Gönlü Kur’ân’la Ferahlatanlar

Ebû Mûsâ el-Eş’arî -radıyallâhu anh-’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisine şöyle buyurmuştu:

“Şüphesiz Dâvûd’a verilen güzel seslerden bir nağme de sana verilmiştir.” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 31)

Müslim’in bir rivâyeti de şöyledir:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Ebû Mûsâ’ya şöyle dedi:

“Dün gece senin okuyuşunu dinlerken beni bir görmeliydin!” (Müslim, Müsâfirîn, 235-236)

Dünyadaki nîmetlerden birisi de insanın güzel sesli, Kur’ân âşığı dostlarının olmasıdır. Gönül öyle bir özelliğe sahiptir ki, bazen yeryüzünün genişliğine rağmen daralır da daralır. Bazı zamanlarda Peygamber Efendimizin gönlünün de daraldığı olur ve:

“-Erihnâ yâ Bilâl!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 78)

(Ey Bilâl, bizi -ezânla- ferâha kavuştur.)

Bazen de:

“-Ey Abdullah bin Mes’ud, Kur’ân oku da dinleyelim!” buyururlardı. (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 32-33)

* * *

Peygamberimizin yanında güzel sesli sahâbelerinin olması gibi bizim nasibimize de Kur’ân’ı sesiyle güzelleştiren Saltanat Hocahanım düştü, elhamdülillah. Kendisi Bişkek Kız Kur’ân Kursu’nun hocahanımlarından… Tam bir Kur’ân âşığı... Ne zaman kendisini görsem elinde Kur’ân’ı, bir makam çalışır. Yatağının ucuna varsam, telefonu başında bir kıraat âliminin aşr-ı şerîfini dinlerken uyuyakalmış olur.

Bir gün kendisine Kur’ân-ı Kerîm’e olan bu muhabbet ve yakınlığının nereden geldiğini sordum. Kur’ân’la dostluğunun hikâyesini Saltanat Hocahanım şöyle anlattı:

“-Hocam, ben Kur’ân’a küçüklüğümden beri âşığım. Annem ve babam, kaset çalara Kâbe imamı Sudeysî’nin aşırlarıyla dolu kasedini koyar, ellerine Kâbe’nin resmini alır, uzun uzun o aşırları dinlerler, bir taraftan da ikisinin gözlerinden yaşlar boşalırdı. O kadar güzel hâlleri vardı ki, küçüklüğümün en güzel karesi diyebilirim. Onları izlemeye doyamazdım. Onların hâllerinden, Sudeysî’nin sesinden o kadar etkilenirdim ki, yalnız başıma bir odaya geçer, küçük yaşta ezberlediğim Felak ve Nas sûrelerini yüksek sesle onun gibi okurdum. Bu, her gün tekrarlanırdı. İki sûreyi taklit ederek okumak, bana arkadaşlarla oynanan oyundan daha zevkli gelirdi. Biz altı kardeşiz. Babam hepimizi Kur’ân terbiyesi üzere yetiştirdi. Elhamdülillah, hepimiz ilim aldık.”

Saltanat Hocahanım’ın âilesini tanırım. Babası, kendisi Türkiye’de Hüdâyî Kız Kur’ân Kursu’nda okurken vefat etmiş. Rabbim makamını âlî eylesin. İki ablası, Hüdâyî Kız Kur’ân Kursu’nda ilim almış, kız kardeşi kursumuzun ikinci hafızı... Erkek kardeşi, Bişkek’te bulunan başka bir kursta 2017 yılında hâfızlığını bitirdi. Babası vefat ettikten sonra, annesi de Kırgızistan’ın Batken şehrinde yatılı bir kursta Kur’ân dersi veriyor. Yani âilecek Kur’ân-ı Kerîm’i dost edinmişler.

Dedesi, SSCB’nin Türk cumhuriyetlerine hâkim olduğu, âlimlerin, hocaların sürgün edildiği zamanlarda köydeki küçük câmide ezan okuyup namaz kıldırırmış. Askerler köye baskın düzenlediğinde âilesini köye bırakıp Özbekistan’a kaçmak zorunda kalmış. Orada câmide ilim öğreterek ömrünü tamamlamış.

Türk Cumhuriyetleri’nde yıllarca Kur’ân öğretimi yasak olduğu için halk arasında Kur’ân okuma oranı yok denecek kadar azdır. “Molla” adı verilen kimseler, ezbere bildikleri sûreleri en azından cenazelerde okuyarak Kur’ân-ı Kerîm’i muhafaza etmeye çalışmışlar. Tabiî, kulaktan dolma şekilde ezberlendiğinden, okunan sûrelerde hatalar da yok değil. Bir cenaze olduğu zaman bu mollalar davet edilerek Kur’ân okutulur.

Saltanat Hocahanımın babası vefat ettiğinde, ev halkının hepsi Kur’ân okumasını bildiği için mollaları çağırmamışlar. 12 yaşında erkek kardeşi, Mülk Sûresi’ni ağlayarak okuduğunda insanlara çok tesir etmiş. Daha sonra köylüler, “Ölünce arkamızdan Kur’ân okuyanımız olsun!” diye çocuklarını Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmeleri için mescide göndermişler. Halk, bu âileye hayran kalmış.

“-Bu âilenin dirisi değil, ölüsü bile İslâm’ı tebliğ ediyor!” demişler.

Biz de hocahanımlarla otururken ya da bir misafirliğe gittiğimizde:

“-Hadi Saltanat Hocam, bizi bir ferahlat!” der, güzel makamla okuduğu aşırlarla rahatlarız. Kur’ân-ı Kerîm’i o kadar gönülden ve hissederek okur ki, dinleyen kimse de kendisini bu güzel tilâvete kaptırır.

* * *

Kur’ân’a âşık, kursumuzun yeni hâfızlarından Baktıgül adındaki öğrencimizin dersini arada dinlemeye giderim. Dersi dinlerken kendisine hayran olurum. Kur’ân’ın herhangi bir sayfasını açar, bir kelime sorarım. Kur’ân’ın hangi sayfası, hangi sûresi olduğunu ânında söyler ve âyetin devamını okumaya başlar. Sonra âyetin mânâsını sorduğumda, hemen Kırgızcasını söyler. Diğer derslerde de bir âyet meâli söylesem, Arapçasını okumaya başlar.

Diğer hâfızlar sadece Kur’ân’ı Arapçasından ezberlerlerken Baktıgül, hem Arapçasını ezberledi, hem de ezberlediği sayfanın Kırgızcası’nı çalışarak Kur’ân’da verilen mesajları ânında anlamaya başladı. Bir gün kendisine:

“-Bu meâl düşkünlüğün nereden geliyor?” diye sordum.

“-Hocam küçüklüğümüzden beri babam bizi etrafına toplayıp halka oluşturur, Kur’ân-ı Kerîm’i okuduktan sonra, anlamamız için mutlaka Kırgızcasını da okurdu. Bizde Kur’ân sevgisi ve mânâsını anlama gayreti buradan geliyor.” dedi.

Saltanat Hocahanım gibi sesi ve okuyuşu güzel öğrencimizin Kur’ân tilavetiyle programlarda gelen misafirlerimiz duygulanır ve ferahlarlar.

Baktıgül’ün de kardeşi kursumuzu başarıyla bitirdi. Şimdi Türkiye’de Hüdâyî Kız Kur’ân Kursu’nda eğitimini devam ettiriyor.

Kur’ân âşığı bir hocahanım ve bir öğrencinin hayat hikayesinin ortak noktası, âileleri oluyor. Küçükken aşkla verilen eğitimin, taşa kazınan yazı gibi olduğunu canlı örneklerle bir kez daha görmüş olduk.

Kâl (söz) ile eğitim yerine hâl ile eğitim, çocukta mutlaka tesirini gösteriyor. İki genç kızımızın da âileleri ne profesör, ne psikolog, ne eğitmen… İkisinin babası da köyde doğup büyümüş, Kur’ân eğitimlerini o günün şartlarında “hücre” denilen mescid yanlarındaki küçük odalarda, bir hocanın dizinin dibine oturarak almış kimseler. Çocuklarını büyütürken cilt cilt eğitim, psikoloji kitapları okumamışlar. Çocuğumuza nasıl bir gelecek veririz diye panik içerisinde bütün enerjilerini evlâtlarına sarf etmemişler. Sadece çocuklarını dizlerinin dibine oturtup, ilgi göstererek ve yaşayarak terbiye etmişler.

Rabbim yaşantımızla, sözlerimizle gönülleri ferahlatanlardan olabilmeyi ve Kur’ân okuyuşlarıyla, fikir ve zikirleriyle daralan ruhları inşirâha erdirecek nesiller bırakıp talebeler yetiştirebilmeyi cümlemize nasîb etsin. Âmîn.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle