Âlemlerin Rabbi İle Görüşme

Namaz, Allah Teâlâ’nın kulu ile yaptığı özel bir görüşmedir. Oruç ve zekât yılda bir kez, hac imkân nisbetinde ömürde bir kez olmasına rağmen namazın, yedi yaşından itibaren tavsiye edilen, âkıl-bâliğ olduktan sonra ise, her gün ve günde beş kez emredilen bir olması câlib-i dikkattir. Özellikle iki vakti, günün başlangıç ve bitimine sâbitlenmiş; diğer üç vakti ise, kısa aralıklarla güne yerleştirilmiştir. Âlemlerin Rabbi, bütün mevcûdâtı idare ve sevk etmesinin yanında, kulu ile özel olarak her gün görüşmeyi talep etmiş ve hâssaten ezânlarla ona dâvet göndermiştir.

Dâvet; yerlerin ve göklerin mâliki, dâimâ diri ve bâkî; celâl ve ikram sahibi Hak Teâlâ’dan gelmektedir. Dâvetçi yüce, dâvet mukaddes olunca, görüşme, heyecan vericidir. Zira dünyada yaşanan küçük dâvetlerle ölçülemeyecek kadar uludur. İşte bu yüceliğe, herkes kendince hazırlanmakta ve ehemmiyet göstermektedir.

Bazıları bu görüşmenin huzuruna doyamamış, canını teslim edercesine uzun uzun kılmışlar, bazıları uzun kıyamlarda yorgunluktan mescide ip bağlayarak destek bulmuşlar, bazıları ise, muhabbetin derinliğinden almış olduğu ok acısını dahî hissedememişlerdir. Nitekim Peygamber Efendimiz, namazı “gözünün nûru” olarak tarif etmiş[1]; vefâtı ânında ise; “Sakın namazı ihmal etmeyin!” buyurmuştur.[2]

Mûte Seferi’ne gitmek için hazırlanan Abdullah bin Revâha, Peygamber Efendimiz’le vedâlaştığı anda, ezberleyeceği ve aklından çıkarmayacağı bir tavsiye istediği zaman, O’nun nasihati:

“Gittiğin her yerde namazlarını ve secdelerini artır.” olmuştur.[3]

 Hasan Basrî -rahmetullâhi aleyh-;

“Namaz en hayırlı iştir; isteyen çoğaltır, isteyen azaltır!” derken; Ubeydullah Ahrâr, insanı Allah’tan ve namazdan alıkoyan her şeyi “kumar” olarak vasıflandırmıştır.

Sâbit Ukbe bin Abdülğâfir ise;

“Yatsı namazını cemaatle kılmak bir hac gibi, sabah namazını cemaatle kılmak da bir umre gibidir.” demiştir.[4]

Ahmed ibni Seleme, Hennad bin es-Serî’yi şöyle anlatır:

“Bir gün mescitte yanında idim. Kur’ân okumayı bitirince evine gitti, abdest alıp tekrar mescide döndü. Tâ zevâl vaktine kadar kıyamda durarak namaz kıldı. Ben bu arada hep mescitte idim. Öğle vakti gelince, evine geri döndü. Abdest tazeleyip tekrar mescide geldi. Öğle namazını cemaatle kıldık. Sonra ikindiye kadar aynı şekilde namaz kılarak geçirdi. Bazen Kur’ân okurken sesini yükseltiyor ve ağlıyordu.

İkindi vakti bize imam oldu. Namazdan sonra mescidin avlusuna geldi ve hava kararıncaya kadar yüzünden Kur’ân okudu. Sonra beraber akşam namazı kıldık. Gün batımında komşularından birine:

«-İbadete ne kadar düşkün ve ne kadar sabırlı bir insan!» dedim. Bana:

«-Sen onun gündüzüne muttalî oldun. O tam yetmiş senedir günlerini böyle geçirir. Hele bir de onun gecelerini görsen, o zaman ne düşünürdün bilemem.» dedi.”[5]

Namaz, Allah dostlarının hayatındaki en zirve noktaydı. Bütün idealleri onu en güzel şekilde ikame edebilmekti.

Zeynelâbidîn Hazretleri, abdest için kalktığında sararıp solar, namaz başlayacağı zaman ayakları titrerdi. Sebebini soranlara:

“-Kimin huzûruna çıkacağımdan haberiniz yok mu?” diye cevap verirdi.[6]

Bir defasında namaz kılmaktayken evinde yangın çıkmıştı. Fakat onun bundan haberi bile olmadı. Selâm verince hadiseyi kendisine haber verdiler ve:

“-Evin yandığı hâlde sana bunu fark ettirmeyen şey nedir?” diye sordular. Zeynelâbidîn Hazretleri:

 “-İnsanları bekleyen âhiret yangını, bana dünyadaki bu küçük yangını hissettirmedi.” dedi.

Ebû Nuaym Ameş, Abdullah bin Mesud -radıyallâhu anh-’ın namaz kılarken Allâh’a duymuş olduğunu tevâzudan “atılmış bir kumaş yığını gibi” olduğunu söylemiştir.[7]

Hâtem-i Esamm -rahmetullâhi aleyh-’e:

“-Namazı nasıl kılarsınız?” diye sormuşlar, şöyle cevap vermiş:

“-Namaz vakti yaklaşınca güzelce abdest alır, namaz kılacağım yere gider, orada oturur aklımı başıma alır, sonra namaz için ayağa kalkarım. Kâbe’yi iki kaşım arasına, Sırât’ı ayaklarımın altına, Cennet’i sağıma, Cehennem’i soluma alır; Azrâil’i tepemde kabul eder, korku ve ümit ile Âlemlerin Rabbi’nin huzûruna dururum. Düşünerek tekbir alır, ağır ağır ve mânâsını düşünerek Kur’ân okurum. Tevâzû ile rükû eder, huşû ile secdeye kapanırım. Sağ ayağımı diker, sol ayağımı yatırır ve üzerine otururum. Namazımı ihlâs ve samîmiyetle kılmaya çalışırım.”[8]

Misver bin Mahreme anlatıyor:

Ömer bin Hattâb -radıyallâhu anh- hançerlendikten sonra yanına geldim, durumunu sordum.

“-Gördüğün gibi baygın!” diye cevap verdiler.

“-Namazı hatırlatarak onu uyandırın. Başka bir şeyi hatırlatarak onu uyandıramazsınız!” dedim. Bunun üzerine:

“-Ey Mü’minlerin Emîri! Namaz vakti geldi!” dediler.

“-Namazı olmayanın dîni yoktur; kalkayım!” dedi ve yarasından kan aka aka namazını kıldı.[9]

Allah dostları, namazın bir vaktini ikame ettikten sonra diğer vaktini heyecanla bekler, bunun için hazırlık yaparlardı.

“Cüneyd-i Bağdâdî, otuz sene boyunca namazı cemaatle; hattâ ilk tekbiri kaçırmadan kıldı. Kalbine azıcık olsun dünya düşüncesinin dolduğunu ve namazın hakikatini duymadığını hissetse, o namazı iâde ederdi. Her gün dört yüz rekât nafile namaz kılmayı âdet edinmişti. Otuz yıl boyunca hiç uyumadan ibadetle meşgul olmuştu.”[10]

 İbn-i İshak şöyle rivâyet eder:

Abdurrahman bin Esved, Medîne’ye yanımıza geldi. Ayağı sakat birisiydi. Sabaha kadar tek ayağı üzerinde durarak namaz kıldı. Yatsı abdestiyle bize sabah namazını kıldırdı.[11]

Osman bin Hakim, Said bin Müseyyeb’in:

“-Otuz senedir müezzin ezan okurken ben hep mesciddeydim!” dediğini nakleder.[12] (Devam edecek)

Seher KÜÇÜK

 

 

 

 

 

 

 

 

[1] Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 10; Ahmed, III, 128, 199.

[2] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, VII, 477.

[3] Vâkıdî, II, 758.

[4] Bkz. Ahmed bin Hanbel, Kitâbü’z-Zühd.

[5] Beyhakî, Şuabü’l-Îman.

[6] Ebû Nuaym, Hilye, III, 133.

[7] Tergib ve Terhib.

[8] İmâm-ı Gazâlî, İhyâu Ulûmiddin, c. 1.

[9] Taberânî

[10] Ali Balkan, Namaz Âşıkları.

[11] Ahmed bin Hanbel, Kitâbü’z-Zühd.

[12] Ahmed bin Hanbel, Kitâbü’z-Zühd.

PAYLAŞ:                

Seher Küçük

Seher Küçük

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle