Ahmakça Sevgiden Allâh’a Sığınırız

Özellikle hanımlarda pek yaygınlaştı; eşler, birbirlerine “Sevgilim!”, “Aşkım!” diye hitap eder oldular. Allah, kulunu, iddiasında imtihan eder, ispata dâvet eder. Eğer şuurlu bir şekilde söyleniyorsa, kişiye sorarlar:

“-Gerçekten aşkın mı? Sevgilin mi?”

Yok, laf olsun diye şuursuzca söyleniyorsa, o daha kötü…

“-Bir kişiyi çok sevmenin ispatı, üç şeydedir.” demiş, büyükler: “Sevdiğini sevmek”, “sevdiğinin sevdiğine dost olmak”, “sevdiğinin düşmanına düşman olmak.”

Eşine, “aşkım” deyip de eşinin annesinden nefret eden, sevmeyen, eşinin akrabalarını görmek bile istemeyen hanımlara hemen sormalı:

“-Sevdiğinin sevdiğine düşmansın; senin aşkın, nasıl bir aşk?”

 Hazret-i Mevlânâ, bir gün talebeleri ile meskûn bir mahalden geçerken, karşıdan kendilerine yaklaşmakta olan mahallenin köpeklerini görürler. Köpekler bir zarar verir endişesiyle bazı talebeler, ellerindeki sopalarla, yerden aldıkları taşlar ile köpekleri uzaklaştırmak isterler. Hazret-i Mevlânâ, talebelerine mâni olarak şunları söyler:

“-Bırakınız! Onlara dokunmayınız!.. Onlar Hüsameddin’imin mahallesinin kelpleridir.”

Kişi, sevdiğinin mahallesinin köpeklerini bile sever.

Eşimizin hoşlanmadığı, görüşmemizi istemediği kişilerle can ciğer kuzu sarması olur da nasıl “Sen benim aşkımsın, sevgilimsin!” deriz? İlişkilerimizde bir şuursuzluk mu var? Eşler olarak birbirimizle fazla mı yüz göz oluyoruz? İlişkiler laubâli oldukça, fazlaca yüz göz olundukça, saygı o derece yok oluyor. En münasip ve edebe uygun olanı, eşlerin birbirlerine “Aşkım”, “Sevgilim” gibi büyük iddialar taşıyan, ispatı zor olan hitaplardan ziyâde, “Bey”, “Hanım” gibi hitapları kullanmaları... Zira “aşk” da, “sevgi” de gündelik hitaplarla yıpratılamayacak kadar çok büyük kavramlar...

“Sevgi”yi bir duygu zannediyoruz. Sevgi, bir inanç faaliyetidir. İnancı az olanın, sevgisi de azdır. Duyguları sevgi zannedip de aldanmamak lâzım... Sevdiğini söylediği kişinin, derdiyle dertlenmeyen, sevgisini fiiliyata dökmeyen kişinin, sevgisinden söz edilir mi? Sözde “Seni seviyorum!” kelimeleri ile evlilikler yürüseydi, hiçbir evlilik, boşanma ile sonuçlanmazdı.

Sohbetlerde, özellikle ilâhîler okunurken, hele de Peygamber Efendimizin aşkını ifade eden ilâhîler okunurken ağlayan çok kişi görürüz. Bu gözyaşları sevgiye mi işarettir?

Uhud Dağı’nda, Peygamber Efendimiz’in yanağı yaralandığı zaman Hazret-i Ali ve Hazret-i Ömer tarafından, tedavi edilmek üzere yerleştirildikleri bir mağara bulunur. Kutsal beldelere gidenler mutlaka ziyaret etmişlerdir. Ziyaret etmek için sırada bekleyen onlarca kişi varken, bağıra çığıra ağlayan bir hanım gördük. İnsanlar ellerinden tutup dışarı çıkarmak istedikleri hâlde onlara hakaret edip:

“-Beni, Efendimizin kokusu ile baş başa bırakın!..” diye feryat ediyordu.

O, mağaradan çıkmadığı için hiçbirimiz içeriye giremeden döndük. Peygamber Efendimizi o kadar çok seviyordu ki, bizi o sevgiye layık görmedi. Çok düşündüm, Peygamber Efendimizi sevmek bu mudur?

Hac ve umre zamanında hanımlar için zaman ve mekân darlığından çabuk ve organize bir şekilde yapılması gereken Ravza ziyaretinde, Ravza’ya girip de yüzlerce insan kendisini beklerken saatlerce yeşil halıların olduğu bölgeden ayrılmayıp namaz üstüne namaz kılan, gözyaşları içinde secdeden kafasını kaldırmayıp diğer kardeşlerinin ibadetine mani olan kişi, gerçekten Efendimizi seviyor mu? Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek mânâda îman etmiş olmaz.” (Buhârî, Îman, 7; Müslim, Îmân, 71-71; Tirmizî, Kıyâmet, 59) buyurduğu hâlde, Efendimiz, bencil, sırf kendisini düşünen insanları sevmediği hâlde; bencillikle aşkı nasıl bir araya getirebiliriz?

 Sevgi, bencilliğin hemen hemen olmadığı, alçak gönüllüğün, ince fikirliliğin, ferâsetin gelişmekte olduğu yerde vardır. Aksi halde bu sevgi, Hazret-i Mevlânâ’nın “Mesnevî”sinde sıklıkla bahsettiği ahmakların sevgisine benzer. Mevlâna Hazretleri, “Mesnevî”sinde bir hikâye anlatır. Bir gün Hazret-i Îsâ, arkasına endişeyle bakarak kaçmaktadır. Adamın biri durumu görüp merak eder:

“-Arkanda kimse yok, kimden kaçıyorsun?”

Hazret-i Îsâ, cevap vermeden koşmaya devam eder. Adamın merakı iyice artar ve Hazret-i Îsâ’nın peşine takılır. Biraz yaklaşınca bağırır:

“-Ne olur dur da bir anlat, arkanda kimse yok, kimden kaçıyorsun?”

Hazret-i Îsâ, durur ve adama cevap verir:

“-Ahmaktan, ahmaklardan kaçıyorum.”

Adam şaşırır:

“-Körlerin gözlerini, sağırların kulaklarını açan sen değil misin? Ölüleri dirilten sen değil misin?”

“-Evet, benim.”

“-Topraktan yapılan kuşlara can veren sen değil misin?”

“-Evet, benim.”

Adam daha çok meraklanıp sorar:

“-Bunca mûcize sana ait, sen durmuş bir ahmaktan nasıl kaçarsın?”

Hazret-i Îsâ cevap verir:

“-Bütün dediklerin doğru… Körler için duâ ettim, gözleri açıldı. Sağırlar için duâ ettim, kulakları açıldı. Cansız beden canlandı. Ama ahmağın gönlüne ve kafasına hiçbir şey sokmayı başaramadım. Konuştum, kafasına girmedi; okudum, yüreğine gitmedi… Onbinlerce kez konuştum, anlattım, kaya parçasına döndü. Ne kafası kımıldadı, ne de yüreği… O yüzden bütün ahmaklardan kaçıyorum.”

* * *

Adamın biri, ayıyı ölümden kurtarır. Ayı, adama minnettar olup:

“-Bundan sonra sen benim dostumsun, senden bir an bile ayrılmam!..” der.

Bir gün uykuya dalan adamın yüzüne bir sinek konar. Ayı, sineği kovalar; sinek gitmez. Sineğe kızan ayı, alır eline koca bir kaya parçası, fırlatır adamın anlındaki sineğin üstüne… Sinek ölür ölmesine de adamın kafası da paramparça olmuştur. Ayının ahmakça sevgisinin bedelini, adam canı ile öder.

O hâlde ahmakça sevmemek için neler yapmalı?

Sevginin her türü için geçerli olan temel unsurları vardır. Bunlar ilgi, sorumluluk, saygı ve bilgidir. Bütün bu unsurlar yerine getirildiği zaman gerçek mânâda sevgiden söz edebiliriz. Bütün bu unsurları yerine getirince Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i de gerçek mânâda sevmiş oluruz.

Sevdiğimiz şeyin büyümesi ve yaşaması için gösterdiğimiz âmil, ilgi ve alâkadır. İlgi, dikkatimizi belli bir şey üzerinde toplamak, belirli bir hâdise ve faaliyete yakınlık duymak, ondan hoşlanmak, ona öncelik tanımak demektir. Hayatta her şeyden önce ilgimizi hak eden Peygamber Efendimiz’dir. Rasûlullah Efendimizle ilgilenmek, O’nun söz ve fiillerini öğrenmek için çalışıp, sanki o yanımızda imişcesine Efendimizin hâli ile hâllenmeye gayret etmektir. Algımızı, özellikle Efendimize odaklayıp Allah Rasûlü Efendimize dâir olan her şeyi ânında seçebilmektir. Aklımızdan bir an bile çıkarmayıp Peygamber Efendimizi memnun edecek söz ve hareketlere hassasiyetle devam etmektir.

Kendi sorumluluk alanımıza giren herhangi bir hâdisenin sonuçlarını üstlenmek, mes’ûliyeti kabul etmek, sorumlu olmak demektir. Câmide namaz kılarken cemaatten birisi düşüp bayılsa, o kişiyi ambulans çağırıp hastaneye götürmekten bütün câmi cemaati sorumludur. Ev sahibi isek, misafirimizin hem midesini, hem gönlünü, hem de rûhunu doyurmak ile sorumluyuz. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e karşı sorumluluğumuz ise, itaat etmektir. Muhammed Sûresi, 33. âyet-i kerîmede buyrulduğu gibi:

“Ey îman edenler! Allâh’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin, amellerinizi boşa çıkarmayın.”

Sevaplarımız yazıldığı, günahlarımız da kayıt altına tutulduğu hâlde “amellerimizin boş gitmesi” ne olabilir? Nedir ameli, içi boş hâle getiren? Her ne amel edersek edelim, ondan istifade edemeyeceğimiz, yorgunluktan başka elimize bir şey geçmeyeceği durumlara dikkat edersek; en önemli sebebin Peygamber Efendimiz’e itaat etmemek olduğunu görürüz. Kur’ân-ı Kerim’in ölçüsüne göre, Allah Rasûlü’ne karşı edepte noksanlık “amellerin boşa gitmesine” sebep olur. Çünkü Peygamber Efendimizi yok sayarak mü’min olamayız.

Saygı, bir kimseye ya da bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmak, hürmet göstermektir. Başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusudur. Hucurât Sûresi, 2. âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:

“Ey îman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.”

Peygamber Efendimiz:

“Kadını, kocasına karşı kışkırtan bizden değildir!” buyurduğu hâlde kızlarını kocalarına karşı kışkırtan ana-babalar, Rasûlullah Efendimizin yanında seslerini yükseltiyor demektir. Çünkü Efendimiz’in sözünün üstüne fikir beyân etmek, saygısızlıktır; amellerin boşa gitmesidir. En önemlisi, Ahzâb Sûresi, 36. âyet-i kerîmede buyurulduğu gibi:

“Allah ve Rasûlü, bir işe hükmettiği zaman, gerek mü’min erkek ve kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Rasûlü’ne âsi olursa, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”

Rasûlullah Efendimize saygı duyma meselesi, çok önemli bir mevzûdur. Peygamber Efendimizden bahsederken büyük bir edep içinde, kendimize çeki düzen vererek konuşmak gerekir. Cenâb-ı Hak ve melekler, Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz’e salât ve selâm ederken bizim de aşk ile ismini her andığımızda salat selâm getirmemiz gerekir. Ayakları uzatmış, laubâlî bir şekilde değil, diz üstü oturup saygı ve hürmet ile…

Bir insanı tanımadan ona saygı duymak imkânsızdır. İlgi ve saygı, eğer bilgi tarafından yönlendirilmezse kör kalır. Bilgi; öğrenme, araştırma ya da bakıp inceleme yoluyla elde edilen gerçek, yani malumattır. Çocukluğundan itibaren Peygamber Efendimizin hayatını, savaşlarını, barışlarını, gayr-i müslimler ile görüşmesindeki ölçülerini, güzel ahlâkını, eşleri ile ilişkilerini, ashâbı ve çocukları ile iletişimini, tek tek îtina ile öğrenmemiz gerekir. Öylesine ünsiyet kurarsak, inşâallâh, Rasûl-i Ekrem Efendimizin ahlâkı ile edeplenmeye başlarız

Gerçekte, aslâ sevgilisince aranmadan ortaya çıkmaz sevgili…

Sevginin yıldırımı düştü mü bir yüreğe, bil ki, sevgi, baş verir o yürekte…

Yüreğinde büyümeye başladı mı Allah sevgisi,

Hiç kuşku yok ki, sevmeye başlamıştır Allah da seni…

Ümit ederiz ki, Peygamber Efendimizi bu şekilde seversek Allah Rasûlü Efendimiz de bizi sever ve bizlere:

“-Ümmetimdensin!..” der.

 Ümit ederiz ki, böyle seversek Peygamber Efendimizi, O’nun ile beraber oluruz; hem bu dünyada, hem de âhirette… Peygamber Efendimiz aramızdan ayrılmış olsa bile… Zira ölürse tenler ölür, rûhlar (canlar) ölesi değil…

Ahmakça sevgiden Allâh’a sığınırız.

PAYLAŞ:                

Fatma Hale Sagim

Fatma Hale Sagim

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle