Ağlamanın Sevincini Yaşadım

Geçen yıl Avrupa Yakası’na taşındım. Yeni evim, eski evime nazaran daha işlek bir yerde, ilçenin merkezi olması hasebiyle sürekli bir kalabalık ve gürültü... Evin önünde tramvay durağı, durağın karşısında da bir düz lise vardı. Tabiî, biz yaz aylarında taşındığımız için okulun meşakkatini hiç hesap etmedik. Okullar açıldığı gün anladık imtihanımızın yeni başladığını… Sabah saat yedi itibariyle müdür bey, eline mikrofonu alıyor ve başlıyor bağırmaya… Anlatmak istediklerini, elinde mikrofon olmasına rağmen bağırarak anlatıyor ve sürekli sözünü:

“-Oğlum, sus! Kızım, önüne dön!” diye kesmek zorunda kalıyor.

Bazen cümlelerini çeşitli argo sıfatlarla süslemeyi (!) de ihmal etmiyor cümlelerini maalesef... Önce Müdür Bey’in, ne kadar kaba ve eğitimden uzak olduğunu düşündük. Ama bir gün, dört civarında evime doğru ilerlerken Müdür Bey’in neden bağırdığını, acı bir tecrübeyle anlamış oldum.

Okulun paydos zili çalınca öğrenciler sokaklara döküldü. Öğrenci olduklarına bin şahit isteyen kılık-kıyafetler, argo konuşmalar, hakaretler… Okulun civarı tekstil mağazaları ile dolu… Okulun zili çalınca toptancılar yavaş yavaş kepenklerini indiriyor veya kapının önünde tetikte bekliyorlar. Okulun etrafında devamlı polisler geziyor. Hemen hemen her gün (hiç abartı yok!) okulun etrafında ya kızlar saç saça, baş başa kavgaya tutuşuyorlar ya da erkekler… Her hafta bir bıçaklanma ve yaralanmanın olduğu taşlı-sopalı kavgalar… Bazen apartman girişinde, kuytuda esrar çekenleri de gördü bu gözler… Bu manzaraları geçen yıl hep böyle acıyla izledik, elimizden bir şey gelmiyordu. Bazen el uzatmak geliyordu içimizden, ama kime ve nasıl? Sadece duâ edebildik, başka çare yoktu.

Bu yıl aynı okula sihirli bir değnek değdi sanki… Okulların açıldığı ilk sabaha, kızımın “Medine müziği” ismini verdiği tatlı bir melodi ile uyandık. Müdürümüzün sesi de gayet yumuşak, hakaret ve bağırma da yok!.. Biz:

“-Herhalde müdür değişti, okulun havası değişti!..” diye konuştuk kahvaltı masasında...

Okulun ilk iki haftası hiç kavga olmadı. Bağırış çığırış, argo sözler de havada uçuşmuyor. Bir gün eve erken geldim, öğle namazımı kılarken lisenin sınıfından dışarıya toplu Kur’ân sesleri taşıyordu. Tâlimle “Eûzü Besmele”, ardından da “Fatiha Sûresi” okunuyordu. İnanın, namazda gözyaşlarımı tutamadım. Selâm verince hemen pencereye koştum. Tek koşan ben değilmişim, balkonlara, pencerelere koşan komşularım, okuldan taşan Kur’ân sesini dinliyor; esnaf okula doğru toplanmışlar, etrafa bakınıyorlar. Evimin karşısında bir teyze, benim gibi sevinç gözyaşları döküyordu.

Hemen namazımı bitirip şükür secdesine vardım. Ağladım, ağladım… Bugünleri görmeyi bize nasip ettiği için Rabbime şükrettim. Birkaç gün sonra komşumdan okula değen sihirli değneğin ne olduğunu öğrendim. Lisemiz, bu yıl İmam Hatip Lisesi’ne çevrilmiş. Allâh’ım, adı bile ne kadar tesir ediyormuş meğer gönüllere… Çoğu talebesi örtülü değil!.. O yüzden ben anlamadım İmam-Hatib’e çevrildiğini...

Yıllar öncesine gittim, benim ilk İmam-Hatib’e başladığım zamanlarda da okullara böyle çok rağbet vardı. Okulumuzun bahçesindeki kömürlük olarak kullanılan baraka bile boşaltılıp sınıfa dönüştürülmüştü. Ama ben İmam Hatip Lisesi son sınıfa başladığımda ise, başörtü problemi başlamıştı. Yani altı yıl içinde kader değişmişti. Neden değişti? Zâhirde sebep siyâsî olabilirdi, ama bence sebep tamamen mânevî idi.

Bu dünya, imtihan dünyası… Bu yüzden Rabbimiz, bazen nimeti bol bol ikram ediyor, bakalım kullarım ne yapacak, şükredip verdiğim nimeti benim yolumda kullanabilecek mi diye… Bazen de nimeti kısıyor, mahrum ediyor. Eğer nimet zâyî edilmez ve hakkıyla îfâ edilirse, nimetini artırıyor ve yolları açıyor. Yok, nimetin kadri-kıymeti bilinmezse bu sefer o nimeti elden alıyor. Kıymeti bilinmeyen emânet elden alınıyor!.. Düşünüyorum da kıymetini bilmediğimiz nice emânetler elimizden alındı.

Âyet-i kerîmede:

“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu...” (Rûm, 41) buyruluyor.

Cenâb-ı Hakk’ın bize verdiği tesettürün kıymetini bilemedik! Tesettür emrine leke sürüldü. Başörtüyü takıp da örtü altında onun ağırlığına yakışmayan, kıymet ve ehemmiyetine halel getiren nice hatalar işlendi. Güyâ ana-babalar, evlâdını okumaya gönderdi. Ama durumunu hiç sormadılar; dînini daha güzel öğrenmesi için gönderdiği okuluna gidip kontrol bile etme zahmetine girmediler! Ana-babadan gizli, “dinî nikâh” adı altında nice yanlış kararlar alındı. Dînî şuur yitirildi! Başörtüsüyle sokakta sigara içenlere küfür edildi. Onlara değil, aslında başörtüye küfür edildi. Genç kızlar ziyan edildi. En önemlisi, başlarımızda taşıdığımız tesettüre leke geldi!..

İmam Hatib’e ilk başladığımda öğlen arasında mescidde namaz kılmak için sıra beklerdik. Çok kalabalık olurdu. Kılmayan tek tük birkaç kişi vardı. Ama mezun olduğum sene namaz kılanların sayısı, parmakla sayılabilecek kadar azalmıştı. Namaz kılmayan bir İmam Hatipli olur mu? Maalesef oldu. Sonra ne mi oldu? Kıymetini bilemediğimiz emânet, elimizden alındı. Biz sokaklara döküldük:

“-Başörtüsü zulmü!..” dedik.

Asıl zulmü biz kendimize ettik!.. Âdem -aleyhisselâm-’ın duâsı ne güzeldir:

“Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen mutlaka ziyâna uğramışlardan oluruz.” (el-A’râf, 23)

İçimize dönmeliyiz. Başımızda taşıdığımız emânetin kıymetini bilip ona lâyık hareket etmeliyiz. En önemlisi evvelâ kalbimizi, sonra bedenimizi tesettüre sokmalıyız!.. Eğer sırf bedenimiz mestûre olup kalplerimiz çıplak olursa, Rabbimiz’in emri olan tesettüre, bizim yüzümüzden insanlar dil uzatabilir. O zaman vebâl bizim olur.

Çünkü müslümanın her hâli, bir tebliğdir. Müslüman hanımlar da bu büyük mes’ûliyetin şuurunda, giyimiyle-kuşamıyla, konuşmasıyla, kısaca her hâliyle örnek olmalıdırlar. Yüce Allah cümlemizi her hâliyle insanları hidâyete dâvet eden kullarından eylesin.

* * *

 İmam Hatip Lisesi’nde henüz orta birinci sınıftayken başörtümüzü nasıl bağlayacağımızı bilemezdik. Teneffüste, üst sınıftaki ablalarımız gelir, başörtümüzü düzgünce bağlar, bağlarken de namaz ve tesettür hakkında küçük bilgiler verirlerdi. Hep beraber öğle namazı için abdest alıp namaza giderdik. İnce çorap giyen olsa hemen güzelce:

“-Biz İmam Hatipliyiz, bunun şuuruna vararak hareket etmeliyiz.” diyerek îkaz ederlerdi.

Hocalarımız da her zaman:

“-Aman yavrularım, dikkat edin! Siz İmam Hatiplisiniz. İmam Hatipliler, imamın beyaz sarığına benzer. Nasıl ki; o sarık bir leke veya bir damla da olsa necâseti götürmezse, siz de aynen öyle ufacık bir leke götüremezsiniz!

İmamın sarığındaki bir leke, bütün cemaate tesir eder. Müslüman, her hareketinden sorumlu olduğunu unutmamalı ve her davranışının ardından bu mes’ûliyetini hatırlamalı! Her hareketine dikkat etmeli!.. Allâh’ın emir ve nehiylerine îtinâ ile eğilmeli, onlara bir leke getirmemelidir.” derlerdi.

* * *

Velhâsıl bundan sonra mes’ûliyetimiz daha da ağırlaştı. Şimdi Peygamber Efendimizin iki emânetine sahip çıkma vakti… Kur’ân ve Siyer-i Nebî, artık bütün okullarda okutulabilecek elhamdülillâh… Dedelerimiz bugünleri rüyasında görseler inanmazlar, hattâ rüyasına bile şükür secdesi yaparlardı herhâlde... Öncelikle Kur’ân-ı Kerîm ve Siyer-i Nebî dersine girecek hocalarımız, elimize verilen nimetin büyüklüğünü düşünerek buna göre hareket etmeliler.

“-Aman efendim, iki saatlik derste ne yapılır?” dememeliler.

Biz, iki saatin hakkını verebilirsek, talebemizin gönlüne girebilirsek... Kur’ân’ın şifâ ve rahmet olduğunu; ölüye değil, diriye indiğini hissedip hissettirebilirsek… Derslerimizde bir satırlık bir âyetin mânâsını bile açıklayıp hayata geçirmek için beyin fırtınası estirebilirsek… Bu çocuk, gelecek yıl da bu dersi seçecektir. İlkokul beşinci sınıftan liseyi bitirene kadar hep kaliteli bir Kur’ân dersi gören genç, Kur’ân kültürü ile dolmuş olarak mezun olur.

Bunun için öncelikle hocaların dolması lâzım. Hocalar, alanında ihtisaslaşmış Kur’ân kurslarındaki hocalardan yardım alabilirler. Hafta sonu onlara talebe, hafta içi de kendi öğrencilerine hoca olurlarsa, bir yılda eksiklerini kapatabilirler. Aynı şekilde alanında ihtisaslaşmış hocalardan tefsir dersi alıp talebelerine tadına doyulamayacak Kur’ân dersleri yaşatırlarsa, -inşâallâh- kıyâmet sabahına sayısız sadaka-i câriyelerle uyanırlar.

Aynı şekilde Siyer-i Nebî derslerine giren hocalarımız, lütfen siyer derslerini bir tarih dersi edâsı ile anlatmayalım. Öncelikle Peygamberimiz’in muhabbetine vesîle olacak fazîletlerden başlayıp Peygamberimizin yaratılış ve gönderiliş gâyesini anlatmaya ağırlık verelim. Peygamber Efendimizin “her müslümana üsve-i hasene oluşunu, kâinâtın O’nun hürmetine var edildiğini, O’na ümmet olmanın ne kadar büyük şeref olduğunu” anlatalım. Siyer-i Nebî dersindeki her konunun sonunda:

“-Biz buradan kendi hayatımıza ne hisse çıkarabiliriz?”

“-Bize, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- burada hangi yönüyle örnek olmuştur?” diyerek kendi hayatlarımızı gözden geçirmeye yöneltmeliyiz.

Öyle bir Siyer-i Nebî muhabbeti ile dolmalıyız ki, talebemiz ders çıkışında Müslüman olduğuna, Ümmet-i Muhammed’den olduğuna şükretsin. Anlattığınız dersi, talebe evinde heyecanla anlatıyorsa ve Salavât-ı Şerîfe getirmek için etrafını uyarıyor, Sünnet-i Seniyyeleri yaşama gayreti içinde etrafına da bu duyguları aksettiriyorsa, başarılı bir siyer dersi olmuştur.

Evet, sıra böyle bir imkâna kavuşmuş gençlerimize geldi:

İster lise, ister İmam Hatip’li olalım, fark etmez. Rabbimiz, hepinizi seçmiş, Kur’ân’a lâyık olmamız için bu yolun imkânlarını lûtfetmiş. Bu imkânları iyi değerlendirelim. Derslerimize abdestle girip bu derslerden feyz almaya niyet edelim. Bir matematiği veya İngilizce dersini nasıl önemseyip gayret ediyorsak bu derslerimiz için iki kat fazla gayret gösterelim. Çünkü bu dersten alacağımız puanlar, iki dünyanızı da aydınlatacak inşâallah!

En önemlisi, bu derslerden aldıklarımızla ahlâkımızı süsleyelim. Bu yıl, bu imkânların şükrü için namaz kılmayan gencimiz kalmasın! Duyuralım, kendi aramızda, sosyal paylaşım sitelerimizden yayalım. Değirmene ilk suyu biz dökelim. Bakalım, hangi okulda sene sonuna kadar “hiç namaz kılmayan” genç kalmayacak? Bu yıldan itibaren durmak yok; çok gayret edeceğiz. Koşmak yetmez, uçuşa geçmeliyiz.

Haydi hep beraber şuurla, şükürle, sabırla emânetlerimizin hakkını vermeye!.. Herkese huzurlu, bereketli, Rabbimizin râzı olacağı, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübarek sîmasında tebessüm oluşturacak feyizli bir yıl olması duâsı ile…

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle