Rüya

Dizlerim yaralı bereli… Tozlu topraklı sokakları, hurma bahçelerini, asmalı evleri çevreleyen büyük duvarları geçiyorum, ince saç örgülerime takılı boncukların kırmızısı gibi alev alev olana değin yüzüm, koşuşup duruyorum.

Medîne çok geniş topraklar üzere dağınık, evler birbirine uzak… Sokakları ve mahalleleri, ancak koşarsam vaktinde aşabiliyorum. Mescidin önünde oynayan çocuklara tam vaktinde karışmak istiyorum, böyle bir hikâye dinledim; biliyorum, vaktinde yetişirsem O’nu görebileceğim… Benimle konuşacak, saçlarımı okşayacak, gül yaprağı gibi beyaz-pembe, gülümseyecek belki bana… Belki soracak kuşumun hâlini, Zeyd’e sorduğu gibi, O’na kuşuma konuşmayı öğretmeye uğraştığımı anlatacağım.

Diğer çocuklarla şakalaştığını, onlarla oynadığını, gönüllerini almaya uğraştığını da duymuştum. Ama ben oynamayacağım O’nunla, ben diğer çocuklar gibi olmadığım için; O’nu hiç göremeyip hep çok özlediğim için, bir daha ne vakit görürüm bilmediğim için… Bir an önce koşmalı, sarılmalı ve O’na yazdığım şiiri okumalıyım.

            Ben diğer çocuklar gibi olmadığım için, “Rasûlullâh’ın peşinden ayrılma! Bir ihtiyacı olursa gör…” diyemediği için annem, Rumeysa gibi; ben, yokluğuna doğmanın hüznünde bir güneşin altında doğdum doğalı, hep bu ânı bekledim.

İnsanın ne çok söyleyeceği, ne çok anlatacağı var! Hemen gitmek ve diğer çocukların konuşmasına hiç fırsat vermeden öne atılıp, anlatmak istiyorum. Kaynayan bir sevinç gibi sıcacık akıyor sesimden sevgi…

“-Çok çok uzun yoldan geldim.” demek istiyorum. “Size Eyyûb el-Ensârî’nin selâmını getirdim, evet, o şimdi burada, bir-iki sokak ötede. Ama aradan geçen asırları aşıp geldiğim için söyleyebilirim size, bu bir avuç müslüman yeryüzüne dağıldı, Eyyûb -radıyallâhu anh- da, Konstantin’e değin geldi, Medîne’de Sizi misafir ettiği gibi, bizi de İstanbul’da misafir etti…”

Sesimin titremesine aldırış etmeden devam etmek istiyorum:

“-Bilâl -radıyallâhu anh-, Siz gidince, bir daha ezan okuyamadı… Ashâbınızın kimisi râyihanızın karışmadığı bir rüzgârda nefes bulamaz oldu. Kimisi adınızı duyurarak ışıklar saçmaya diyarlara, çiçekler yeşertmeye azmetti; saçıldılar arza, bereketli tohumlar gibi… Anlattığınız gibi müslümanların arasına fitne düştüğü de oldu, İslâm aşkının dalga dalga, fetih fetih sadırlarda dolaştığı da…”

Duruluyorum.

“-Her sene size yazılan şiirler, mektuplar dinledim. Binbir şikâyet işittim, «Biz Sana lâyık ümmet değiliz!» diye âh u vâh eden niceler gördüm. Ve çok üzüldüm…”

“-Yâ Rasûlâllah… Ben size kucaklarca mutluluk, kucaklarca ümitli haber vermek istiyorum. Bir sabah yağmurunun şakırdayışı gibi pencerelerden yükselen salavatlarımız Size ulaştı mı? Adımı adımınıza bir kez olsun değsin diye ömür boyu lokmasından kısıp umre yoluna bir sevda azığı toplamaya girişenlerin haberi geldi mi? Size hep savaşlardan yakındılar yâ Rasûlallah, nûr yüzlü şehidlerin haberi geldi mi peki? Onların Seni ne denli sevdiğinden, Sana ulaşmayı ne denli istediğinden… Minicik çocukların îman dolu yüreklerle, korkusuzca baktığından, eli silahlılara… Cennet hasretini şehâdetle yutkunmaya çalışanların haberi ulaştı mı Size?

Yâ Rasûlallah, Senin ümmetin garip! Tam da müslümana yaraşırcasına garip olmayı seçenlerden haber vermek istiyorum Size... Eline fırsat geçtiği hâlde rüşvetten ve faizden ateşten kaçar gibi kaçanları... Size uzak bir diyara gidip, bir dağ başına kurulmuş bir tekke bulmayı anlatmak istiyorum. Size, Allâh’ın adını yaymak için çarpan yüreklerden bahsetmek istiyorum…”

            Tutamayacağım kendimi, küçük bir kız çocuğuyum hâlâ, ağlayıvereceğim, üstelik diğer çocuklar gibi değilim, ben O’nun yanında olarak O’nu tanıyamadım, tanıyışım kavuşma değildi, tanıdıkça daha çok özledim.

“-Sizi görmediği hâlde îmân eden, «Kardeşlerim!» deyişinize tutunan, Size sevgisine yaslanıp binbir fedakârlık yapan nicelerin, özürlü evlâdına «O benim canım!» diyerek bakanın haberi Size ulaştı mı yâ Rasûlallah? On oğlunun onunun da ilk adını «Muhammed» koyanların, isminize hürmetsizlik etme korkusu taşıdığından «Mehmed» diye isim îcad edenlerin haberini aldınız mı? Mescidde her renkten, her dilden milyonların omuz omuza dizildiğini saf saf… Hani Mus’ab bin Umeyr Size Medîne’den yetmiş müslümanla gelmişti, nasıl da sevinmiştiniz. Sizi Medîne’ye karşılar gibi karşılamaya kalksa farklı çehrelerde, farklı lisanlarla aşk ile ağlayacak yığınlar var… Yâ Rasûlallah, çocuklarını ezan okuyarak namaza kaldıran babaların, iffetini giyinen, bakışları ayakları önünde olan edepli gençlerin Size sonsuz selâmı var…”

Koşuşum hızlanıyor, içime yetişememe korkusu doluyor. Biliyorum ki, düşeceğim düşümün içinden yeni bir âhir zaman gününe…

Biliyorum ki, bir namaz çıkışı Mescid’in önüne yetişecek kadar uzun süremeyecek rüyam…

Biliyorum ki, ben, diğer çocuklar gibi değilim. Ölüme kadar her rüyada Sizinle beraber olan Hazret-i Enes gibi değilim.

Bir düşün peşinde koşup, düşmek… Dizlerim yaralı bereli.

Ama ben titrek bir tel taşıdıkça içimde, hiçbir gürültünün aşkın mûsikîsini bastıramayacağını biliyor olacağım. Ben diğer çocuklar gibi olmadığım için, bu bir rüya olsa da dizlerim hep yaralı ve yüzüm koşmaktan kızarmış olduğu için, bir ümmînin harfleriyle okuyup, ümmet oluşa ümit duyduğum için…

PAYLAŞ:                

Rukiyye Gönüllü

Rukiyye Gönüllü

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle