Rahman'a Adana Hayatlar

Sözlükte; “boyun eğmek, alçakgönüllü olmak, itaat ve kulluk etmek” gibi mânâlara gelen “ibadet” kelimesi, ıstılah olarak, “İnsanın, Yaratıcısına olan itaatini, bağlılığını gösteren duygu, düşünce ve davranışların bütünü” demektir.

Bir mektep olan dünya hayatında, insanı sıradan bir varlık olmaktan çıkarıp halîfeliğe yükselten, onun taat ve tesbihleridir. “Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 56) buyuran Allah Teâlâ, kuluyla özel bir ünsiyet oluşturmak üzere, emir ve nehiyler bildirmiş ve bunların uygulanmasını istemiştir. İnsanoğlu, bunlara itaati ölçüsünde, Rabbine kul olma şerefi kazanmış, kurbiyyet (yakınlık) kurmuş ve yeryüzünde “Allâh’ın halifesi” olmuştur.

Rabbinin (terbiyecisinin, idarecisinin, ıslah edicisinin, üzerinde tasarrufta bulunan yetkilisinin) emirlerine teslim olan Müslüman, gece karanlık iyice koyulaştığı zaman Rabbinin:

“Gecenin bir kısmında da uyanarak sadece sana mahsus bir nâfile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin Seni Makâm-ı Mahmûd’a (övgüye değer bir makama) eriştireceği umulur.” (el-İsrâ, 79) dâvetine icâbet ederek yatağından uzaklaşır.

Abdestini alıp özel buluşma için seccadesine yönelirken, İki Cihan Sevgilisi, şefaat makamının sahibi olan Peygamber’inin mübarek sözlerini hatırlar ve eşini kaldırır:

“Geceleyin kalkıp namaz kılan, hanımını da kaldıran, kalkmazsa yüzüne su serperek uyandıran kimseye Allah rahmet etsin. Aynı şekilde geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını da uyandıran, uyanmazsa yüzüne su serperek uykusunu kaçıran kadına da Allah rahmet etsin.” (Ebû Dâvud, Tatavvû,18, Vitir 13)

Rablerinin rızâsını her şeyin üstünde tutan eşler, namaz ve duâlarından sonra Rablerini tesbih etmek için otururlar. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Allâh’ı tesbih etmenin ve zikrin mükafatlarını şöyle haber vermiştir:

“Kul, kendisini Allâh’ın azâbından kurtarmada zikrullahtan daha tesirli bir amel işlememiştir.” (İbn-i Mâce, Edeb, 53/3790)

“Allâh’ı zikredenle zikretmeyen, diri ile ölü gibidir.” (Buhârî, Deavât, 66)

“Her şeyin bir cilâsı vardır; kalplerin cilâsı da Allâh’ı zikretmektir. İnsanı Allâh’ın azabından en çok koruyacak şey, ancak zikrullahtır…” (Süyûtî, Câmiü’s-Sağîr, No: 2419)

Birazdan üzerlerine doğacak olan günün güzel ve bereketli bir gün olması için Peygamber Efendimizin tavsiye ettiği duâları yaparlar:

“Allâh’ım; Seninle sabahladık, Seninle akşamladık. Seninle yaşar, Seninle ölürüz. Dönüş, ancak Sana’dır.” (İbn-i Mâce, Duâ, 14/3868 Tirmizî, Deavât, 13/3391)

“Allâh’ım! Dünya ve âhirette Senden afv ve âfiyet dilerim. Allâh’ım! Dînim, dünyam âilem ve malım hakkında Senden afv ve âfiyet dilerim. Allâh’ım, kusurlarımı gizle ve korkularımdan emin kıl. Allâh’ım, beni önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan, üstümden koru. Yere batırılarak altımdan helâk edilmekten Sana sığınırım.”(İbn-i Mâce, Duâ, 14/3871)

“İsmiyle yerde ve gökte hiçbir şeyin zarar veremeyeceği Allâh’ın adıyla… O hakkıyla işiten ve her şeyi bilendir.” (Tirmizî, Deavât, 13/3388)

Sabah namazının vaktiyle birlikte dünya ve âhiretin bütün ziynetlerinden daha faziletli olan namazın sünnetini evinde kılarak, farz için cemaate katılır. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- cemaate devam hakkında şöyle buyurmuştur;

“Sabah ve akşam câmiye giden kimseye, her gidiş gelişinde Allah cennetini hazırlar.” (Buhârî, Ezân, 37)

“Bir kimse evinde güzelce temizlenir ve Allâh’ın farzlarından birini edâ etmek maksadıyla mescitlerden birine giderse, attığı adımlardan her biri, bir günahı silip yok eder, diğer adımı da onu bir derece yükseltir.” (Müslim, Mesâcid, 282)

“Bizimle münafıklar arasında yatsı ve sabah namazlarında hazır bulunma farkı vardır. Onlar, bu iki namaza muktedir olamazlar.”(Muvattâ, Salâtü’l-Cemâa, 5)

Gün doğumu ve batımı, Allâh’ın kudretini, büyüklüğünü ve azametini gösteren ulvî zamanlardır. Dolayısıyla bu vakitlerde tesbih ve zikirle meşgul olmak, mûteber amellerdendir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunu hadîs-i şerîfte şöyle müjdelemişlerdir:

“Bir kimse sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra oturup Güneş doğuncaya kadar zikir ile meşgul olsa, Güneş doğunca da iki rekât (İşrak) namazı kılsa, bir nâfile hac ve umre sevabına nâil olur.” (İhyâ-u Ulumiddin, I, 336)

* * *

İbadetler, yalnızca belirli söz ve hareketlerden ibaret değildir. Rabbe itaatin esas alındığı, Allâh’ın rızâsını kazanma niyetiyle başlanan her hayırlı iş ve faaliyet, ibadettir. Dolayısıyla bu niyetle ve abdestli bir şekilde başlanan günlük dünyevî işler; ticaret, temizlik, çocuk bakımı, ziyaret ve tarım gibi faâlliyetler hep birer ibadet hükmündedir. Hattâ Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sevap bakımından en faziletli sadakanın, babanın evladına ikram ettiği olarak bildirmiştir.

Rabbine olan itaatini secde ve kıyamla bildirmek isteyen kul, Güneş bir miktar yükseldikten sonra “Kuşluk (Duhâ) Namazı” için hazırlık yapar. Nitekim kuşluk namazının faziletlerini Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle methetmiştir:

“Her kim iki rekât Duhâ namazı kılmaya devam ederse, Allah o kimsenin günahlarını denizin köpükleri kadar çok da olsa affeder.” (Ebû Dâvud, Salât, 301/1287)

Kuşluk namazını edâ edenler için bir başka müjdeyi de Peygamber Efendimizin lisânından Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle rivayet eder:

“Cennette bir kapı vardır ki, ona «Duhâ Kapısı» denir. Kıyâmet günü, bir münâdî şöyle nidâ eder: «Duhâ namazına devam eden kimseler nerede? İşte bu sizin kapınızdır, haydi Allâh’ın rahmetiyle bu kapıdan içeriye girin.»” (Süyûtî, I, 355, 2323)

Bir başka hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:

“Kim kuşluk namazını iki rekât kılarsa, o kimse gâfillerden olmaz/yazılmaz. Kim dört rekât kılarsa, âbidlerden/ibâdet edenlerden yazılır. Kim altı rekât kılarsa, o amel, o gün ona yeter. Kim sekiz rekât kılarsa, Allah onu çok kunut eden/kânitîn kimselerden yazar. Kim on iki rekât kılarsa, Allah ona Cennet’te bir köşk binâ eder.” (Heysemî, II, 236; Ali el-Müttakî, VII, 809/21511)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir mevkiye askerî birlik göndermiş, onlar da umulandan çok daha önce ganimetlerle dönmüşlerdi. Gazilerin kısa sürede böylesine bol ganimetle dönmelerini gıptayla karşılayanlar olmuştu. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Size bunlardan daha yakınınızda olan, ganimet bakımından daha çok ve daha tez eve döndüren bir amelden haber vereyim mi? Sabahleyin Duhâ namazını kılmak üzere namazgâha yönelen kimse, hem daha yakın bir gazvede bulunmuş, hem daha çok ganimet almış, hem de daha tez evine dönmüş olur.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 175)

Taat ve amelleriyle Rabbine kurbiyyetini/yakınlığını artıran kul, dünyayı yalnızca “kısa bir geçim yeri” olarak görür ve hak ettiği kadar değer verir, zaman ayırır. Rabbine itaate, rızasının ulviyetine doymak bilmeyen kul, Rabbiyle konuşmak için bol bol Kur’ân-ı Kerîm okur. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Rabbiyle konuşmak isteyen, Kur’ân okusun.” buyurmuştur. (Süyûtî, I, 13/360)

Öğle ve ikindi kılındıktan sonra, Güneş batar ve akşam namazı vakti girer. Bu vakitte de akşam namazını müteâkib, on iki senelik ibadet sevabı kazandıran “Evvâbîn Namazı” vardır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu namazın fazileti hakkındaki hadîs-i şerîfi de şöyledir:

Hazret-i Sevban -radıyallâhu anh- nakleder:

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- günün yarısından sonra namaz kılmayı severdi. Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-:

“-Yâ Rasûlâllah, bu saatte de mi namaz kılmayı seviyorsun?” diye sordu.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Bu saatte gök kapıları açılır ve Hak Teâlâ bu saatte kullarına rahmetle bakar. Bu namaz Âdem, Nuh, İbrahim ve Îsâ’nın devam ettikleri bir namazdır.” buyurdular. (Askalânî, Buluğu’l-Meram, A. Davutoğlu, II, 48)

Evvâbîn Namazı’nın faziletleri, diğer hadîs-i şerîflerde de şöyle anlatılır:

“Akşam namazından sonra altı rekât namaz kılanın günâhları deniz köpüğü kadar da olsa affolur.” (Taberânî)

“Bir kimse akşam namazından sonra hiç konuşmadan altı rekât namaz kılsa, o namaz sevap bakımından on iki senelik ibâdete denk olur.” (İbn-i Mâce, ikâme, 113; Ebû Dâvud, Tatavvû, 15)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- akşam ve yatsı namazları arasında başta Kur’ân-ı Kerîm tilâveti olmak üzere, tesbih, zikir ve ilim tâlimine önem verir ve ümmetine de bunlarla meşgul olmayı tavsiye ederdi.

Özellikle gün içerisinde okunmasını muhakkak tavsiye ettiği sûreler; Kur’ân’ın kalbi olan “Yâsîn Sûresi” başta olmak üzere, “Fetih, Duhân, Vâkıa, Fussilet, Nebe, Rahman, Secde, Bakara, Âl-i İmran, Mülk” sûreleri idi. Cuma günleri ise, büyük müjdelerin verildiği “Kehf, Cum’a, Münâfikûn Sûreleri”...

Farzlardan sonra, Allah Teâlâ’nın en fazla sevdiği ibadet olan nâfile namazlar arasında da; “Hâcet, Tevbe, Şükür, Yolculuk, Tahiyyetü’l-Mescid, Tesbih, İstihâre” ve abdest alındıktan sonra vakit müsaitse kılınan “Abdest namazları” zikredilebilir. Ay ve Güneş tutulmalarında ise Hüsûf ve Küsûf namazları tavsiye edilmektedir.

 Farz oruçlardan başka, nafile olarak tutulan bir günlük orucun mükâfâtı ise şöyle bildirilmektedir:

Ebû Ümâme -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Bir gün; «Ey Allah’ın Rasûlü, bana öyle bir amel emret ki, (yaptığım takdirde) Allah beni mükâfatlandırsın.» dedim. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“Sana, orucu tavsiye ederim; zira onun bir eşi yoktur.” (Nesaî, Sıyam, 43)

“Oruçla Kur’ân, kıyamet gününde kula şefaat edeceklerdir. Şöyle ki, Oruç: «Ey Rabbim! Ben onu gündüzleri yemekten ve şehvetlerinden men ettim, onun için beni, onun hakkında şefaatçi kıl» diyecek; Kur’ân da: «Ben onu geceleri uykusuz bıraktım, beni de onun hakkında şefaatçi kıl» diyecek. Böylece ikisi de (o kula) şefaat edeceklerdir.” (Ahmed bin Hanbel, II, 174)

Bir hadîs-i kudsîde şöyle buyrulmuştur:

“Her bir iyilik için on mislinden yedi yüz misline kadar karşılık olabilir; fakat oruç başkadır. Çünkü oruç, Benim içindir ve onun ecrini ancak Ben vereceğim.” (Müslim, Sıyam, 164)

Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh-, “Dünü ecel, bugünü amel, yarını ise emel” olarak târif eder. Yani, dün eceldir, iyisiyle kötüsüyle geride kalmıştır, geri getirilmesi mümkün değildir. Yarın, emelden ibârettir. Umudu temsil eder, gelip gelmeyeceği henüz belli değildir. Aslolan bugündür, bugünü sâlih amellerle zenginleştirmek ve bugünü bugün kazanmak elzemdir...

Rabbimiz, bu fânî ve gönül çelen dünya hayatında, âhiret azığını tamamlayıp selâmetle Sırât’ı geçen ve rızâsını kazanan kulları arasına bizleri de dâhil eylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle