Derviş Meşrepli Bir Sultan

“Hakîkatte Allah dostlarının insanlar tarafından övülmeye, senâ edilmeye ihtiyaçları yoktur. Çünkü yüce Mevlâmız Rabbü’l-âlemîn Hazretleri onları sevmiş, derecelerini âlî eylemiş; onları seveni de kendisini seviyor saymış...” buyuruyor Sultânü’l-Ârifîn eş-Şeyh Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu -kuddise sirruh- kitabının müellifi merhum Sâhibü’l-Vefâ Hâce Mûsâ Topbaş Hazretleri…

Öyleyse dert, Allah dostlarını övmek değil; dert Allah dostlarını örnek almak, onların yaşantılarını, yaptıklarını taklit etmek, taklitten tahkîke yollar aramaktır.

Dert, yolundan gidilen Allah dostunu kendimize numûne ve ölçü alarak, kendi hâl ve hareketini kuyumcu terazisi hassasiyetiyle tartıp kendine çeki düzen vermek ve nihayetinde O’na has bir evlât olup, vuslat yolunu birlikte adımlamaktır.

Allâh’a ve Rasûlü’ne âşık, sünnet-i seniyyeye sâdık, yolundan gidilip hâl ve hareketleri taklit edilecek güzel bir gönlü; melek sîmâlı, derviş meşrepli bir sultanı; cennet mekân Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu -kuddise sirruh-’u, Rabbi ile yaşadığı vuslatın yıldönümünde yine, hasretle, rahmetle, minnetle, Fâtihalar, Yâsînler ve hatimlerle anıyor, hâtıralarını yâd ediyor, âhirette cem olmayı Rabbimizden niyâz ederek hayatından hayatımıza hisseler çıkarmaya çalışıyoruz.

Hayatını sünnet üzere yaşayıp, her hâliyle emsâl teşkil eden, Sâmî Efendi’nin gönlümüze nakşolmuş güzel davranışlarından bir buket sunmaktır niyetimiz…

 

Nazarı Derde Devâ:

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Mü’minin firâsetinden sakınınız! Çünkü o, Allâh’ın nûruyla bakar.” buyurmuştur. (Tirmizî, Tefsîr, 15)

Bu hususta Allah dostları, her mü’minin firâsetinin îmânı nisbetinde olduğunu ve bu îtibarla kâmil mü’min olan evliyâullâhın firâsetinin diğerlerine nisbetle çok daha kuvvetli olduğunu belirtmişlerdir.

Mürşid-i kâmillerin, -Allâh’ın izniyle- hidâyetlere vesîle olmak veya gönül vermiş müridlerine mânen mesafeler kat ettirebilmek için kullandıkları en tesirli terbiye metodudur, nazar…

Pek kıymetli ve bereketli olan bu mübârek nazarlara nâil olmak, o tesirli bakışlarla nasiplenmek her mürid için büyük bir kazançtır. Çünkü bu yolla elde edilen mânevî mertebeler, bazı kimselerin aylarca, hattâ yıllarca elde edemediklerini çok kısa bir zamanda elde etmesine vesîle olur. Fakat bu durum, herkese nasip olan bir şey değildir. Bilakis bu yolda samimî ve istekli olan, mürşidine ve onun yoluna sâdık, kemâl sahibi kimselerin dahî pek azına nasip olmuştur.

Nazarı tesirli ve derde devâ olan Sâmî Efendi’yi anlatırken merhum Mûsâ Topbaş Hazretleri şöyle buyurmuştur:

Makam ehli idi, riyâzat ehli idi, kerâmet ehli idi. Muâmelâtta yektâ idi. Kendilerini ilk ziyaret eden kimsenin mâneviyatta nasîbi var ise, Cenâb-ı Hakk’ın izni ile, bir nazarda kemâle erdirir, bambaşka bir âleme daldırır, yani ölmeden evvel, dünyânın ve ukbânın bütün sevgi, meşgale ve isteği kalbinden alınır ve mârifet-i ilâhiyye sırrı tecellî ederdi.”

 

Sükûtu Kalbe Şifâ:

Sükût ehli olmak, sözü başkasından ziyade kendi nefsine söylemeyi, gereksiz söz ve konuşmalardan berî olmayı gerektiren, fakat her insana nasip olmayan güzel bir haslettir.

“Ya hayır konuş, ya da sus!” (Hakîm, IV, 319/7774) nebevî buyruğuna harfiyyen uyan, evlâtlarını yeri geldiğinde susarak eğiten, sükûtu dahî şerh edilebilecek mahiyette bulunan, tek bir kelâmına dünyaları vereceğimiz gönül sultanları; gerekmedikçe tek kelime konuşmaz, kelimeleriyle kimseye yük olmazlar.

Susmak, Allah dostları için zamanı sessiz bir şekilde boşa harcamak değil, bilhassa Cenâb-ı Hakk’ın büyüklüğünü ve azametini tefekkür edip, O’nu hamd ile zikretmektir…

Peygamber Efendimizin:

“Bir kimseye dünyada, zühd ve az konuşma veril­diğini gördüğünüzde ona yakın olunuz. Zira o kimse hikmete ulaşmıştır.” (İbn-i Mâce, Zühd, 1) hadîs-i şerîflerine anlatılan bu kıymetli vasıflara nâil olan Sâmi Efendi Hazretleri, gereğinden fazla konuşmaz, zarûret olmadığı müddetçe saatlerce sessizlik hâline bürünüp derin derin tefekkür ederlerdi.

Evlâd-ı mânevîleri Mûsâ Topbaş Hazretleri, Sâmî Efendi’nin bu güzel hasletini anlatırken şöyle buyurmuştur:

“…Sessizlik hâllerinde dâimî olarak zikir ve murâkabe ile meşgul olurlardı. Allâhu a’lem bu dalışları Ebûbekir es-Sıddîk, ashâb-ı güzîn ve kibâr-ı ehlullah hazarâtının tefekkürlerinden idi. Zira yanlarında bulunan­lar, huzurlarında aynı hâli yaşarlar, ayrılınca da devam etti­remezlerdi.”

Allah dostları, her konuda gönülden konuşur; kimi onu duyar, kimi duymazdı… Yine Mûsâ Topbaş -kuddise sirruh- Hazretleri’nin naklettiği şu hâdise ne kadar da güzeldir:

“Medîne-i Münevvere’de, pek sevdikleri Mevlânâ Ziyaeddin Kâdirî Hazretleri’nin ziyaretlerine giderler ve bu kalbî mülâkat, yarım saat sürerdi. Bu müddet zarfında, bir, girişte:

“es-Selâmü aleyküm!”, bir de ayrılırken:

“es-Selâmü aleyküm!” denirdi. Hepsi bu kadar...”

 

Hâl Dili Ömre Vefâ:

Hâl dili ile konuşabilmek, yaşadıklarıyla örnek olabilmek, zor sanat… Gerek sosyal hayatta, gerekse ibadet hayatında, sözden çok fiile önem verip uygulayanların sayısı çok az… Bu minvalde Allah dostları, her hâlleriyle örnek olan güzel bir hayat sürmektedirler.

Hayatın her alanında yaptıklarıyla, bize Muhammedî bir yaşayışla örnek olan Mahmûd Sâmî Efendi Hazretleri, zamanını faydalı kullanma konusunda da çok hassastı. Merhum Mûsâ Efendi’nin naklettiği şu hâdise, başka söze gerek bırakmıyor:

“Uzun yıllar yakın hizmetinde bulunmak nasip oldu. Onun vakte hassasiyetine pek çok kereler şahid olduk. Hattâ bir defasında saatimizin ayarı bozulduğundan birkaç dakika gecikmiştik. O sırada kendisi arabaya oturmuş, bizi bekliyorlardı. Bize mânâlı mânâlı baktılar, o da fakire bir ömür boyu yetti.”

 

O’na Vefâdır Safâ:

Vefâ;

“Bulun mürşidi de yapışın ele

Mürşidsiz varılmaz ol doğru yola” diyen Yûnus Emre’nin derdiyle dertlenip intisâb ettiğin Allah dostunun yaptığı, yaşadığı ne varsa, her hâl ve hareketini kendine örnek bilmeyi, tam mânâsıyla O’nun boyasıyla boyanmayı gerektirir. Bu da kişiyi gâyeye bir adım daha yaklaştırır.

Asıl gâye, Allâh’ın râzı olduğu bir kul olmaktır. Bu minvalde gâye, Allah Rasûlü’nün “Ümmetim!” dediği bendelerinden olmaktır. Bunun yolu da, Allâh’ı ve Rasûlü’nü seven kimselere yakın olmak, Allah dostlarına lâyık bir evlât olmaktan geçer.

Öyle bir evlât ki:

“Sana bakan O’nu görsün, seni gören O’nu sevsin…”

Bu vesîleyle başta Efendimiz -aleyhisselatü vesselâm- olmak üzere bütün Peygamberânı izâm ve Sahâbe efendilerimize, gelmiş geçmiş bütün evliyâullâhın ruhlarına ve hâssaten merhum Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu Hazretleri ile Mûsâ Topbaş Hazretlerine bir Fâtihâ-i Şerîfe ve üç İhlâs-ı Şerîf hediye edelim.

Rabbimiz, iki cihanda o büyük zâtların dizlerinin dibinden mahrum etmesin bizi… Âmîn.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle