Ergen Evlat Sahibi Olmadan Önce

Yatılı kursta vazife yaparken bir öğrenci getirilmişti. İmam Hatip Lisesi’ni okurken ya okulu bırakmış ya da devamsızlıktan kalmıştı. Geçmiş zaman… Kızı sınıfa, sınıfı kıza tam adapte etmişken ertesi hafta annesi tekrar geldi. Gözü mosmor olmuş ağlıyordu. Kız yüzünden kocası ile tartışmışlar, dayak yemiş:

“-Hocam, ölsün diye duâ ediyorum!” diyordu.

Bir anne yüreğinden âdeta fışkırırcasına kopan bir isyandı bu… Kıza gelince, o hiç de umursamadı zaten. Askerdeki nişanlısı ile bir an evvel evlenme derdine düşmüştü.

Annelerden duyar olduk:

“-Üstüne gitmeye gelmiyor. Ya canını acıtacak hamleler yapıyor yahut intihar ederim diyerek bizi tehdit ediyor. Gevşek bırakmaya da gelmiyor. Hafazanallah. Zaman kötü… Kimlerle arkadaş oluyor, ne zaman nerelere gidiyor, bir ebeveyn olarak insan bilmek istiyor.”

Bu sözler, toplumda genç ya da ergen ebeveyni olan pek çok insandan duyabileceğimiz sitemler, öyle değil mi? Gönül ister ki, hiç bu sözler edilmesin, yavrularla ilgili basına, medyaya iç acıtan değil, göğsümüzü kabartan gelişmeler yansıtılsın…

 

Fizyolojik ve Psikolojik Yönden Değişim ve Gelişim

Ülkemizde, ortalama 11 ilâ 15 yaş arası kız çocuklarının, 13 ilâ 17 yaş arası erkek çocuklarının “ergenlik dönemi”dir. İklim yapısı, biyolojik farklılıklar, beslenme biçimi, genetik faktörler ergenliği ileri taşıyıp geriye alabilir. Bir de medya… Medyada izlenen cinsel içerikli görüntülerin de ergenliği erkene aldığı, bugün bilinen bir gerçektir. Ergenlik, hızlı gelişim gösteren bir süreçtir.

Ergen, artık çocuk değildir. Biyolojik ve fizyolojik değişimler yaşar, yaşadıkça atarlanır. Eleştiriye hiç tahammülü yoktur. Evde kimseyle anlaşamaz bir görüntü verir, sürekli arkadaşlarıyla vakit geçirir ya da geçirmek ister. Anne kızından şikayetçidir:

“-Bari tatil günlerinde mutfakta bana yardım etsin, bir şeyler öğrensin!” derdindedir.

Baba oğlundan şikâyetçidir:

“-Koca yaz tatilini bilgisayarda adam öldürerek geçirdi. Dükkâna gelse, bir işin ucundan tutsa…” diye iç geçirir.

Çocuklar zaten bir âlemdir. Aynanın karşısında dakikalarca vakit geçirmeler, bir söze elli sözle karşılık vermeler, “Zaten siz beni hiç anlamıyorsunuz!” demeler, sınırsız para harcamalar… Hızlı kilo ve boy artışları… Bunlar ne kadar da âşina olduğumuz şeyler aslında… Bu dönemlerden bizler de geçtik. Kimimiz hafif atlattık, kimimiz zorlu geçirdik. Ama geçti. İşte kilit noktası da bu meselenin... Geçiyor, geçecek…

Ey anne-baba! Evlâdın ömür boyu ergen olmayacak, korkma! Sen yalnızca sâkin ol, sükûnetini muhafaza et, çocuğuna “uyma!”. Onu göz hapsinde tutma, ama sürekli kontrol et. Onunla arkadaş olma, ebeveynliğinin ağırlığını hissettir, ama arkadaşça bir yaklaşım içinde ol. Sürekli empati yap. O yaşlarına geri dön.

“-Ben olsam…” diye düşünerek değerlendir olup bitenleri!.. Hazret-i Ali Efendimiz’in sözünü unutma:

“-Evlatlarınızı, yaşayacakları çağa göre yetiştiriniz!”

 Çağın gereği tabletse, bu, tabletin başından hiç kalkmasın, saatlerini video izlerken geçirsin demek değil, elbette... Ama çağın nimetlerinden belli sınırlar dâhilinde faydalansın.

Arkadaşları ile tanış, onların ebeveynleri ile tanış; maddeten ve mânen evlâdına zarar getirecek çocuklardan onu muhafaza etmenin yolunu tut. Sevdiğin âileye sımsıkı sarıl ki, evlâdın da onların çocuğuyla arkadaşlığını pekiştirsin.

Ergen evlâdına şüphe içinde yaklaşma, böyle yapsan da belli etme! O sana güvensin, sırrını seninle paylaşsın. Bu güven ortamı sağlanamazsa, sırrını paylaşacak birilerini er-geç bulacak, bunu unutma. Çünkü o bir delikanlı… Hormonları hızlı çalışıyor; hisleri, düşünceleri hızlı gelişiyor. Kendini kontrol noktasında gel-gitler yaşıyor. Tutunacak dal ol, evlâdına…

 Çok iyi biliriz ki, terbiye, anne karnında başlar. Ehil ellerde şekillenerek bir ömür boyu sürüp gider. İnsan yavrusu, her daim eğitime, terbiyeye ve yön verilmeye muhtaçtır. Ergen olmuş kızımızı, oğlumuzu daha bebeklikten yetiştirerek belli bir yaşa getiririz.

Çocuk, anne-babanın çizdiği âile terbiyesi sınırları içinde yol aldığı zaman, zaten ortaokul ve lise yıllarında yaşanabilecek muhtemel sıkıntılar, hafif şekilde atlatılacaktır. Peki bu nasıl olacak, sağlıklı bir yol nasıl çizilecek? İşte bunun haritası…

 

Evvelâ Helâl ve Sağlıklı Gıdâ Hassasiyeti

Evlâtlarımıza ek gıdaya başladığı zaman diliminden itibaren helâl ve sağlıklı yiyecekler temin etmek, onlarla beslemek… Paketli gıdalardan, nerede nasıl üretildiği belli olmayan yiyecek-içeceklerden, boyalı, rengârenk, afilli sunulan yiyeceklerden evlâdımızı uzak tutarak… Toplumumuza bakıldığı zaman gıda hususunda bir uyanış gözlenmekte hamdolsun. Şuurlu anne-babaların sayısı hızla artmakta… Bu şuuru yaşar ve yaşatırsak evlâdımıza gıdanın verdiği enerjiyi müspete çevirmiş oluruz.

Zira, gıda hissiyâta tesir eder. Gıda vardır, insanı diri tutar, mânen ilerletir; gıda vardır, insandaki duyuşları köreltir, hattâ sıfırlar. Yaz Kur’ân kurslarımıza gelen birçok çocuğumuzda görüyoruz ki, bir kahvaltı kültürü yok. Kursa gelmeden evvel, en yakın pastaneden alınan poğaça, meyve suyu yahut anne biraz “hassas” ise süt-ayran ile bir öğün geçiştirilmiş oluyor.

Okulların kantininde satılan ürünlere sınır getirilmiş olsa da, öğle aralarında veya okul giriş çıkışlarında marketler tıka basa okul çocuğu dolu oluyor. Ellerinde asitli içecek, cips, hazır bir sürü sağlıksız gıda… Böyle olunca da yüzünüze boş boş bakan, bir sözü üç-beş kez söylediğiniz, dalgın, kaygısız bir nesil yetişiyor. Anneler misafire çeşit çeşit ikramda bulunuyor, ama yavrusuna kahvaltı hazırlamaya üşenebiliyor.

“-Bugün okuldan ye, hazır ye!” diyebiliyor. Yenilip içilen gıdalar da insanı duyarsızlaştırıyor, ibadete tembellik olarak yansıyor.

Tabiî, gıdanın bir de mânevî boyutu var. Burada da vazife özellikle babalara düşüyor. Eve giren lokmanın nereden kazanıldığı çok önemli… Helâl yollardan kazanılan helâl rızıklar, insanları ihya ediyor; haram ve şüpheliye tevessül edilerek ele geçirilen paralar da insanların gönül dünyasını mahvediyor.

Bu yüzden âilenin diğer fertlerinin, eve “ekmek getiren” babaları, “çok kazanmaya” değil, “helâl kazanmaya” teşvik etmesi lâzım… Bu da sözle olmaz, israftan, fuzûlî harcamalardan kaçmakla; ayağı yorgana göre uzatmakla olur. (Devam Edecek)

PAYLAŞ:                

Fatma Çatak

Fatma Çatak

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle