Seninle Birlikteyiz, Ya Rasulallah

 

Salât ve selâm ile…

Yâ Rasûlâllah! Bir Kutlu Doğum’da daha; Sen’in çağında olamadığımız, Sen’i görüp Sen’inle birlikte yaşayamadığımız için mahzunuz, yetimiz!.. Sana cennette hasret kalma düşüncesinden sararıp hastalanan ashâbından Sevbân -radıyallâhu anh- gibi, biz, âhir zaman ümmeti de sararmış benizlerimizle hasta ve buruk yaşıyoruz. Sen’den kalan emânetlerinle, mübârek sözlerinle, nurlu Ravza’nla hasretimizi bastırıp Sen’i her an yanımızda hissetmeye çalışıyoruz.

“Beni vefatımdan sonra ziyaret eden de sağlığımda ziyaret etmiş gibidir…” (Darekutnî, Sünen, II, 278) müjdene mazhar olabilmek için bütün âile, hep birlikte ziyaretine geliyoruz.

Birçok zaman mescidde, arkanda saf tutuyor; namaz sonrası yaptığın tane tane nasihatlerinle ihyâ oluyoruz. Sabah namazından sonra ashâbının rüyalarını tâbir edip onlarla sohbet ederken mübârek sîmânın parlaklığıyla aydınlanıyor, tebessümünle devlet buluyoruz.

Namaz sonralarında, başta Ebûbekir ve Ömer -radıyallâhu anhümâ- olmak üzere ashabınla yaptığın ziyaretlere bizler de iştirak ediyoruz. Mescidin yapımında kucağında taş taşımana, cemaatin içinde elinde su kırbasıyla su dağıtmana, Seni görmeye gelip heyecandan elleri titreyen misafirlere:

“-Titreme, kardeşim! Ben, Kureyş’ten güneşte kurutulmuş et yiyen senin eski komşunun yetimiyim!..” (Bkz: İbn-i Mâce, Et’ime, 30) buyurmana ve bütün tevâzuunla:

“Ben her gün yüz defa istiğfar eder, Rabbimden mağfiret dilerim.” (Müslim, Zikr, 41) buyurarak kulluğunu ifâde etmene hayran kalıyoruz.

Yetimlerin babası, dulların yardımcısı, kimsesizlerin arkadaşı olmanı gıpta ile izliyoruz. “Ey Rabbim! Beni fakir bir insan olarak yaşat; bana fakir bir insan olarak ölüm nasîb et; beni fakirlerle birlikte dirilt!” (Tirmîzî, Zühd, 37) diye duâ etmene rağmen ummanlar kadar cömert davranmana mest oluyoruz. Hatta bir gün bir ihtiyacı sebebiyle Sen’den yardım isteyen genç sahâbî Câbir -radıyallâhu anh-’ın devesini satın almış, parasını ödemiş, sonra deveyi ona geri hediye ederek onu ne kadar da çok sevindirmiştin!.. Huneyn ve Tâif savaşlarının ardından, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Safvan bin Umeyye ile, Cîrâne’de toplanan ganimet malları arasında dolaşıyordun da; Safvan’ın develer, davarlar, çobanlarla dolu vadiye hayran hayran baktığını görünce ona hitâben:

“-Bu vadi ve içindekiler senin olsun!” buyurmuştun.

Safvan, sevinçle şaşkına dönerken:

“-Bir peygamberden başka, hiç kimsenin kalbi, bu kadar cömert olamaz!..” deyip hemen müslüman olmuş ve kavminin yanına dönerek:

“-Ey kavmim, müslüman olun; vallâhi Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- öyle ihsanda bulunuyor ki, yokluktan ve yoksulluktan hiç korkmuyor!..” demişti.

Yâ Rasûlâllah! Bütün bir ümmetin peygamberi, Cebrâil’in mihmandârı, Allâh’ın elçisi iken yine de insanlarla iç içe, yine de onların en sevgilisi idin. Dîni öğretmek, ahlâkî güzelliklerini artırmak ve muhabbet bağı kurmak için dâimâ insanların arasına girer, onlarla sohbet eder, hattâ durumlarına göre tatlı şakalar yapardın.

Çocukları ayrı bir severdin, sevdiğini onlara da hissettirirdin; bazen sözlerinle, bazen de davranışlarınla sevgini herkese gösterirdin, Yâ Rasûlâllah!. Seferden dönerken muhakkak çocukları bineğine alır, onları gezdirir, eğlendirirdin. Yine bir gün ashâbına dâvet edildiğin bir yemeğe giderken yolda oyun oynayan Hüseyin -radıyallâhu anh-’a rastlamıştın da; ellerini açıp onu yakalamak isteyince, o sağa-sola kaçmış, Sen de onun arkasından koşup kovalayarak gülmüştün.

Bir baba, bir eş olarak da Sen’i izliyoruz, yâ Rasûlâllâh! İkindi namazından sonra hanımlarını teker teker ziyaret etmeni, hatırlarını sorarak ikrâmlarda bulunmana hayran kalıyoruz. Her birinin gönlünü ayrı ayrı hoş etmeni, gücün nisbetinde aralarında adâleti tesis etmeye çalışmanı gıptayla anıyoruz. Mübârek hâne-i saâdetinde Sen’i bazen keçileri sağarken, bazen nalinlerini tamir ederken, bazen de söküklerini dikerken görüyoruz. Her bir eşinin tabiatına göre müşfik davranmana, yumuşak hitâbına, hoşgörüne gıpta ediyoruz. Bir keresinde Hatice Annemize temizlikte yardım ediyordun da, kız kardeşi Hâle -radıyallâhu anhâ- gelmişti. İçeri buyur ettikten sonra, ona oturacak yer hazırlayıp kutlu abanın üzerine oturması için ısrar etmiştin. Sadece hanımlarına değil, onların akrabalarına ve sevdiklerine de ihtiram ederdin.

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’yı ise “Hümeyrâ” diye sevmeni, bayram günü mescide kılıç kalkan gösterileri yapan Habeşlileri izlemeye götürüp saatlerce birlikte izlemenizi muhabbetle seyrediyoruz.

Evlâtların için de eşi bulunmaz bir baba idin, Yâ Rasûlâllah! Kızın Fâtıma -radıyallâhu anhâ- evlenip gittiği hâlde, altı ay mübârek hânelerine varıp namaz için uyarmana, ziyaretine geldiklerinde ise, ayakta karşılayıp onun ellerinden öpmene hayran kalıyoruz.

Onların mutluluğu Sen’in mutluluğun, hüzünleri Sen’in hüznündü, Yâ Rasûlâllah! Oğlun İbrahim’in vefatında, onun cansız bedenini kucağına basıp:

“-Kalp hüzünlenir, göz yaşarır!..” buyurarak mübârek gözlerinden yaşlar boşalırken bizler de Sen’inle birlikte ağlıyoruz.

Bedir Savaşı’nda büyük kızın Zeyneb’in eşi Ebu’l-Âs esir düştüğünde, Zeyneb, beyini kurtarmak için fidye olarak Hatice -radıyallâhu anhâ-’nın gerdanlığını gönderdiğini görmüş, bundan çok müteessir olmuş ve:

“-Ebu’l-Âs’ı serbest bıraksanız, fidyesini de geri gönderseniz olur mu?” buyurmuştun.

Canımız Sana fedâ olsun, yâ Rasûlâllah! Sen’in mutluluğun bizlere hayattır, ışıktır, göz aydınlığıdır.

“Muhakkak Allah halîmdir (yumuşak huyludur), hilmi (yumuşak huyluluğu) sever; şiddet ve kabalığa vermediği şeyleri, yumuşak söz ve davranışa verir.” (Müslim, Birr, 77) buyurur ve dâima yumuşak huylu davranırdın. Fakat yetimin hakkı çiğnendiği, mazluma eziyet edildiği zaman gazaplanır, hak yerini buluncaya kadar gazabın dinmezdi. Hattâ bir gün hakkını vermediğini söyleyen yetim çocukla birlikte vâsîsi Ebû Cehil’in yanına gitmiştin de; her defasında yetimi azarlayarak yanından kovan Ebû Cehil, Sen’i görünce derhal yetimin malını iâde etmişti. Ebû Cehil’in uysallığını gören müşrikler:

“-Ne oldu, Muhammed’den mi korktun?” diye onun durumuyla alay edince Ebû Cehil:

“-Vallâhî sağında ve solunda iki mızrak gördüm, sanki az kalsın saplanacaklardı.” demişti.

 Bir keresinde de Mahzûmîlerden soylu bir âileye mensup bir kadın, hırsızlık etmişti de Kureyşliler, aracı olarak çok sevdiğin Hazret-i Üsame bin Zeyd -radıyallâhu anhümâ-’yı göndermişlerdi Sana... Bu talep karşısında mübârek yüzünün rengi değişmiş ve çok sevdiğin Üsâme’ye sitem dolu nazarlarla bakarak:

“-Allâh’ın koyduğu cezâlardan birinin tatbik edilmemesi için aracılık mı yapıyorsun?!” diye sormuştun.

Üsâme -radıyallâhu anh- de, Sen’in bu kadar üzüldüğünü görünce son derece pişman olup derhâl özür dilemiş ve:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Benim bağışlanmam için duâ et!” demişti. (Buhârî, Megâzî, 53; Nesâî, Kat’u’s-Sârik, 6, VIII, 72-74)

Sen bu sefer ayağa kalkıp ve halka şöyle hitâb etmiştin:

“-Sizden önceki milletler, şu sebeple helâk olup gittiler: Aralarından soylu, makam-mevkî sâhibi biri hırsızlık yapınca onu bırakıverirler, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca da onu hemen cezâlandırırlardı. Allâh’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, elbette onun da elini keserdim!” (Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Hudûd, 8, 9)

Vefatında ise, Medîne âdeta yıkılmıştı, yâ Rasûlâllah. Seni tanıyıp Sensiz kalmak, tarif edilemeyecek kadar büyük acılardandı. Sana en çabuk kavuşacak kimsenin kendisi olduğunu bildiği hâlde Fâtıma -radıyallâhu anhâ- annemiz, o sıcak acısıyla Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın yolunu kesmiş:

“-Ey Ali! O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gül bedenine toprak atmaya nasıl kıydınız? O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i toprağın içinde bırakıp nasıl döndünüz?!” diye hesap sormuştu. Ömer -radıyallâhu anh- ise, çılgın bir şekilde kılıcını çekip:

“-Kim Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- öldü derse, boynunu vururum!..” diye haykırmıştı.

Sen’den ayrılmak çok zor… Sen’in yokluğuna alışılmıyor, ey âhir zaman Nebîsi!..

* * *

Yâ Rasûlâllah!..

Sen bütün yaratılmışların efendisi, Sultanısın!

Sen Allah Teâlâ’nın son Nebîsi, Mahbûbusun!

Sen âlemlerin rahmeti, bizim göz bebeğimizsin!

Milyonlarca salât, milyonlarca selâm Sana, âilene ve sevdiklerinin üzerine olsun!

es-Salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ Rasûlallâh!..

es-Salâtu ve’s-selâmu aleyke yâ Habîballâh!..

es-Salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ Seyyide’l-evvelîne ve’l-âhirîn… Ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle