konuşulmadığı tek bir ev dahî kalmadı, yâ Rasûlallah!..” derken, biz, kendi çevremizde, kendi evimizde İslâm’ı ne kadar konuşuyoruz, anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz?

“Seni seviyoruz, yâ Rasûlâllah!”

O; “Müslüman; elinden, dilinden ve kendisinden hiç kimsenin zarar görmediği kişidir. Mü’min ise; insanların malları ve canları konusunda kendisine güvendiği kimsedir.” buyuruyor. (Buhârî, İman, 4, 5)

Düşmanları bile O’na “Muhammedü’l-Emîn” derdi, emânetlerini gelir yine O’na bırakırdı. Biz, üzerimizdeki emanetleri ne kadar kollayabiliyoruz? Bırakın düşmanlarımızı, dostlarımızdan kaç kişi güveniyor bize? Mahlûkata karşı kalbimiz rakîk mi? Mahlûkatın en hakîrine bakarken bile güzellik arardı. Biz, en güzelde bile bir kusur mu arıyoruz?!

“Seni seviyoruz, yâ Rasûlâllah!”

İçimden bir ses; bu sözün kocaman yalan olduğunu söylüyor. “Anam-babam Sana fedâ olsun, yâ Rasûlâllah!..” diyen ashâb -radıyallâhu anhüm- gibi, yoksa O’nun vefatından sonra üzüntüsünden bir daha ezan okuyamayan Bilâl -radıyallâhu anh- gibi seviyor muyuz O’nu? Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali -radıyallâhu anhüm-… Hangisinin O’na duyduğu muhabbet, itaat ve teslimiyet, bizim yüreğimizde de var? Velhâsıl kaç saatimiz O’nun yaşantısına benziyor, O’na benzemek için ne yapıyoruz? Yalnızca “Kutlu Doğumlar”da hatırlayıp dil ucuyla “Seni seviyoruz!..” demek yeterli mi? 

“Seni seviyoruz, yâ Rasûlâllah!”

Bu, nasıl yanıştır böyle? Her yangının bir alâmeti vardır. Odun-kömür yakarız dumanı olur, çer-çöp yakarız isi çıkar, kokusu duyulur, canımız yanınca da suratımız asılır. Peki, gönlümüzün O’na yandığı nereden belli? Tuzlu yiyen insanın suyun peşine düştüğü gibi, gönlümüzün de O’nun sevgisine susaması lâzım.

“İki gönül arasındaki muhabbet, bir cereyan hattı gibidir.” Voltajı da sevgimiz nisbetindedir.

Yâ Rabbi! Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşı yüreğimizde yüksek voltajlı bir aşk nasip eyle ki; O, bize, canımızdan öte can olsun. Sevgimiz, hürmet ve itaatimiz, “Kutlu Doğum”larla sınırlı kalmayıp, her ânımız O’nunla dolsun! Âmîn!

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle