Rasulullah'ın Mânevî Huzuru'nda İman Eden Kraliçe

Hazret-i Ömer b. Hattab -radıyallâhu anh-, bazı Acem kalelerini fethetmek üzere 4.000 kişilik bir atlı ordusu techîz ederek, başlarına da oğlu Abdullah’ı kumandan tayin etmişti. 

Abdullah bin Ömer -radıyallahu anhümâ- başlarından geçen garip bir hadiseyi şöyle anlatır: 

“-Acem diyarına gittik. Yüksek bir dağın üzerindeki kaleyi zorlukla kuşattık. Elimizdeki silahlar kaleyi fethetmek için yetmiyordu. Uzun süren taarruzlarımız bir netice vermemişti. Kalenin içindeki ordu da kalabalık ve tecrübeliydi. Başlarındaki komutan ise ise güzel bir kadındı. Bu kadın, burçlarda dolaşır, savaşın seyrini takip eder ve sağa sola emirler vererek ordusunu idare ederdi. 

Zaman zaman ordumuza bakar, safların dizilişinden, hücum tarzımızdan ve yiğitlerimizden yola çıkarak kaledeki ordusunu tanzim ederdi. Bir gün yine bu hâl üzere askerlerimizi seyrederken, içlerinden gayet yakışıklı, uzun boylu, harb etmekte ve ata binmekte mâhir bir genç dikkatini çekmiş ve görür görmez bu gence içi ısınmıştı. 

Onu dikkatle seyre koyuldu tavırları, hareketleri kraliçeyi adeta büyüledi. Kraliçenin hizmetinde bulunan kadınlardan bir tanesi, durumu fark etti ve kraliçeye: 

“-Kraliçem! Sen şu delikanlıya gönlünü kaptırdın, ancak sen kaleler ve engeller içindesin. Oysa o dışarıda. Savaş halindesiniz. Üstelik o sizin  düşmanınız! Bu sebeple bir araya gelmeniz imkansız!” deyince kraliçe: 

“-Elbet, bir yolu bulunur!” deyip, o delikanlıya gizlice bir elçi gönderdi. Elçi, kraliçenin düşünce ve duygularını ihtiva eden mektubu gence uzattı. 

Kraliçe şöyle soruyordu:

“-Senin benim, benim de senin olabilmem için bir yol bulabilir miyim?” 

O delikanlı da aynı elçiyle haber yolladı:

“-Evet! Bunun için iki şart var: Birincisi kalenin dışını bize teslim edeceksiniz, ikincisi ise, kalenin içini O’na teslim edeceksiniz.” 

Kraliçe elçiyi tekrar gönderdi ve:

“-Kalenin dışının teslimini anladık ama, kalenin içinin teslimi nedir?” diye sordurdu. 

O delikanlı cevâben: 

“-Kalbini Allah’a teslim edip, O’nun vahdâniyyetini tasdik edeceksiniz!” dedi. 

Bu haberin kraliçe’ye ulaşması, kalbine bir kor düşürdü. Bir insan, bir kraliçe ile evlenmek için ne şartlar ileri sürüyordu?!. Bu nasıl dindi? 

Derhal kalenin teslimi için bir heyet göndererek:

“-Askerlerinizi kaleye yerleştirin. Kapıları sonuna kadar açtırdım..” haberini ulaştırdı.

Askerler hiçbir mücadeleyle karşılaşmadan, rahatça kaleye girdiler. Kraliçe, genci huzûruna davet etti. Genç, kraliçeyi İslâm’a davet etti. 

Bunun üzerine kraliçe: 

“-Sen de takdir edersin ki, ben yüksek himmet sahibi bir kraliçeyim. Askerleriniz içinde senden daha yüksek rütbeli kimse var mıdır? Onun önünde müslüman olmak istiyorum.” dedi. 

Delikanlı: 

“-Evet! Bizim kumandanımız ve büyüğümüz, Emiru’l-Mü’minîn’in oğlu Abdullah vardır. O içimizde en üstün rütbeli kimsedir!.." 

Kraliçeyi, Abdullah bin Ömer’in huzûruna çıkardılar. Kraliçe onun önünde durdu. Abdullah -radıyallahu anh- ona İslâm’ı arz etti. Kraliçe aynı şekilde O’na da sordu:

“-Takdir edersiniz ki, ben yüksek himmet sahibi bir kraliçeyim. Müslümanlar içinde sizden daha yüksek bir kimse var mıdır?" Abdullah b. Ömer:

“-Evet! Babam Emir’ul-Mü’minin Ömer bin Hattab bu hususta daha ehildir!. Fakat o Medine’dedir. Oraya kadar gitmek ister misiniz?” diye sordu.

Kraliçe bunu seve seve kabul edeceğini söyleyerek, küçük bir müfrezenin refakatinde Medine’ye doğru yola koyuldu.

Kraliçe hiç durmadan dinlenmeden yola devam etti. Hazret-i Ömer’e ulaşınca:

“-Ey mü’minlerin Emîri! Burada senden daha büyük biri daha var mıdır?" diye sordu. 

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- bu soruya şaşırmakla birlikte:

“-Evet! Allah’ın Rasûlu Hazret-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- hepimizden daha üstündür.” dedi. 

Ve Ravza-i Mutahhara’yı işaret ederek; 

“-Kabr-i Şerifi budur.!..” deyince kraliçe: 

“-Vallahi, onun huzûrundan başka hiç bir yerde Müslüman olmam!” dedi. 

Hazret-i  Ömer  -radıyallahu anh-  kraliçenin istediğini kabul etti ve müsaade edildi. 

Kraliçe, Ravza-i Mutahhara’ya girdi. Orada saygıyla durdu. Rasullullah                -sallallahu aleyhi ve sellem-’in mânevî huzurunda edep ve vakarla oturup şehadet ederek müslüman oldu. 

Gözyaşları içinde, Peygamber Efendimizin kabr-i şerifine kapanarak yalvarmaya başladı:

“-Ey güzellerden güzel Rabbim! Bana maddî ve mânevî saltanat lutfettin. Zulmetten çıkartıp nura nail ettin. İmanımı, isyan ve günahların kirletmesinden korkuyorum. Bu sevgili Rasûlün hürmetine, bir daha Sana âsî olmadan, tertemiz bir şekilde ruhumu kabzet!” 

Bir müddet öylece kaldı ve o hâlde vefat etti. Hazret-i Ömer ve orada hazır bulunanlar, kadının bu güzel hâlini ibret ve gözyaşlarıyla seyretti. Hazret-i  Ömer, bu kadının yıkanıp kefenlenerek, Bâkî kabristanlığında ashabın arasına defnedilmesini emretti.”

Meryem Toprak

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle