Nebevî Bir Gün

Nûrlu bir Medîne sabahı… Bilâl ezân okuyor:

“Es-salâtü hayrun mine’n-nevm…”

Bir kıpırtıdır başlar Medine hânelerinde…

Bilâl, her sabah Allah Rasûlü’nü mescitte görür. Teheccüdden sonra uyumayan Efendimiz, mesciddedir. Sabah namazının sünnetini evinde kılmak için, bazen mescidden iki adım ötede ve mescide kapısı olan evine geçse de sahâbenin mescide gelişi ile mihrapta yerini alır. Çünkü mescidin kapısından girip de Efendimiz’i görmek, O’nu selâmlamak, Sahabe için en büyük gıdâdır. Ruhlarının gıdâsı, gönüllerinin sukûneti için... O’nu görmek, güne bereket ile başlamak, gönül huzuru ile başlamak demektir. O sebeptendir ki Bilâl, sabahın en erken saatinde Allah Rasulü’nün gül cemâlini ilk seyreden sahâbîdir. Selâm verir ve ezâna başlar, hep…

“Es-salâtü hayrun mine’n-nevm” sadâsı ile evler, tek tek boşalıyor. Zira huzur, Allah’ın huzuru; mürşid, Allah Rasûlü… Bir bayram havasında gidilir mescide, beş vakitte… Cenâb-ı Hak ile gerçekleşecek olan, gün içindeki ilk randevudur bu, önemlidir. Sahâbenin buluşma yeridir mescid. Namaza âilecek gelirler sahâbîler… (Bu âdet hâlâ yaşanıyor Medîne’de, Mescid-i Nebî’de...)

Medîne yolları, birbirine selâm veren, mescide gitmek için yollara düşen kadınlı, erkekli, çocuklu, bebekli sahâbîler ile doludur. Yollarda melekler saf saf durmuş, mescide gelenleri kaydetmekte ve onlara mânen selâmlar vermekteler. Gönüllerde bir coşku var. Bu coşkunun sebebi, bu mânevî deryanın içinde rûhların yüzmesi... Bedenler yürüyor, rûhlar mânevî denizlerde yüzüyor. Gönüller kıpır kıpır, Allah ve Rasûl aşkı ile dopdolu...

Güne mescidde, Allah Rasûlü’nün cemâlini seyretmekle başlamak ne büyük rahmettir!.. Ümmü Eymen, beyi Zeyd bin Hârise ve oğlu Üsâme ile en önde giriyorlar mescide... Bu âile, Allah Rasûlü için çok özel bir âile. Ümmü Eymen, Allah Rasûlü’nün en sevdiği hanımefendilerden... Annesini kaybettikten sonra, amcası Ebû Tâlib’in eşi Fâtıma’nın himâyesine geçene kadar Peygamber Efendimiz’e anne şefkati gösteren, kendisinin bakımı ile ilgilenen kadındır, Ümmü Eymen... Efendimiz’le birbirlerine hâlâ çok düşkündürler. Vefâ ve muhabbetin harmanlandığı bir düşkünlüktür bu… Eşi Zeyd ise, ezelden Allah Rasûlü’ne âşık, Allah Rasûlü’nü, yıllar önce öz ana-babasına tercih eden, Tâif’te Rasûlullâh’a atılan taşlara gövdesini siper etmiş ve ileride Mûte şehidi olarak anılacak olan bu sahabî, âdeta bütün hayatını Efendimiz’in incinmemesi için adamıştır. Hayatı bu çırpınışla geçer bu güzîde sahâbînin. Oğulları Üsâme, yeni ergen olma çağlarında… Ana-babasının ortasında mescide koşarak geliyor. Efendimiz’i görür görmez yanına gidiyor, baba-oğul... Allah Rasûlü, onlara hep duâ ederdi, yine ediyor. Ergen gencin gönlünü fethetmenin en güzel yolu, onun güzel davranışlarını methedip, hayır duâlar etmek değil midir zâten?! Ümmü Eymen, uzaktan Efendimiz’e tebessüm edip selâm veriyor. Ümmü Eymen, Efendimiz’in gül cemâlini seyrederken dalıp gidiyor mâziye:

“-Yıllar ne çabuk geçti.” diyor. “Daha dün kucağımda, anacığını kaybetmenin acısı ile hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Yapayalnızlığı yüreğimi dağlamıştı. Annesizliğin hasreti ile kucağımda uyurdu. Ben üzülürdüm, bu çocuk ne olacak, kimlere kalacak diye… Şimdi bizim Efendimiz, Peygamberimiz oldu. Hepimize rehber, önder oldu… Her şeyin sahibi Allah... Allah var, keder yok; hamdolsun… Hepimiz zaten Rabbimize ait değil miyiz?! O’na ait olmak, O’nun kulu olmak ne büyük şeref…”

Hasan ile Hüseyin fırladıkları gibi evlerinden Efendimiz’in kucağına atlıyorlar yine… Bu iki kardeş için dünyada en kıymetli servetleri dedeleri… Nerede dedelerini görseler, her şeyi bırakıp O’na koşarlar. Kollarını sonuna kadar açan Efendimiz, onları öyle bir kucaklar ve muhabbetle sıkar ki, çocuklar mest olurlar. Onlar, her zaman anne ve babalarından önce mescide gelirler. Zaten evleri, mescidin yanı başında… Doğdukları zamandan itibaren mescidden bir an ayrı kalmamışlar. Minicik bebekken Hasan ile Hüseyin efendilerimizi, anneleri Fâtıma vâlidemiz bağrına basar mescide gelirdi. Bebekler, tilâvet sesi eşliğinde huzur içinde uyurlardı. Bazen o tatlı gözlerini açar, sessizce namaz kılanları süzerlerdi. Küçücük yaşlarından beridir, dedeleri ile beş vakit namazlarını kılıyorlar.

Nasıl Allah Rasûlü, henüz küçükken her yere dedesi ile gidip, toplantılara bile Abdülmuttalib ile birlikte katılmışsa, bu iki çocuk da aynı dedelerinin küçüklüğündeki gibi günlerinin çoğunu dedeleri ile geçiriyorlar. Dedelerinin her hâline, her durumuna şâhid oluyorlar. Dedelerinin irşâdı ile, eğitimi ile yoğruluyorlar. (Bugün psikologlar bilirler ki altı yaşına kadar çocuğun karakter gelişimi tamamlanır.) Peygamber Efendimiz vefat ettiğinde Hazret-i Hasan 7, kardeşi Hüseyin ise 6 yaşında idiler. Karakterlerinin oluşmasında öyle büyük muallimleri oldu ki, bu iki çocuğun; ilk muallimleri dedeleri, sonra babaları Hazret-i Ali…

O bahadır, yiğitler yiğidi Ali -kerremallâhu vecheh- ki, Peygamberimiz’in hânesinde büyümüş ve hiç bir sahâbîye nasip olmayan, Efendimizle en çok bir arada bulunma nimetinin bereketini yaşamış, Allah Rasûlü’nün hem amcaoğlu, hem de damadı… “İlmin kapısı” diye Peygamber Efendimiz’in medhettiği, Hayber başta olmak üzere iştirâk ettiği hemen hemen bütün savaşların kahramanı, ilim ve cesaret örneği Hazret-i Ali…

Üçüncü muallimleri ise, Peygamber Efendimiz’den ledün ilminin sırrını ve cesaret sırrını alan Müslümanların ilk hemşirelerinden, muhterem anneleri Hazret-i Fâtıma… Ne şanslı iki çocuk Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin… Efendimiz’in Peygamber olduğu zamanda doğan mübârek anne ile yedi yaşında henüz mükellef olmadığı hâlde, teklif gerekmediği hâlde Müslüman olan, o hânede İslâm’ı seve seve kabul eden bir babanın evlatları…

Hiçbir dede, Peygamber Efendimiz’in torunlarına ettiği duâların bir benzerini torunlarına etmemiştir. Onların Allâh’ın has kulları olmaları için dili hep duâda… Çocuklar bu hâli, mânen hissettiklerinden olsa gerek, dâima kendilerinin hayrını niyâz eden dedelerine hayranlar… Allah Rasûlü, Cebrâil -aleyhisselâm- ile görüşürken bile şâhid oluyor, bu iki çocuk. Onları gören Cebrâil duâ etmez mi iki güzîde toruna... Ediyor da. Mü’minin mü’mine, görür görmez ilk yaptığı şey, selâm vermek, yani duâ etmek değil midir?

Sevgi ile büyüyen çocuklar sevmeyi öğrenir, hoşgörü içinde büyüyen çocuklar kimsenin kusurunu görmez, alçak gönüllü büyüyen çocuklar herkese hürmet gösterir, başkalarını kendi nefsinden önce düşünen bir eğitimle büyüyen çocuklar kendi canlarını düşünürler mi hiç?! İşte bu iki çocuk da nebevî terbiyenin bereketi ile olsa gerek, ümmetin birlik ve beraberliği uğruna canlarını bile fedâ etme meyli ile dopdolular.

Hazret-i Ali ve Hazret-i Fâtıma giriyor mescide… Fâtıma -radıyallâhu anhâ-, babasına âşık bir evlat. Babasının olduğu bir yerde, gözleri sadece babasının gözlerinde kenetlenen, dünya sevgisinden uzak olması için özel bir terbiye ile büyütülen örnek hanım… Mihri, ümmetin inanan kadınlarına şefaat etme sözü olan, mübârek hanım... Bu âilenin en büyük rızkı, ilimdir. Zühd hayatı yaşamaktadırlardır ömürleri boyunca… Peygamber Efendimiz, kızının evine hizmetkâr almasına, var olan örtüsünü, süslü başka bir örtü ile değiştirmesine bile izin vermemiş; kızına hep dünyanın ihtişam ve hırsından uzak kalmasını, âilesinin hizmetinde bulunmasını teşvik etmiştir.

Çocuklar, âilelerinde nasıl bir terbiye görmüşlerse, hayatları boyunca onu yaşarlar. Bu örnek âilenin iftarlıklarını, kendilerinden daha çok ihtiyaç sahibi gördükleri miskin, yetim ve esire vererek aç olarak tuttukları, üç gün süren oruçları, Kur’ân diliyle övülmüş, âyetler ile gönüllerimize nakşedilmiştir. Yoksul, ama kanaatkâr hâlleri, mü’minlere hep örnek olacaktır. Vücuduna saplanan okun, ancak namazda çıkarıldığı zaman hiçbir acı hissetmeyecek derece namazda vecd hâlinde olup da Rahmân’ın katında namaz kılan Hazret-i Ali’nin bu hâli örnek olacaktır mü’minlere... Yüzüne tüküren düşmanını, nefsi için öldürmek korkusundan, onu öldürmekten vazgeçme irâdesine sahip olmak anlatılacaktır, nesilden nesile… Yüzlerce kilogram ağırlıktaki Hayber Kalesi’ni sırtlanmayı kolaylaştıracak îmân gücünden bahsedilecektir dilden dile...

Bu âile, kahraman, yiğit, âlim, zahid, ârif bir âiledir; özeldir. O sebeple olsa gerektir ki, Peygamber Efendimiz, “ehl-i beytim” dediği bu mübârek âilenin candan öte sevilmesini, onlara ihtiram gösterilmesini emretmektedir. Bu, aynı zamanda Rabbimizin de fermânıdır. Nitekim Şûrâ Sûresi, 23. âyet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır:

“De ki: Sizden yaptıklarıma karşılık ücret istemiyorum, ehl-i beytime meveddet (sevgi) istiyorum.”

Efendimiz’in hanımlarını da içine alan bu güzîde âile, yaşadıkları örnek hayatla bizim mânevî feyz menbâlarımızdandır. Varlıkları, bizim için büyük bir nimettir!..

Bu sabah, ezân ile Mescid-i Nebî’yi dolduran bütün sahâbîlerin varlıkları, bize ne büyük berekettir!..

Medîne ahâlîsi mescide yerleşir. Evler boşalır, sokaklar boşalır, temeli takvâ ile atılan mescid, tıklım tıklım dolar. Herkes sessiz, başı önde, namazın başlamasını beklemektedir. Peygamber Efendimiz ayağa kalkar, namaza başlanır. Efendimiz’in tilâveti ile kılınan namaza şâhitlik etmek, namaz ehline duâlar etmek için gözlerin göremeyeceği, fakat rakîk gönüllerin yakînen hissedebileceği çoklukta melekler de saflara yerleşmişlerdir.

Her sabah bu mânevî yıkanma, gıdalanma, sahâbîye Allâh’ın husûsî bir ikramıdır. Mescidde saf saf cemaat olmanın verdiği şuur ve bu mânevî lezzet, sahabîlere Allâh’ın emirlerini yaşamakta ve savaşlarda çok büyük destek olmaktadır. Bedir savaşında bir sahâbînin yirmi müşrikin hakkından gelebilmesinin hikmeti, mescidlerde omuz omuza Allah Rasûlü ile kılınan namazlarda ve alınan mânevî tâlim ve terbiyede aranmalıdır. Muallimin en büyük peygamber olduğu îmân eğitiminde aranmalıdır.

Âh, o mescid ve mescidde verilen nebevî eğitim... Namaz sonu, rüyalarını yorumlatmak için bekleyen sahâbîler, o gün çıkılacak seriyyenin tâlimatlarını Efendimiz’den almak için bekleyen sahâbîler, Efendimiz’in sözlerini dinlemek ve hayatları boyunca uyacakları bir hisse kapmak için bekleşen sahabîler…

Namaz sonrası evlerde hurmayla süslenen kahvaltıların ardından kimi pazarına, kimi hurma bahçesine çekilirken, hanım sahabîler ise evleri ve evlatları ile ilgilenme gayretindedirler. Hanım sahabîlerin bir özelliği de Peygamber Efendimiz’in eşleri ile bir araya gelerek, dînî eğitim almak, fırsat buldukça da Allah Rasûlü’nün tedrîsinde bulunmaktır.

Namaz ile başlayan müslümanın bir günü, cemaatin dağılması ile canlansa da en büyük canlılık, yine Mescid-i Nebî’dedir. Halledilmesi gereken her iş mescidde, Allah Rasulü’nün huzuruna getirilir, O’na arz edilir. Allah Rasûlü, ashâbının âile dâvâlarına, kamu dâvâlarına, mâlî ve ticarî dâvâlara gün içinde tek tek bakmakta, meseleleri Kur’ân’ın ışığında, Allâh’ın emir ve yasakları doğrultusunda halletmektedir. Sadece onlar mı?! Medine şehrinin gelişimi için gerekli hususlar, Medine pazarının kontrol ve teftişi, Yahudi komşularla ilgili hususlar da Efendimiz’i beklemektedir. Ferdi ve toplumu ilgilendiren her husus, Peygamber Efendimiz’in huzuruna, dolayısıyla Mescid’e taşınmaktadır.

Gün boyu, Efendimiz’in yanına ashâbın işlerini danışmak için geliş gidişleri devam eder durur. Ne büyük bir rahmettir, en hayırlısına karar verebilmek için bir büyükten yardım alabilmek!.. Ne büyük bir nimettir bu!.. Sahâbe çok şanslıdır, neyin hayırlı olduğunu bilemedikleri her durumda Allah Rasûlü imdatlarına yetişivermiştir.

İrşad, eğitim, hak ve hakikat, adâlet ve rahmet tevzii, hiç bitmez Medîne’de... Evde, mescidde, sokakta... Sokakta yürürken, çocuğunu hurma verme vaadi ile yanına çağıran anneyi ikaz eder Nebevî buyruk:

“-Hurman yok da «Hurma vereceğim, gel!» diye çağırıyorsan bil ki, senin bu sözün yalandır.” (Ebû Dâvud, Edeb, 80/4991)

Annelerin kulakları çınlasın!.. Bu, ne büyük bir söz, bu sözü hayata geçirmek ise, gerçek bir irade istiyor. Her anı ümmeti ile dopdolu olan, onların hâlini dert edinen Peygamber…

Sadece sokaklar, evler, mescidlerde yapılan irşadlar değil, hasta ziyaretleri, ihtiyaç sahibi sahâbîlerin belirlenip ihtiyaçlarının giderilmesi, cenâze evi ziyaretleri, yaşlıların gönlünü alma ziyaretleri… Bu nasıl bir ahlâktır ki; yahudi komşuları dahî Efendimiz’in komşuluğundan memnundur. Pişirilen çorba, eğer ihtiyaçları varsa, onlara da ikram edilmektedir.

Onlar da çok iyi biliyorlar; Allah Rasûlü’nün hak peygamber olduğunu… O’nun hâl ve hareketlerini devamlı kontrol ediyorlar, her ânını takip edip duruyorlar, bir eksik, bir yanlış, bir falso bulabilmek için... Fakat nâfile… Buna rağmen nefislerine, kibirlerine yedirip de müslüman olamıyorlar. Bilmek, her zaman îmânı getirmiyor demek ki... Kişi bile bile de inkârı seçebiliyor. Nihâyetinde îman nasip işi, hidâyet işi…

Her an yeni bir işte Efendimiz, her an yeni bir dâvâda, yeni bir mütâlaada… Son nefeste kelime-i şehâdet getiremeyen sahabîden de haberdâr, “dua etsin, isim koysun” diye yeni doğan bebekleri ile mescide gelen ana-babalardan da haberdâr... Özel dua isteyenlerden de... Huzuruna gelip hususî sorular soranlar da pek çok:

“-Yâ Rasûlâllah!.. Bana öyle bir şey söyle ki, onu yapınca cennete gireyim!”

Bu tip sorular, sahabîye ait gayet veciz, hikmet dolu sorular... Herkesin fıtratına göre, farklı cevaplar veriliyor nübüvvet lisânından... Kimine:

“Öfkelenme!..”; kimine:

“Anan ve baban ile ilgilen, kardeşlerin ile ilgilen!”; kimine:

“Âilene hayırlı ol, bedduâ etme!..” gibi nasihatlerle devam edip giden cevaplar…

Hanımların her meclisinde hazır bulunan Efendimiz’in mübârek zevceleri ve kızı Fâtıma… Onlar da mürşide, onlar da sahâbî hanımlarının muallimeleri.

Vahiy iniyor, Cebrâil -aleyhisselâm- ile hasbihâl ediliyor, sabah namazı ile başlayan mübârek, nûrlu Medîne’de gün yatsı namazı ile bitiyor. Yarın yine yoğun olacak, yeni âyetler inecek, yepyeni bilgiler edinilecek. Gelen âyetler, bir bir hayata tatbik edilecek… Meleklerle musâfaha yapılacak. İşler, Allâh’ın rızâsına uygun olsun diye niyetler edilecek… Mü’minler gayretli olacak, tembellik yok. Hem dünya, hem de âhiret için gayretli olunacak…

Bugün bizler de şanslıyız, Rasûlullah Efendimiz, bedenen yanımızda olmasa bile hadisleri ile, örnek yaşantısı ile yanı başımızda… Hele ki, Efendimiz’in rûhu, mâneviyâtı bizimle birlikte... Yûnus ne güzel demiş:

“Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez.”

“Ölürse tenler ölür, ruhlar ölesi değil.”

Hissediyorum Efendim Seni, yanı başımızdasın… Allâh’ın salât ve selâmı, her dâim Sen’in, Ehl-i Beyt’inin ve ashâbının üstüne olsun!.. Âmin.

PAYLAŞ:                

Fatma Hale Sagim

Fatma Hale Sagim

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle