Şu dünyada biricik gâye, meslek ve makam sahibi olmakmış gibi davranıp şahsiyet ve mânâ adına zerre kadar yatırım yapmadıysan, kabuk için emek verip de öz için kımıldamadıysan, âile cemaatini toplayıp iki satır kitap okumadıysan, iki vakit namaz kıldırmadıysan, helâlleş.
Artık her şeyin “ev-cesi” konuşuluyor, bütün işaretler tek yönü gösteriyor: “Evde hayat var!”, “Hayat eve sığar!”, “Evde kal, sağlıklı kal!”... İnsanoğlunu kendi evinde olmaya iknâ edebilmek için sloganların en tesirlisi seçilmeye çalışılıyor. Diğer yandan, evdeki hayatın da ilgi çekici olabilmesi için, bütün ihtimaller değerlendiriliyor.
Hayâ sahibi ninelerimiz, teyzelerimiz tahta atlara binip gittiler. Bizler de onların hâtıralarını dinleyip “âh”larla yetinir olduk. Geçen Instagram’da tesettürlü bir tanıdığım, yıllar sonra hâmile kaldığı için fotoğraflarını paylaşmış. Bu fotoğrafları gören, hayâ duygusunun kırıntılarını taşıyan herkes utanmadan edemez.
Bir hâne düşünelim ki, hiçbir reisi olmasın... Herkes kendi doğrularını yaşasın ve kimse kimseye karışmasın. Evin hanımı yapmakla sorumlu olduğu hiçbir işi yapmasın, evin beyi de âileye sahip çıkmasın. Hayatın karmaşasındaki evlâtlar da bir kaosun içinde savrulup dursun. Otorite boşluğunun yaşandığı bu evdeki durumun adı, tam mânâsıyla anarşidir.
Yeryüzünün ilk âilesi, ilk insan Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve zevcesi Hazret-i Havvâ ile başlamıştır. Hazret-i Âdem Cennet’te yaratılmış, kendisine yeryüzünün halifesi ve peygamber olma salâhiyeti verilecek istîdat ve imkânlar bahşedilmesine rağmen bir müddet sonra yalnızlığa dayanamamış ve kendi cinsinden kendisiyle huzur ve sekînet bulacağı bir varlığa ihtiyaç duym...
Gerçekten insanlık tarihi boyunca devam eden “ilâhî huzur pınarı ve nesiller mektebi” olan âileye, Cennet’ten kovulan şeytanın müdâhalesi dâimâ büyük olmuştur. Âile fertlerinin dâimâ kendi hak ve ihtiyaçlarını ön planda tutup sivrilen egolarıyla hareket etmeleri, şefkat ve yardımlaşma odağı olan hânelerimize maalesef her türlü şiddeti dâvet etmiştir.
İster çalışan hanım olsun, ister ev hanımı; aslında her kız çocuğu, ev hanımı olmaya namzet olarak doğar. Allah Teâlâ, kızları ince duygularla yaratmış, ev işlerinin sorumluluğuna yatkınlık vermiştir. Bir hanımın ev işlerini yönetirken ilk başvurması gereken metot, plânlama yapmak ve bu plâna uymaya çalışmaktır. Yoksa işler birikir, ortalık dağılır. Bu durum, insanın iç...
İnsanlara güvenmek için, onları tanımak elzemdir. Tanımak için de birlikte yaşamak, anlamaya çalışmak gerekir. İnsanları tanımanın en iyi yolu; onlarla alışveriş yapmak, seyahat etmek ve yemek yemekse, bunu en iyi mahallemizde yaparız. Bu şekilde, sadâkati, dürüstlüğü, sözünde durmayı, ahlâkî sorumlulukları; kısacası “ben” değil, “biz” olmayı öğreniriz. Bu okulun en öne...
Mahalle demek, yuva demek, güven demek, yardımlaşma demek, ekmek kokusu demek, samimiyet demekti. Mahallede oturan herkesin birbirini tanıdığı, bakkallara anahtar bırakılıp nereden gelip nereye gidildiği sorulan mekânlar; âidiyet demek, güven demekti.
Kur’ân âşığı bir hocahanım ve bir öğrencinin hayat hikayesinin ortak noktası, âileleri oluyor. Küçükken aşkla verilen eğitimin, taşa kazınan yazı gibi olduğunu canlı örneklerle bir kez daha görmüş olduk. Kâl (söz) ile eğitim yerine hâl ile eğitim, çocukta mutlaka tesirini gösteriyor.