Boş Yere Mi Yaratıldık?

İnsan gözünü açtığı andan itibaren etrafında kendisi için hazırlanmış bir dünya bulmuştur. Başının üstünde Güneş, her yeri aydınlatıp ısıtır. Bulutlar, rüzgâr ve gölge; Güneş’in harâretini keser. Yağmur, bulutlardan yeryüzüne yağar. Toprak, içindeki tohumları yeşertir. Hayvanlar, insanlar için çalışır; yer-içer, sonra da sütünden yününe, etinden gücüne-kuvvetine kadar her şeyi insanlar için sunar.

En âciz çağında, anne ve baba denilen şefkat ve merhamet dolu iki sîne, o küçücük yavruyu himaye eder, onu her türlü tehlike, hastalık ve sıkıntıdan korumaya, kollamaya çalışır.

İnsan, bu düzenin içinde doğar ve bir müddet sonra bütün olup bitenlere alışır. Hepsini “kendi kendine” olup bitiyor, zanneder.

Nereden geldiğini, niçin yaşadığını ve nereye gideceğini düşünmeyen insan, başı boş bir hayatın içinde olduğunu, her şeyin “tesadüfen” var olduğunu ve “kolaylıkla”, “zaten” yürüyüp gittiğini zanneder. Hâlbuki hiçbir şey tesadüfen var olmamış, insanın kendisi de, çevresinde bütün olup bitenler de, kâinâtın tıkır tıkır işleyişi de hep bir nizam, hesap ve kader üzeredir. Hem de kılı kırk yararcasına mükemmel bir âhenk ve hesaplamayla…

Kâinattaki renk cümbüşü, çeşit çeşit yaratılmış her bir bitki ve her türlü hayvan, lisân-ı hâlleriyle bir Yaratıcı’yı haber verir bize… Her biri, konuşan bir lisan gibi, tek bir Yaratıcı’nın gücünü, kudretini, ilmini, sanatını anlatır durur.

Güneş, Ay, yıldızlar ve diğer gezegen ile galaksiler; kısacası gökte bizi kuşatan her şey; yerli yerinde, müthiş bir düzen ve âhenk üzere devam eder. İnsanın var oluşundan milyarlarca yıl önce var olmuş, tek bir saniye aksamadan, her biri planlandığı üzere seyr ü seferlerine devam eder. Ne birbirlerine çarparlar, ne işlerinde tembellik edip vazifelerini aksatırlar. O kadar ki, insanların gün, ay, yıl hesapları; hattâ saat-saniye hesapları bile onların hareketlerindeki düzenden çıkartılmıştır.

İnsanın etrafındaki bitki ve hayvanlar da hep belli bir düzen içinde hareket eder. İnsanın alt üst eden müdahaleleri olmadıkça, yeryüzünde bir aksaklık, hata ve tahribat yoktur. Hiçbir tür, başka bir türün tamamını yok etmez. Herkes kendi ihtiyacı kadarını alır ve hayatına devam eder. Yalnız insan, aç gözlüdür. Her zaman el attığını tüketmedikçe rahat edemez.

Dağlar, taşlar, denizler, ırmaklar, yer altı ve yer üstü zenginlikler, insanın kullanması için kendisine tahsis edilmişken, kâinâtın göz bebeği olan insan ne için yaratılmıştır?

Altmış-yetmiş yıl, keyfince yaşaması; kimseye hesap vermeden istediği gibi hareket etmesi, hiçbir kural-kaide tanımadan, “her çiçekten bal devşirmesi için” mi?

Onu var eden, idare eden, yaşatıp öldüren bir güç yok mudur, sahiden… O kendi kendine var olmuş, kendi kendini idare eden, istediği zaman yaşayan, istediği her şeyi elde eden ve istediği zaman, istediği şekilde ölüp giden bir varlık mıdır? Hayatının ne kadarı kendi ellerindedir? Vücudundaki organların işleyişinin ne kadarını kendisi düzenlemektedir? Kim anne-babasını, kim doğacağı yer ve zamanı, kim evlatlarını seçebilir? Kim, kendi duygu ve düşüncelerini; başka bir ifadeyle akıl ile kalbini tamamen kontrol edebilir? Bu kadar bilinmezlikler içinde yaşayan insanın, her şeyi biliyormuş ve idare ediyormuşçasına gurur, kibir ve enâniyet içinde olması ne acıdır!

Rabbimiz, bize önce kendi cehlimizi ve aczimizi hissettirsin. Bizi, bize; bizi nefsimizin eline bırakmasın. Bizi, mârifet, muhabbet ve kendisine kulluk ile şereflendirsin. Âmin.

PAYLAŞ:                

Zahide Topcu

Zahide Topcu

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle