Suriye'den Mektup Var!

Coğrafyamız, iki-üç asırdır kan ağlıyor. Bundan yüz yıl önce, ellerinde kanlı cetvellerle coğrafyamıza dikenli teller döşeyip sınırlar çizen düşmanlarımız; bugün de bizi bize düşürerek kırdırmanın derdinde… Gün geçmiyor ki, içimizi yakan bir müslümanın mazlûmâne şehid haberiyle uyanmayalım. Artık bir-iki kişinin ölümünün haber değeri bile yok. Daha da acısı, Irak gibi, Sûriye gibi ülkelerde ölenler, yüzlerle binlerle olduğu zaman ancak “haber değeri” taşıyor, ajansların gündemine düşüyor.

Bu kadar büyük savrulmanın, düşmanlık ve ihânetin iç içe geçtiği günlerde, bazen satır aralarında kalmış ufacık bir not, bütün her şeyi allak bullak ediyor. Duygularımızı, düşüncelerimizi sarsıyor. Öldüğü söylenen onlarca kişinin aslında bir sayıdan ibaret olmadığını, her birinin, bizim gibi bir can taşıdığı, hayalleri, ümitleri olduğunu haykırıyor.

Benim de haber sitelerinin birisinde rastladığım şu satırlar, okuduğum andan itibaren zihnimde çınladı, durdu. “Kimim ben? Bu zulme nasıl sessiz kalırım? O kardeşlerime nasıl ulaşır, onların açlığını nasıl bastırırım? Eğer onların yerinde ben olsaydım, benim bir akrabam veya tanıdığım olsaydı; ne yapardım, ne yapılmasını isterdim?” Soruları uzatmak mümkün, ama gereksiz!.. Sizi önce bu acı, ateş gibi yakan satırlarla baş başa bırakayım.

Haber şöyle başlıyor:

“Dünya en büyük mültecî krizlerinden birini yaşarken, Sûriye’de ayrılmayan binlerce sivil, Esad ve Rus bombardımanının yanı sıra açlıkla pençeleşerek hayatta kalma mücâdelesi veriyor. Yüzlerce çocuğun açlıktan ve bombalardan hayatını kaybettiği bu insanlık dramında, Suriyeli yavrular, yaşadıkları büyük acıları, yazıya ve resimlere dökerek, feryatlarını dünyaya duyurmaya çalışıyorlar. Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’yi kurtarıcı olarak gösteren Sûriyeli çocuğun resminin ardından, yine Sûriyeli küçük bir kızın yazdığı vasiyet mektubu, vicdanların nasırlaştığını bir kez daha gözler önüne serdi.”

Bu giriş cümlelerinden sonra o kızın vasiyeti, şöyle veriliyor:

“Sosyal medyada paylaşım rekorları kıran Sûriyeli kız, çizdiği resimle tabutun içinde kendini tasvir ederken, âilesine yazdığı vasiyette şunları dedi:

“Bu, benim vasiyetimdir. Canım anneciğim! Senden benim güzel gülüşlerimi hatırlamanı ve yatağımı olduğu gibi bırakmanı istiyorum. Ve sen ablacığım! Arkadaşlarıma de ki: «O, açlıktan öldü!» Ve sen ağabeyciğim! Üzülme, ama ikimiz birlikte, “Biz açız!” dediğimizi hatırla. Ey ölüm meleği! Acele et ve rûhumu al ki, artık Cennette yemek yiyeyim. Ben çok açım. Ve ey âilem! Benim için korkmayın. Ben sizin yerinize de Cennette yiyebildiğim kadar çok yiyeceğim!”

Bilmiyorum, bu satırların üzerine daha ne söylenebilir?

Evet, hamd olsun devletimiz, imkânlarını seferber ediyor; 2-2,5 milyon Sûriyeliyi bağrına basıyor. Belki bizim ödediğimiz vergilerden, bizim bağışlarımızdan… Ama bu yeterli mi? Biz gönüllü olarak ne yapabiliyoruz? Orada bir çocuk açlıktan kıvranırken, ölümün kucağına açlıkla pençeleşir bir şekilde düşerken biz ne yapıyoruz?

Elbette bombardımanı, savaşı önlememiz mümkün değil?! Bu kadar menfaat çatışması varken, yüzlerce bombanın binlerce tonun altına girip onlara ulaşmamız neredeyse imkânsız! Ancak yapabileceğimiz hiçbir şey yok mu?

Siyer kitaplarında Muhâcirlere evini-barkını açan Ensar anlatılıyor. Biz, Suriyelilere ne kadar Ensâr (yardımcılar) olduk? Duymak, görmek istemediğimiz onlarca haber var piyasada… Ucuza çalıştırılanlar, emekleri çalınanlar, iffetine yan gözle bakılanlar; Suriyeli olunca kira fiyatlarını yükseltenler ve benzerleri… Biz bu kadar mı alçaldık? Bu kadar mı, pişkinleştik? Bu kadar mı acılara ve mazlumlara; rant ve menfaat gözlüğüyle baktık?!

Birilerinin, mazlumlara birtakım yardımlarda bulunması, bizi Allah katındaki sorumluluğumuzdan kurtarıyor mu?

“Ne yapabiliriz ki?” demeyelim. Gerçekten o açlıktan kıvranan evlat, kendi çocuğumuz olsa ne yapardık, ne yapmaya çalışırdık; bunu düşünelim. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Acılar, uzakta olunca hissetmiyoruz. Îman, gönlümüzde kökleşmeyince, kardeşimizin feryadı sinek vızıltısı gibi geliyor bize… Vah bize, eyvahlar bize!..

“Ne yapılmalı?” derken size bir misal vermek istiyorum. Daha önce dergimiz sayfalarında, kendisiyle röportaj yapılmış, Bursa’da hizmet eden bir kardeşimiz, Sûriyelilerin acısını gönlünde hissetmiş ve her şeyini bırakarak ilk fırsatta onların bulunduğu çadır kentlere gitmiş. Durumlarını birinci elden görmek, ihtiyaçlarını anlamak ve elinden geldiğince yardımcı olmak için… Biraz da onun gördüklerini sizlerle paylaşalım:

“İsim önemli değil; kim olduğumuzu, ne yaptığımızı, niçin yaptığımızı Allah bilsin yeter. Ancak şâhit olduklarımız sadece bizi ilgilendirmiyor, bütün ümmetin ortak derdi… Bu yüzden gördüklerimi, yaşadıklarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Hamd olsun, Sûriye’de savaş hâli başlayınca bir derneğe müracaat edip bizi oraya götürmesini istedim. Fakat onlar, savaşın acımasız bir şekilde devam ettiğini, oraya gidip gelmenin zorluklarını anlattılar ve bizi Türkiye’deki kamplara yönlendirdiler.

İlk olarak Hatay ve Antep’e gittik. Oradakiler, durumlarının iyi olduğunu, kendilerinden daha muhtaç durumdaki Şanlıurfa/Akçakale’ye gitmemizi tavsiye ettiler. Gerçekten oraya vardığımızda durum, içler acısıydı. Devlet, birtakım yardımlar getirmiş, dağıtmaya çalışmış. Ancak bazıları, en küçük bir şeyi -kendi ihtiyacı olmasa bile- hemen saklamaya çalışıyor, başkasına vermek istemiyor. Burada gördüklerimiz, dinimizi yaşamaktan uzaklaştığımızda, başımıza neler geldiğini/geleceğini de gösteriyor. İnsanlar, bazen üzerlerindeki bir kat elbiseyle, bazen de yarı çıplak olarak sınırı geçmek zorunda kalmışlar. Aç, bî-ilaç… Hastalar, yaralılar var. Herkes en küçük bir şeyi bile başkasından bekliyor. Gittik, dağıtılan unlardan ekmek açıp saç üzerinde pişirmeye başladık. İnsanlar çaresiz birbirine bakarlarken, her şeyi hazır beklerken; bir ucundan tutmaya başladılar. Sonra çöpleri, dağ gibi yığılmıştı. Onları toplamaya başladığımda utandılar, onlar da yardım etti. Aynı durum, tuvaletlerde de söz konusu… İçlerinden birisine, “Şurayı temizleyin!” desem, ağır gelirdi. Ben kollarımı sıvadım, temizlemeye başladım. Hayretler içinde bana baktılar:

“-Sen gelmiş bizim pisliğimizi temizliyorsun, biz burada oturup seni seyredemeyiz!” deyip onlar da kollarını sıvadı.

Sonra getirdiğimiz kumaşlarla çadırlar dikmeye başladık. İnsanların en temel ihtiyacı olan yıkanmak için hamam, temizlik için tuvalet yapılmasına ön ayak olduk. Durup bana:

“-Bize neden yardım ediyorsun? Biz birbirimize merhamet etmezken, sen bize neden merhamet ediyorsun?” diye soruyorlardı.

“-Dinim emrediyor.” deyince, “Senin dinin ne ki?” demeye başladılar.

“-Sizin unuttuğunuz din, bizim dinimiz!..” dedim. Evet, biz dinimizi unutmuşuz. Dinimizi yaşamayı unutmuşuz.

“-Ben, buraya amelelik yapmak için geldim.” dedim. “Amele, amelden gelir; çalışmaktan gelir. Allah için amele olmadıkça, cennetine, cemâline kavuşamayız. Böyle bir devirde, ter sırtınızdan akmıyorsa, Allâh’ın huzurunda hesap veremeyiz. Bugün ekranlarda durmadan hocalar vaazlar ediyor, sohbetler veriyor. Ama memleket ateist gençlerle dolu!.. Neden tesir etmiyor? Yaşamıyoruz. Çalışacağız, alnımızın teri hiç kurumayacak!.. Hem bu dünyada, hem de âhirette yan gelip yatmak yok! Rahat, ancak vaktinde gereğini yapıp çalışana!..”

* * *

Yazımı tamamlarken size internette bir fotoğraf eşliğinde paylaşılan bir hâdiseyi nakledeyim:

2009 yılı bir bahar vaktiydi. Sabah namazı için Şam’da Seydî Zeyneb’e namaz için gidiyorduk. Yerde birbirine sarılmış iki çocuğu gördük.

“-Kim bunlar, niçin kaldırımda açıkta yatıyorlar?” diye sorduk.

Çevredeki Sûriyeli’nin biri dudak bükerek:

“-Iraklıdır!” dedi.

Bir diğeri, hemen sitem etmeye başladı:

“-Bunlar geldi, bütün düzenimiz bozuldu. Ev kiraları uçtu, sebze-meyve fiyatları katlanarak yükseliyor!..”

Çok sürmedi, bu konuşmadan iki yıl sonra, Suriyeliler, kınadıkları bu duruma düştüler. Şimdi aynı sözleri, bizim insanların ağzından duyuyoruz. Rabbim kınadıklarımızla imtihan etmesin bizi... Unutmayalım ki, bir imtihan dünyasındayız ve birbirimizle imtihan oluyoruz. Yaptıklarımızla, yapabilecekken yapmadıklarımızla… Ne mutlu imtihanını başarıyla geçenlere!..

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle