Ey Can, Sermayendir Zaman

 

Sular hep aktı geçti

Kurudu vakti geçti

 

Nice han, nice sultan,

Tahtı bıraktı geçti.

 

Şu dünya penceredir,

Her gelen baktı geçti.

Yunus Emre’nin dediği gibi, biz de her gelen gibi dünya penceresinden bakıp âhirete doğru yol alanlardan olacağız, şüphesiz… “Can” emanetini yüklenmişiz, sahibine teslim edene kadar onu güzel taşımak ve güzel teslim etmekle mükellefiz. Can’ın en önemli sermayesidir “zaman” ve “ân”ın kıymetini bilmelidir insan…

Cenâb-ı Hak, Ankebût Sûresi’nin 57. âyetinde şöyle buyuruyor:

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sonunda Bize döndürüleceksiniz.”

Sonunda “Bize”, yani Bizim hükmümüze, cezâ ve mükâfatımıza… Döneceksiniz değil, döndürüleceksiniz. Kendi iradenizle değil, isteseniz de istemeseniz de “döndürüleceksiniz”

Önümüze serilen, elimize verilen tek sermayemizdir, ömrümüz… Ve dünya hayatı Efendiler Efendisi’nin buyurduğu gibi “âhiret için bir tarla” hükmündedir sadece... Güzelliklerle doldurulması gereken, tâat ve ibadetlerle, ziyadesiyle güzel ekilesi bir tarla…

Boş bir sayfaydı ömrümüz, biz hebâ etmeden evvel… Yapraklarını bir bir dökerken ömür defterimizin; sayfaların kimi boş, kimi karalanmış, kimi yaralanmış, yıpranmış geçip gitti, ömrümüzün geride bıraktığımız kısmında… Kalan kısmı için ise yapılması gereken, geçmişe yanıp zamanı anarak “ân”ın farkına varmaktır. Dünün pişmanlığı, yarının hayalleri arasında geçen bir ömürden evlâdır, ânın kıymetini bilmek…

“Carpe diem” diyor yeni nesil, yani “ânı yaşa”… Gençlerin anladığı gibi değil ama… Onlar, “Bu dünyaya bir kere geleceksin, ânı yaşa, yani her türlü nefsânî isteğini yerine getir, kafana bir şey takma!” diye anlıyor bunu, fakat işin aslı öyle değil...

“Boş zamanında neler yaparsın?” diye sorarlar hep… Mü’minin boşa geçen bir zamanı olmamalı!.. Böyle soruların cevabı niteliğinde verilen, müzik dinlemek, gezmek, eğlenmek, sinemaya gitmek, maç izlemek tarzındaki cevaplar, insanların çok sosyal gözüktüğü imajını veriyor gibi lanse ediliyor maalesef... Aslında bu yapılan ve dolu dolu geçirmek olarak düşünülen işlerin de çoğu “boş”!..

Mü’min hayatının her alanında kalbini Allâh’a bağlamalı, yaptığı her işte O’nun rızâsını gözetmelidir. Geziyorsan tefekkürü borç bilmelisin, kitap okuyorsan hakkını vermelisin. Kitap satış sitelerinde, çok satan kitapların listesinde olması, bir kitabı ilmî açıdan değerli kılmaz, boş kitabın kişiye de faydası olmaz. Ânın ve zamanın hakkını vermeli insan, çünkü ân, en kıymetlisi insanın…

“Ömür sermayesi pek azdır, lüzumlu işler ise pek çok...” diyen Allah dostu ne güzel söyler… Ve Sâdî-i Şîrâzî’nin dediği gibidir ömür: “Ömür, temmuz güneşi karşısında kar gibidir!” Bu sebeple kıymeti bilinesi bir nesnedir, zaman…

Muaz bin Cebel’in dediği gibi:

“-Ey oğlum! Bir namazını kıldığın vakit, o namazın senin kıldığın son namazın olacağını düşün! Ey oğlum! Mü’min olan bir kimsenin iki hayırlı iş arasında ölmesi lâzımdır. Yani bir hayırlı işi yaptığın zaman, ikinci hayırlı işi yapmak niyetinde ve kararında olmalıdır.”

Hazret-i Mevlânâ şöyle buyurur:

“Kim bu dünyanın, mahşer günü için bir ekin tarlası olduğunu bilirse; burada çok eker, orada çok mahsul kaldırır.”

Allah dostları, âhiret hayatıyla mukayese edildiğinde dünya hayatının, “derya” karşısında bir “damla” mesâbesinde olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur:

“Âhirete göre dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. O kişi parmağının (denizden) ne kadarcık su ile döndüğüne bir baksın.” (Müslim, Cennet, 55)

Âhiret hayatına nisbeten bu dünyada az bir zaman kalıp yolumuza devam edeceğiz, her birimiz… Dakika dakika eriyen, tükenen bir sermayemiz var. Çarşıda buz satan adam misâli hâlimiz… “Sermayesi eriyen adama acıyın!” Acıyalım hâlimize… Ömrü tükenen, anbean bir saniye daha hayatının bir parçası ölen ve ölüme doğru yürüyen insan, aynaya bak ve acı hâline…

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, “Mektûbât”ında şöyle buyurur:

“Allah Teâlâ’nın hayırlara eriştirdiği kimseye müjdeler olsun! Hiç kuşkusuz Allah Teâlâ dünyayı âhiretin tarlası yapmıştır.

Yazıklar olsun o kimseye ki, bütün tohumları yemiş bitirmiş, tohum ekim zamanı toprağa tohum ekmemiş, bir dâneyi yedi yüz dâne yapamamış; kardeşin kardeşinden, annenin yavrusundan kaçacağı o gün için azık hazırlayamamıştır. Böyle yapanlar, Allâh’ın gazabına mâruz kaldığı için tek kazancı dünya ve âhiret hüsranlığı, elinde kalan da iki cihan pişmanlığı olmuştur.

Bahtiyarlık ise, bu dünyayı fırsat bilip değerlendiren kimselerindir. Dünyanın birkaç yıllık hayatını fırsat bilir, bu kısa zamanda, dünyanın çabuk tükenen ve hepsinin sonu sıkıntı ve azap olan, geçici zevklerine, tadına aldanmaz. Bunlarla vakti kaçırmaz. Bu kısa zamanda tohumunu eker. Bir dâne ile iyi iş yaparak, sayısız meyveler elde eder.”

Abdullah bin Mes’ud -radıyallâhu anh- şöyle buyuruyor:

“Gece-gündüz ömrünüz kısalıyor, amelleriniz de kaydediliyor. Ölüm ansızın gelir. Kim hayır ekerse, sevinçle onu biçer. Kim de kötülük ekerse, pişmanlıkla onu biçer. Herkes ektiğini biçer. Pişmanlığın en kötüsü ölüm ânındaki pişmanlıktır.”

Ömrümüze hayırlar ekmeli ve günü geldiğinde sevinç ile güzellikler elde etmeliyiz. Yaşanılması gereken bir pişmanlık varsa, onu bu dünyada yaşamalı, âhirete bırakmamalıyız. Hakkıyla geçirilmemiş zamanın pişmanlığını sînemizde bir yük gibi değil, canımıza can katan bir güç gibi taşımalı, yaşanan pişmanlığı sonraki günler için kendimize azık eylemeliyiz. Bu minvalde Hak dostlarının, “Ölmeden evvel ölünüz!” buyruğunu iyice idrâk etmeliyiz. “Hesap günü gelmeden kendinizi hesaba çekin!” buyurmuş büyükler… Muhâsebe etmek, geçen günlerdeki zararı zaman geçirmeden düşünüp geçmişimizden ibretler almak, her nefesin kıymetini bilmek demektir.

Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh- şöyle vasiyet etmiştir:

“Ciddî olarak ölümü an ve ölümü anmakla kalbini yaşat. Her şeyin yok olacağını bil ve kalbinin de yoklukta karar kılacağını kendisine bildir.

Şu hâlde istikbaldeki yerini şimdiden hazırla ve temizle. Âhiretini dünya ile satma. Bil ki, her canlının ölümünü elinde tutan, yaşamasını da elinde tutmuştur. Varlıklara can verip yaşatan, neticede onları öldürendir. Zenginleri fakir, fakirleri de zengin yapan O’dur. Dünya, taşıyla, toprağıyla, rengiyle, şekliyle, ağaçlarıyla, meyveleriyle O’nundur. O’nun isteği ve arzusu üzerine hareket etmektedir. Âhiret de hesabıyla, cezasıyla, Cennetiyle, Cehennemiyle ve bizim bilmediğimiz daha birçok şeyiyle O’nundur.

Müddet bitmeden, kudret elden gitmeden, perde-i gaflet açılmadan, zamanın müsaadesini, imkânını, fırsatını ganimet bil de âhiretin için erzak tedârikine bak!..

Kişi, dünyada âhireti için ne sarf etti ise, yarın onu bulacaktır. Dünya, âhiretin tarlasıdır; tabiîdir ki ne ekilirse o biçilir.”

Hâsılı dünyada ektiklerimizin hasat zamanı gelmeden evvel, usta bir rençber gibi her yerini güzelliklerle doldurmalıyız hayat tarlamızın… Matematik derslerinde formüller üzerine kurulu olan bir sınav sorusunda, öğrencinin yapmış olduğu her işleme genellikle bir not verilir. Yani sorunun neticesinden ziyade sorunun çözümü için yapmış olduklarına bakılır. İnsan da böyledir ve yaptıklarıyla sorumludur. Bu sebeple iyilik nâmına ne varsa yapmaya çalışmalı, ibadet nâmına elinden ne geliyorsa yapmalı, farzları sünnetlerle ve nafilelerle desteklemeli, ömrünün bir ânını bile boşa geçirmemelidir. Ama yine matematikten örnek verirsek bazı hatalar da vardır ki, sıfırla çarpmak gibi bütün her şeyi silip yok edebilir. Âhirette de amellerimizi sıfırlayacak böyle hatalara fırsat vermemeliyiz.

Hayatın her alanında ömür sermayemizi tükettiğimizi ve hayat tarlasına bir şeyler ektiğimizi unutmayalım. Âile hayatı bir tarladır bizim için; eşi ve çocukları ile, anne-babası ile olan münasebetlerinde en güzelini ekmelidir insan… İş hayatı bir tarladır; okul hayatı, sosyal hayatın her ânı birer tarla hükmündedir. “İki günü eşit olan ziyandadır!” buyuran Peygamber Efendimiz de buna işaret etmektedir. Her günü bir öncekinden güzel yaşamalı, ânın kıymetini bilip ömrümüzün kalan kısmını güzelliklere harcamalıyız. Rabbimiz, cümlemize lütfuyla ihsan buyursun. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle