Sadra Şifâ: Helâl Lokma

 

“İbadet on kısımdır;

dokuzu helâl rızık talep etmek,

biri ise diğer amellerdir.”

(Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, III, 107/4062)

 

“-Malını nereden kazandın, nereye harcadın?”[1]

Kıyamette karşımıza çıkacak zor sorulardan biri… Lâkin biz, helâlin haramla, haramın helâlle iç içe geçtiği, hassasiyetlerin neredeyse kaybolduğu ve buna bağlı olarak da mânevî hâllerin, takvâ üzere yaşanması gereken hayatların “defolu” olduğu âhir zamanı yaşıyoruz. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bugünleri işaret edip şöyle buyurmuştur:

“Öyle bir zaman gelir ki, kişi malını helâlden mi, haramdan mı kazandığına hiç aldırış etmez.” (Buhârî, Büyû, 7, 23)

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan maddelerin helâl ve temiz olanlarından yiyin; şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü o apaçık düşmanınızdır.” (el-Bakara, 168)

Büyüklerin dediği gibi: “Haram kazanç kapıdan girince, Allâh’ın rahmeti pencereden çıkar. O evde ne huzur, ne de bereket olur.”

Helâl kazancın önemini Muhterem Osman Nûri Topbaş Hocaefendi şöyle naklediyor:

“Helâl lokma için ticarete haram karıştırmama hususunun ehemmiyet ve bereketini merhum pederim Mûsâ Efendi şu hâdise ile anlatırdı:

«Müslüman olmuş Ermeni bir komşumuz vardı. Bir gün kendisine hidâyete eriş sebebini sorduğumda şunları söyledi:

“-Acıbadem’de tarla komşum Rebî Molla’nın ticaretteki güzel ahlâkı vesilesiyle müslüman oldum. Molla Rebî, süt satarak geçimini temin eden bir zâttı. Bir akşam vakti bize geldi ve:

“-Buyurun, bu süt sizin!” dedi. Şaşırdım:

“-Nasıl olur? Ben sizden süt istemedim ki!” dedim. O hassas, zarif insan:

“-Ben farkında olmadan hayvanlarımdan birinin sizin bahçeye girip otladığını gördüm. Onun için bu süt sizindir. Ayrıca o hayvanın tahavvülât devresi (yediği otların vücudundan tamamen izâlesi) bitene kadar sütünü size getireceğim…” dedi. Ben:

“-Lâfı mı olur komşu? Yediği ot değil mi? Helâl olsun!..” dediysem de Molla Rebî:

“-Yok yok, öyle olmaz! Onun sütü sizin hakkınız!..” deyip hayvanın tahavvülât devresi bitene kadar sütünü bize getirdi.

İşte o mübârek insanın bu davranışı bana ziyâdesiyle tesir etti. Neticede gözümdeki gaflet perdelerini kaldırdı ve hidâyet güneşi içime doğdu. Kendi kendime:

“-Böyle yüce ahlâklı bir insanın dîni, muhakkak ki en yüce bir dîndir. Böylesine zarif, hak-şinas, mükemmel ve tertemiz insanlar yetiştiren dînin doğruluğundan şüphe edilemez!” dedim ve kelime-i şehâdet getirip müslüman oldum.»”

Allah dostlarının her dâim üzerinde durduğu konudur helâl lokma… Buyrulur ki:

“İki şeye dikkat edeceksiniz, ağzınıza giren lokmaya ve ağzınızdan çıkan söze…”

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri buyurur:

“Haram yemek, kalbi öldürür. Lokma vardır, kalbini nurlandırır; lokma vardır onu karanlığa boğar. Yine lokma vardır, seni dünya ile meşgul eder; lokma vardır ukbâ ile meşgul eder. Lokma vardır, seni her iki dünyanın da zâhidi yapar, seni dünya ve âhiretin Hâlık’ına yöneltir.”

Hak dostlarından Süfyân-ı Sevrî Hazretleri de:

“Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helâlliği nisbetindedir.” buyurmuştur.

“İkinin ikincisi” olan, Peygamberimizin en büyük yoldaşı Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-’ın çok aç olduğu bir gün, evde kendisine yemesi için bir miktar süt ikram edilir. O da açlığının şiddetinden, o gıdanın nereden geldiğini sormadan bir lokma alıverir. Fakat o lokmanın câhiliye döneminde işlenen fal bakma gibi bir günâhın ücreti olmak üzere hizmetçisine verildiğini öğrenince, derhal parmağını boğazına götürüp (bütün eziyetine rağmen) yediklerinin hepsini çıkarır. O yiyeceği getiren hizmetçisine de:

“-Yazıklar olsun sana! Neredeyse beni helâk ediyordun!” der. Kendisine:

“-Bir lokma için bu kadar eziyete değer miydi?” diyenlere de şu cevabı verir:

“-Canımın çıkacağını bilseydim, yine de o lokmayı çıkarırdım. Zira Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«Haramla beslenen vücudun müstahak olduğu yer, Cehennem’dir!» buyurdular.”[2]

Haram lokma girmemesi için kendi canını hiçe saymak nerede, helâl-haram demeden hiçbir nimetin kaynağını sorgulamadan yemek, ticarette sözde üç kuruş daha fazla kâr elde etmek uğruna hiçe sayılan hassasiyetler nerede? Keşke “Yediklerimize dikkat ediyoruz!” derken kastettiğimiz şey, kalori değil de helâl-haram hassasiyeti olsaydı!..

Her yaptığımız şeyi savunmak da bu çağın hastalığı olsa gerek. Herkesin aynı günahı işlemesi, bizim de o günahı işlememizi gerektirmiyor!.. Bankaların dönem dönem yayınladıkları, “Hoş geldin fâizi!” ile fâizi hoş görme çabaları; ev, araba veya ihtiyaç kredilerinin had safhaya ulaştığı günlerde ilâhî sınırların farkında olmak ve hassas davranmak gerekiyor.

Cenâb-ı Hak buyurur:

“Size rızık olarak verdiklerimizin helâl ve temiz olanlarından yiyiniz. Bu hususta taşkınlık ve nankörlük de etmeyiniz; sonra sizi gazabım çarpar. Her kim ki kendisini gazabım çarparsa, hakikaten o, yıkılıp gitmiştir.” (Tâhâ, 81)

Mevlânâ Hazretleri, helâl ve haram lokmaların kişinin iç dünyasına tesirini şöyle ifade eder:

“Bu seher benden ilham kesildi. Anladım ki, vücuduma şüpheli birkaç lokma girdi. Bilgi de hikmet de helâl lokmadan doğar. Aşk da merhamet de helâl lokmanın mahsûlüdür. Nûr ve kemâli artıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır. Eğer bir lokmadan gaflet meydana gelirse, bil ki o lokma şüpheli veya haramdır.”

Zünnûn-i Mısrî buyuruyor ki:

“Haram yemek, kalbi karartır, hasta eder. Kalbin kararmasının dört alâmeti vardır: İbadetin tadını duymaz. Allah korkusu, hatırına gelmez. Gördüklerinden ibret almaz. Okuduklarını, öğrendiklerini anlamaz, kavrayamaz.”

Buyrulur ki, insan rûhuna en çok tesir eden iki müessir vardır: Birincisi, ülfet ettiği kimselerin mânevî durumu, ikincisi de yediği lokmaların helâliyet derecesidir. Lokma; haram veya şüpheli ise mânevî hayata zehir saçar. Kalbe kasvet, ibadetlere karşı üşengeçlik ve Allah yolundaki hizmetlere karşı tembellik verir.

Hayırlı bir nesil yetiştirmenin yolu da yine helâl lokma hassasiyetinden geçmektedir. İmâm Gazâlî Hazretleri, “Çocuğu İslâm fıtratı üzere yetiştirmek için ilk yapılacak şey; onun helâl lokma ile beslenmesidir.” buyurmuştur.

“Helâl süt emmiş” tabiri, ne güzel bir ifadedir. Seyyid Emir Külâl Hazretleri’nin muhtereme vâlidesi şöyle anlatır:

“Emir Külâl’e hâmile iken, şüpheli bir lokma yesem, karın ağrısına tutulurdum. O lokmayı midemden çıkarmadıkça, karın ağrısından kurtulamazdım. Bu hâl üç defa başıma gelince, çok temiz ve hayırlı bir çocuğa hâmile olduğumu anladım. Bunun üzerine yediğim lokmaların helâlden olmasına çok dikkat edip, ihtiyatlı davrandım.”

“Kim temiz rızık yer, sünnete uygun amelde bulunur ve insanlar onun şerrinden emin olurlarsa, o kişi Cennet’e girer.” (Tirmizî, Kıyâmet, 60/2520) buyuran Allah Rasûlü’nün duâsıyla yazımızı nihayete erdirelim:

“Allâh’ım, beni bağışla, bana merhamet et, rızânı kazandıracak işler yaptır, bana âfiyet ve hayırlı rızık ver.” (Müslim, Zikir, 35)

Âmin.

 

[1] Bkz. Tirmizî, Kıyamet, 1.

[2] Bkz. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 26; Ebû Nuaym, Hilye, I, 31; Ahmed b. Abdullah et-Taberî, er-Riyâdu’n-Nadrâ, II, 140-141.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle