Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Dînimiz, “beşikten mezara kadar” ilim talebini emrediyor. İlim öğrenmek ve öğretmek, sadece okul sıralarında olması gereken bir şey değil. Her müslüman, gücü ve imkânları nisbetinde ya “öğrenen”dir ya da “öğreten”… Hepimizin bu kâinat dershânesinde öğreneceğimiz çok şeyler var.

Cenâb-ı Hak, kendisini “er-Rab” olarak tanıtıyor bizlere… Kademe kademe, bütün varlıkları eğiten, olgunlaştıran, kemâle erdiren… Bu eğitim ve tekâmül, her an, her varlık ve hâdisede devam ediyor, görebilene…

Bu satırları niye yazdık?

Yeni bir eğitim-öğretim yılının başındayız. İlkokuldan üniversiteye, ülkemizde ve dünyada milyonlarca, belki milyarlarca kişi okullara başlıyor. Peki, bunca yıl, ne öğreniyoruz? Öğrendiklerimizle kendimizi ve hayatı ne kadar tanıyor, ne kadar ıskalıyoruz? Öğrendiklerimiz, bizi Allâh’a ne kadar yaklaştırıyor? Eğitim-öğretim sistemi ne olmalı? Neleri öğretmeli, neleri öğrenmenin yolunu göstermeli? Ne kadar eğitim, ne kadar öğretim? Bu ve benzeri soruları çoğaltmak, çeşitlendirmek mümkün…

Herkes kendi zaviyesinden “neyin daha önemli olduğuna göre” belki onlarca cevap verebilir bu sorulara…

Bir de meseleye şöyle yaklaşmak mümkün: İnsan hayatının en önemli devresi olan çocukluk ve gençlik dönemlerinde neler yapıyoruz? Gençlerimizin dilini yakalayabiliyor muyuz? Onlarla bizim aramızda, onlarla sahip olmamız gereken değerler arasında ne kadar açı farkı var? Onlar mı ideallerimize yakın, biz mi?

Gençlik, ömrün en “deli” aktığı dönem… Başta hülyâların, hayallerin gezdiği; damarda kanın akacak bir mecra aradığı; toyluğun, cesaretin, tecrübesizliğin ve “âsî bir rûhun” zirvede olduğu dönem… Yanlış adımların, hatalı kararların, gereksiz dik başlılığın hayat boyu bedelinin olduğu kritik dönemler… Böyle hassas bir dönem yaşayan gençlere ne kadar ulaşıyoruz? Onların dertlerini ne kadar hissedip onlara ne kadar rehberlik edebiliyoruz?

Gençlik dediğimiz, bizim “on”, bilemedin “yirmi yıl” sonra ülkemizi teslim edeceğimiz nesil… Bu nesle ne kadar emek verdik? Bu nesli ne kadar sahiplendik? Onları ne kadar geleceğe hazırladık?

İşte bu gibi sorular, ülkenin bütün idarecilerinin, eğitimcilerinin, din rehberlerinin dönüp dolaşıp üstünde duracağı sorular… Bu sorulara, ne kadar “doğru” ve “yerinde” cevaplar verirsek ve bu cevapları ne kadar hayata geçirebilirsek, istikbalden o kadar emin olabiliriz.

Hayatta boşluğa yer yok. Bizim ulaşamadığımız zihin ve gönüller, muhakkak bir şeylerle doluyor, dolduruluyor. Ama o dolan gönüller bizi ne kadar yansıtıyor, bize ne kadar hizmet ediyor?

Bugün biz, karnını doyurduğumuz, ancak zihnine ve gönlüne giremediğimiz çocuk ve gençlere sahipsek, bunun sorumluluğu kimde? Nerede hata yaptık ve aynı hataları tekrar etmeye hâlâ devam ediyor muyuz?

Gelin, böyle bir eğitim-öğretim dönemine bu sorularla başlayalım. Senenin bütün günleri, yavrularımızın maddî yükünü taşırken, bir gün de bu sorulara cevap bulmak için zihnimizi yoralım. Emin olun ki, o tek gün, senenin diğer bütün günlerine bedel olacaktır.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle