CEZÂSIZ ÇOCUK TERBİYESİ OLUR MU? -8-

Geçen ayki yazımızda çocuk terbiyesinde “pozitif yöntemler” olarak adlandırdığımız, “mükâfât” ve “ödül”lerin önemini vurgulamaya çalıştık ve “cezâ” ile çocuk terbiye etmenin çocuğa “negatif” duygu yüklemek mânâsına geldiğinden bahsettik.

Ancak burada akıllara hemen şu soru gelebilir:

“-O hâlde çocuklarımıza hiç mi cezâ vermeyeceğiz?” ya da:

“-Kaç yaşına kadar cezâ vermek doğru değil?” veya:

“-Eğer cezâ belli bir dönemden itibaren verilmeye başlanıyorsa, hangi durumlarda ve nasıl cezâlar verilebilir?” konusuna değineceğiz...

 

Terbiye Metodu Olarak Cezâ ve Çocuk Terbiyesinde Cezâ

Çocuk terbiyesinde cezâ yöntemini analiz etmeden önce, genel cezâ prensiplerine bir bakmakta fayda var.

Cezâ, insan var olduğundan beri konuşulan bir terbiye metodudur. Bir başka deyişle, “insanın, insana baskı ve zorlama ile davranışlarını değiştirmeye çalışma usulü”dür.

Tarih içinde öylesi cezâlar kayıtlara geçmiştir ki, insanın kanının donmaması elde değil!..

Örneğin, Eski Roma’da “gladyatör” denilen köleler, “Arena” isimli gösteri alanlarında aç arslanlarla güreştirilmiştir. Kral ve soylular, ölüm-kalım savaşı yapan zavallı kölenin hayatta kalma mücâdelesini alkışlarla izlerlerdi. Ellerde şarap kadehleri ve büyük bir soğukkanlılıkla bir insanın can çekişmesi seyredilirdi.

Kral, neden saraydaki şövalyelere, baronlara, baroneslere böyle bir gösteri sunardı? Çünkü kral, bu gösteri ile “korkuya dayalı” iktidarını daha da güçlendirmeye çalışırdı.  Aslında saray ahâlisi, keyif içinde bu gösteriyi izleyenler, farkında olmasalar da bir şeyi şuuraltlarına yazıyorlardı. O da; “Kimin hayatta kalıp, kimin aslanlara yem olacağı kralın iki dudağının arasındadır.” anlayışı…

Modern psikoloji, böylesi bir yönteme “psikolojik cezâ” ile insan terbiye etme adını vermektedir. Yani kral, bu yöntemle, aslında, gladyatörleri değil, etrafındaki soyluları ve bu olayı duyan halkını cezâlandırmakta, psikolojik baskı altına almaktadır. Kral, böylece etrafındakilere, “Ben istersem böyle olur!..” mesajı vererek onları bir kalıba sokmaktadır.  

Yine tarih sahnesinde “Kazıklı Voyvoda” ismine rastlıyoruz. Kazıklı Voyvoda, ele geçirdiği Osmanlı askerlerini kazıklara oturtarak öldürürdü. Tarih, daha sonra ona “Drakula” ismini lâyık gördü. Yaşadığı dönemde insanların korkulu rüyâsı hâline gelen Drakula, neden vahşice bir yöntemle insanları cezâlandırıyordu? Çünkü Drakula, böylesi bir cezâlandırma yöntemi ile kendi gücüne ve iktidarına zarar vermek isteyenlerin durumunun böyle olacağının işaretini veriyordu.

Modern psikoloji merceğinin altında analiz ettiğimizde, kazıklara oturtarak insanları “adam etmeye” çalışmayı, “fiziksel cezâ” olarak adlandırmaktayız.  

Yukarıdaki iki örnekte de görüldüğü gibi, cezânın en zâlimcesi bile insanları “terbiye etmeye”, istenilen kalıbın içine girmeye iknâ etmeye yetmemektedir. İnsanlar, böylesi zulümler karşısında her ne kadar korku içinde olsalar da, güç ve iktidar zayıflamaya başladığında, çevresindeki en yakını bile başkaldırmıştır.

Zira cezâ ile insan terbiye olmaz.

 

Peki, O Hâlde Cezâ Olmazsa, Sosyal Hayat Kaosa Dönüşmez mi?

Ancak her şeye rağmen, eğer insan hayatında cezâ anlayışı ortadan kalkacak olsa, kötüler mükafatlandırılmış; iyiler de cezâlandırılmış olur. O hâlde iyi ile kötü arasındaki dengeyi korumak için veya mazlûmun hakkını zâlimden alabilmek için cezâ kullanmak mecbûrîdir. 

Öyle ya, bir yankesici “bilerek” ve “isteyerek”, bir insanın parasını gasp etse ve bunun karşılığında da hiç bir cezâ almasa, bu adâlet olur mu?  Tabiî ki olmaz!.. Bu kişi, yaptığı suçun cezâsını mutlak sûrette çekmelidir ki, mağdur olan kişinin, mağduriyeti en aza indirilsin. Böylesi bir kişiye verilecek cezâ, mağdur olan kişinin mağduriyetini gidermek şeklinde olabileceği gibi, bu kişinin toplumdan bir süre uzaklaştırılması da yine cezâ olarak uygulanabilir.

Ancak burada önemli bir husus var. Acaba herkese cezâ verilebilir mi?

Örneğin, akıl hastası bir kişi, sokakta karşılaştığı bir başka kişinin çantasını çalmaya çalışırken yakalansa, bu kişiye cezâ vermek bir şey ifade eder mi? Ya da başka bir deyişle bu akıl hastasının alacağı cezâ, onu “yola getirir” mi?

Evet, bir kişinin zihinsel olarak yeterli olmaması, onun cezâ almasına engel olur.

Tıpkı bunun gibi, tehdit ve baskı ile suç işlemeye zorlanmış bir kişinin de işleyeceği suçtan dolayı sorumlu tutulması doğru olmaz. Meselâ bir grup mafya mensubu, zengin bir iş adamının çocuğunu kaçırmış olsalar… Çocuğu kaçıran kişiler, çocuğu öldürme tehdidi ile babaya bir suç işletmiş olsalar... Bu baba, işlediği suçtan mes’ûl olur mu?

İşte tüm bu gibi sorular, cezâ prensiplerinin oluşmasına ciddî katkılar sağlamıştır.

 

Cezâ Prensipleri

Demek ki, sosyal hayatı düzen içinde götürmek için birtakım önleyici tedbirler uygulanması normaldir. Ancak yukarıdaki örneklerde de görüleceği üzere, herkese, her ân, her cezâ uygulanamaz.

Her ne kadar yetişkin kişiler, sosyal hayat adına cezâlandırılsa da, çocukların cezâlandırılması, ne modern hukuk sisteminde ve ne de din eksenli cezâ hukuku sistemlerinde mümkün değildir.

Zira bir kişiye cezâ verilebilmesi için o kişinin, o suçu kasıtlı olarak işlemiş olması gerekir. Kasıt ile işlenmemiş suçlarda cezâ uygulamak, doğru değildir.

Suçun, Kasıtlı Olarak İşlenmiş Olması Gerekir

Bir suçun cezâlandırılması için, o suçun ancak “bilerek” ve “kasıtlı” bir şekilde işlenmiş olması gerekir.

Burada “bilmek” ve “kasıt” kelimelerinin altını özellikle çizmekte fayda var. Zira bilmek, ancak zihinsel olgunlukla olabilecek bir şeydir.

Yani zihinsel olgunluğa ermemiş, aklî melekeleri tam çalışmayan kişilere, işledikleri suçlardan dolayı cezâ verilemez. Örneğin, yukarıdaki örnekte, akıl hastası olan kişinin yaptığı hırsızlıktan dolayı cezâlandırılması düşünülemez. Tıpkı bunun gibi, zihinsel gelişimini tamamlamamış olan çocukların da cezâlandırılması düşünülmemelidir. Yani, zihinsel gelişimini tamamlamamış bir çocuk, yaptığı ve gerçekleştirdiği yanlış davranışları aslında “idrak” edemez.

Eğer ortada idrâk yoksa, cezâ da olamaz.

 

İdrâk Nedir?

Genel anlamda idrâk; “anlama yeteneği, anlayış, akıl erdirme” anlamlarına gelmektedir.[1] Psikolojide ise idrâk; “algılama gücü” şeklinde ifade edilir.

Bu durumda suç işlemiş ve fakat idrak kabiliyeti tam gelişmemiş olan bir insanın cezâlandırılması doğru olmaz.

Peki, “Kimler idrak yeteneğine tam sahip değildir?” diye bakarsak, karşımıza iki grup çıkar. Bunlardan biri “akıl hastaları”, ikincisi ise “çocuklar”.

Çocukların idrâkleri veya zihinsel yeterliliği, belli bir yaşa kadar her ân gelişim aşamasındadır. Bu gelişim süreci içinde çocuğun cezâlandırılması, “idrâk”i tam olgunlaşmamış kişiliğin cezâlandırılması mânâsına gelir ki, bu durum, gerek modern hukuk ve gerekse de İslâm hukuk anlayışına terstir.

Çocukların cezâ almamasının en önemli sebeplerinden biri, çocukların idrâklerinin olgunluk seviyesine çıkmamış olmasıdır. Sadece idrak olarak değil, çocuk aynı zamanda cezâî ehliyet açısından da cezâ alamaz.

 

Ehliyet Nedir?

Arapçada “ehl” kökünden türetilen “ehliye” kelimesi, sözlükte “yetki, elverişlilik ve liyâkat” gibi mânâlara gelmektedir.

Ehliye, kişinin “anlama, düşünme ve yapabilme” kabiliyetlerinin ortaya çıkış seyrine bağlı olarak aşama aşama gelişim gösteren îtibârî bir sıfattır. Bir kişinin bir işte ehil olabilmesi için belli donanımlara sahip olması gerekir. Bunlardan en önemlisi, “bilgi”dir.

Kişi, “bilgi” sahibi olduğu konuda “ehil” olur. Meselâ bir kasap, et doğrama konusunda ehilleşmiştir. Önüne gelen etleri, çok rahatlıkla kesebilir. Eğer bir kişi kasaplık konusunda ehliyet sahibi değilse ve yetenekleri de henüz gelişmemişse, bu kişiye sorumluluk verilmemesi gerekir.

Çocuk ehil olmadığı, yani yeteneklerinin henüz gelişmemiş bulunduğu sahalardan sorumlu tutulamaz. Eğer anne-baba, çocuklarının hangi alanlarda yetenekli olduğunu tespit etmeden hareket ederse, oluşacak hasarların sorumlusu çocuk değil, bizzat anne-babanın kendisidir.

Meselâ bir anne, 9 yaşındaki kızına bulaşıkları yıkama görevini vermiş olsun. O kız bulaşıkları yıkarken, yani annesinin kendisine yüklediği bir sorumluluğu yerine getirirken raflarda duran bütün porselen takımlarını birden bire düşürerek kırmış olsa, anne bu kız çocuğuna cezâ vermeli midir, vermemeli midir? Aslında bu durumda kıza ceza vermek doğru olmaz. Çünkü burada yetenekleri keşfedilmemiş veya henüz yeterince olgunlaşmamış bir kız çocuğuna nisbeten ağır bir sorumluluk verilmiştir.

Çocuğun cezâ alabilmesinin önündeki engeller, sadece “irâde” ve “ehliyet”  yetersizliği değildir. Çocuğun, aynı zamanda rûhî ve fizikî bir olgunluğa gelmesi de şarttır.

Peki, “Çocuk, ne zaman rûhen ve fiziken olgunluğa erişir?”

Bu sorunun cevabını da bir sonraki ay vermeye çalışacağız.

 

[1] Güncel Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu 2008

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle