Takvânın Aslı

Dinin gâyesi; güzel, ince ruhlu ve iç âlemini temizlemiş insan yetiştirmektir. Bu da, Cenâb-ı Hakk’a kulluğu idrâk ile olur. İslâm’a göre ideal insan, Allah ve Rasûlü’nün ahlâkı ile ahlaklanmış olan kimsedir Bu ideale varmanın yolu ise, kalbî eğitimden geçer.

Kalbî eğitimin başında, eğitim boyunca ve nihayetinde, “takvâ” olmazsa olmaz şarttır.

Takvâyı, Allâh’a karşı mes’ûliyet duygusu içinde, ilâhî emir ve yasakları titizlikle uygulamak sûretiyle kalbin korunması diye tarif edersek;

Allâh’ın emir ve yasaklarına “zâhiren” bağlı olmak, kulluk hayatı boyunca herkes için mutlaka şarttır. İnsan, mânevî olarak en alt seviyede de olsa, en üst noktada kemâle de erse, helâl ve haram sınırları herkes için ve eşit derecede geçerlidir.

Zaten İslâm’ın farz ve haramları, en alt seviyedeki insanın imkân ve kapasitesi gözetilerek konulmuştur. Fakat mânen kemale ermek; insandan farz ve ibadetleri yapma mes’ûliyetini düşürmediği gibi, haram sınırlarını da kaldırmaz. Hatta mânen ileri seviyede olan kimselerin, bunların ötesinde haram şüphesi olan şeylerden bile uzak durması gerekir.

En alt seviyede bilgi ve güç sahibi insanların bile Allâh’ın emir ve yasaklarına uygun hareket etmesi, “zâhiren” (dış görünüş olarak) ibadetlerine devamı bir mecburiyettir. Lâkin bu emir ve yasaklara riâyeti, gönülden, tâvizsiz ve rahatlıkla îfa edebilmek; ancak takvâ âleminde derinleşme ile mümkündür.

Kur’ân-ı Kerîm, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanındaki münâfıkların cemaatle namaza devam mecburiyeti sebebiyle, aksatmadan gelip gittiklerini, ama bu işten de hiç memnun olmadıklarını şöyle beyân eder:

“Şüphesiz münafıklar Allâh’a oyun etmeye kalkışıyorlar, hâlbuki Allah onların oyunlarını başlarına geçirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allâh’ı da pek az hatıra getirirler.” (en-Nisâ, 142)

Demek ki, ibadetlere şeklen devam etmek, mü’mini mes’ûliyetten kurtarıyor; münafıklara da dünya şartlarında müslüman gibi davranılmasına sebep oluyor. Ancak o ibadeti gönülsüz yapmak, insan açısından hem dünyada büyük bir eziyete dönüşüyor, hem de âhirette o amelin bir mükâfât ve bereketini görmemesine yol açabiliyor.

Günahlardan kolaylıkla uzak durmanın, ibâdetleri seve seve yapmanın, yaptığı ibadetten mânevî haz almanın yolu; kalbin takvâ eğitiminden geçmesiyle mümkündür. Her an Allâh’ı hatırlayan (zikr), her an O’nun huzurundaymış gibi yaptıklarına dikkat eden (ihsan) bir kul, Allah’la beraberliğini (maiyyet) artırdığı müddetçe, kendisini Allâh’a yakın hisseder. Bu yakınlık, zamanla muhabbet ve mârifete dönüşür.

Allâh’a muhabbetle bağlı olan, O’nun marifetine lâyık olan kimse; dilini, bedenini, duygu ve düşüncelerini gitgide temizler ve saflaşır. Nefsin tezkiyesi (temizlenmesi), kalbin saflaşması; ancak bu takva basamakları ile mümkün olur.

Allah sevgi ve korkusu, Allâh’a karşı sorumluluk duygusu ile kul; önce dışını haramlardan uzak tutar, helâl ve hayırlı işlere dört elle sarılır. Ardından bu hâl, iç âlemini temizlemeye, onu adım adım kemâle ulaşmaya götürür.

Önce harama karşı sert ve tavizsiz bir tutum geliştiren kimse, artık harama götüren yollara bile dönüp bakmaz. İşte bu; dinin kemâli, kurtuluşun yolu ve istikametin reçetesidir. Rabbimiz, bu gönül kıvamından bizleri mahrum etmesin. Bizi râzı olduğu ve kendisinden râzı olan kulları arasına dâhil eylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

Zahide Topcu

Zahide Topcu

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle