Öncelikle ilmin îman, ihlâs, yani samimiyet zemininde yeşermesi zarurîdir. İlim yeşerecek, meyveler verecek ve nasiplenenlere şifâ olacak bir tohumsa; bu, ancak ve ancak Allâh’ın râzı olduğu niyet tomurcukları taşıyan bir sînede olabilir. Bunun aksi ise şifâ değil, zehirdir.
Fıtrat bir tomurcuk gibi, ne için yaratıldı isek bizi oraya götürmeye çalışırken bu gidişatı bozmak, uzmanlık alanımız sanki… Yaratılış, tabiat mânâlarına gelen “fıtrat”, insanlarda ortak özellikler gösterse de aynı zamanda herkese özel, biricik özellikler de barındırır.
Birisinin “küfre kaydığı hususunda” karar verecek, onu îkaz, irşad ve ıslah edecek kişinin ilimde derinleşmiş, ehil biri olması gerekmektedir. Bu söz, herkesin herkes hakkında ulu orta sarf edeceği basit bir hüküm ve değerlendirme cümlesi değildir. Bir kişinin “kâfir sayılmasıyla” hem dünyevî, hem uhrevî bakımdan pek çok hüküm/durum ortaya çıkar.
Âlemlerin Rabbi, bize bu temâyülün en doruk noktasını göstermiş ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i bize “en güzel örnek” olarak takdim etmiş. Bizim bundan gayrı, yolumuz-yordamımız yoktur. Hedef, sadece Allah ve Rasûlü’nün tâlimâtları istikametinde yaşamaktır.
Bizler de yavrularımızın fıtrî yönelişlerini anlamaya çalışmalı; onları kökten budamak yerine, var olan potansiyeli ayrık otlarından temizleyerek, aslında bir cerrah hassasiyetiyle gayret etmeliyiz. Bu tür oyunlarda çevreye ve kendilerine zarar vermeyecek ortamlar oluşturmak, gerektiğinde oyunlarına dâhil olarak neyin doğru, neyin yanlış olduğunu oyunun içinde anlatmak ...