Peygamberimizin Hayatına Dokunan Kadınlar

 

“Âlemlere rahmet” olarak gönderilen Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gerek Mekke’de, gerekse Medîne’de îman eden kadınlar için çok kıymetlidir. “Onu sevmek, îmandan”[1] olduğu için, kadın-erkek bütün ashâb-ı kirâm, Peygamber Efendimiz’e hitap ederken dâima:

“-(En sevdiklerim olan) anam-babam (bile) Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah!” diyerek sözlerine başlamışlar, muhabbetlerini her fırsatta ifâde etmişlerdir.

Peygamber Efendimiz’in etrafında îman ile şereflenen bu güzide sahabe hanımlarını biz, Peygamber Efendimiz’e hizmet ederken, O’na malı-mülkü, evlâdı, yiyecek ekmek ve kuru üzüm dâhil neyi varsa ikram ederken görürüz.

Aynı şekilde savaşlarda etrafında O’nu korumak için cihad eden, sorular sorarak İslâm’ı en güzel şekilde anlayıp yaşamaya gayret eden, bol bol sadaka veren, hele de Allah Rasûlü ile yaşadıkları her hâdiseyi, tek kelimesini değiştirmeden bizlere nakleden, yine bu hanımlardır.

Bu güzide hanımlar; yokluğun, zulmün, işkencenin en çok olduğu zamanlarda sabır ve teslimiyet ile güçleri nispetinde Peygamber Efendimiz’e dâimâ destek olmuşlardır. Peygamber Efendimiz’in etrafındaki hanımlar; benzersiz bir numûne ve ümmete rahmet olmuşlardır.

 

Zühreoğulları’ndan Âmine binti Vehb

Allah tarafından “Rasûlullâh’ın annesi” olarak seçilen bu hanım, kocası Abdullah ile evlenmeden önce de îmanlı bir kadındı. Oğluna hâmile kaldığı ilk günden itibaren rüyalarında, “insanlığa rahmet olacak hayırlı bir evlat dünyaya getireceğini” görüyordu.

Doğumundan önce eşinin vefatı ile yıkılmadı, sadece kutlu emaneti dünyaya getirme vazifesinin mesûliyetini taşımaya çalışıyordu. Derin bir sevgi ile bağlı olduğu oğlunu dünyada bırakıp âhirete irtihal edeceği zaman, küçücük gözü yaşlı evlâdının sahibinin Allah olduğunu bilip hiç “Vâh!” demedi.

Böylesi yüce bir evlâdı dünyaya getirme nîmeti verilen kutlu anne için oğlu ile birlikte geçirdiği birkaç yıl, kâfî miktarda bir saâdetti. Erken gelen ayrılığa “Neden?” diye sormadı; kocasının gencecik vefatını sorgulamadığı gibi… O, sadece teslim olmayı bildi. Evlâdına güzel yüzünü seyrede seyrede, şiirlerle vedâ etti.

 

Ümmü Eymen -radıyallâhu anhâ-

Abdullâh’ın câriyesi olarak yıllarca peygamber ocağının hizmetinde bulunan bu kutlu hanım, Peygamber Efendimiz’in annesi ile geçirdiği son Medîne yolculuğunda onlara refakat etmişti. Annesinin vefatı ile bağrına bastığı Peygamber Efendimiz’i dedesine getirip teslim etti. Küçük Muhammed’e çok düşkündü. Üzerine titrerdi. Abdülmuttalip vefat edene dek, annesinin yokluğunu hissettirmemeye çalışmıştı.

Peygamber Efendimiz’e ilk inanan hanımlardandı. Peygamber Efendimiz’in öğle kaylûlesi için evinde istirahat ettiği, kendisini sık sık ziyaret ettiği “Annemdir!” dediği Habeşli bu hanım:

“Cennet ehlinden biri ile evlenmek isteyen Ümmü Eymen ile evlensin.” buyuran Peygamber Efendimiz’in sözleri ile cennet ehli olduğunun müjdesini, henüz sağlığında iken almıştı.

Üsâme bin Zeyd’in annesi olan bu mübarek hanım, hayatı boyunca teslimiyet ve Allah’tan râzı olmanın saâdetini yaşamıştır.

 

Halime es-Sa’diyye

Halime, Peygamber Efendimiz’in çocukluk dönemini yanında geçirdiği, yumuşak huylu, ağırbaşlı sütannesi idi. Yetim ve fakir olduğu için kimsenin sütannelik yapmak istemediği Peygamber Efendimiz’i bağrına basmış, iki yaşında sütten kestiği hâlde Mekke’de vebâ hastalığı çıkınca, onun hastalığa yakalanmaması için annesine teslim etmemiş, dört yaşına kadar îtina ile büyütüp yanında tutmuştur.

Sütannesine derinden bağlı olan Peygamber Efendimiz, İslâm’ın ilk yıllarında Mekke’de kendisini ziyarete gelen Halime’yi hürmet ve hizmet ile ağırlamış, omuz atkısının üzerine oturtmuştur. Kıtlıktan sıkıntı çeken bu mübarek kadına, 40 koyun ve bir deve hediye etmiştir.

 

Hazret-i Safiyye binti Abdülmuttalib -radıyallâhu anhâ-

Peygamber Efendimiz’in sevgili halası Hazret-i Safiyye, kardeşi Ebû Leheb’in yeğenine hakaret ederek gönlünü incittiğini, eziyet ettiğini duymuş ve akrabalık bağlarını harekete geçirerek O’nun Peygamber Efendimiz’e yardım etmesini, müslüman olmasını istemiştir.

Lâkin Ebû Leheb’de kin ve nefretten başka bir şey göremeyince, o gün karar verip oğlu Zübeyr bin Avvâm’ı Peygamber Efendimiz’in fedâîsi olacak şekilde yetiştirmiştir. Peygamberimiz’in:

“-Her peygamberin havârîsi, yardımcısı vardır. Benim de havârim Zübeyr’dir.”[2] iltifatına mazhar olan bu genç, Hazret-i Safiyye’nin gözbebeğidir.

Medîne’ye hicrette de yeğeninin yanında yer almıştır Hazret-i Safiyye... Müşrik bir erkeği öldüren ilk müslüman hanımdır. Uhud Savaşı’nda kadın, çocuk ve yaşlıların toplanıp muhafaza edildiği yeri tespit edip savunmasız insanları öldürmek isteyen yahudiyi bir sırıkla öldürmüş, büyük bir tehlikeyi başlamadan önlemiştir. Rasûl-i Ekrem’in irtihali üzerine:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Sen bizim ümit kaynağımızdın, Sen bize iyilik yapandın, cefâ eden olmadın. Sen hep esirgeyen, yol gösteren ve öğreten olmuştun!.” diyerek hislerini dile getirmiştir.

 

Ümmü Hânî -radıyallâhu anhâ-

Hazret-i Ali’nin ablasıdır. Peygamber Efendimiz’in çok değer verdiği bu hanım sahâbî, kocası müşrik olduğu için Mekke’nin fethine kadar müslüman olamamış, Medîne’ye hicret şerefine nâil olamamıştır. Lâkin akrabalık haklarına riâyetle Peygamber Efendimiz’i müşriklere karşı dâimâ korumuştur. Bu hususta babası Ebû Tâlib gibi davranmıştır.

Tâif dönüşü birçok güçlüklerle karşılaşan, kimse kendisine zarar vermeden bir süre sığınacak yer düşünen Peygamber Efendimiz, Ebû Tâlib Mahallesi’nde oturan Ümmü Hânî’nin evine gelmiş, o da amcaoğlunu hemen misafir etmiştir.

O’nun çok yorgun olduğunu fark edip istirahat etmesi için ortamı ayarlamış, müşriklerin Peygamber Efendimiz’e kötülük yapmak istediklerini bildiği için de kendisi babasının kılıcını kuşanıp sabaha kadar evin etrafında dolaşıp Efendimiz’i korumuştur.

Ümmü Hânî, Mîrâc hadisesinin nasıl gerçekleştiğini, o gece olup biteni bizlere rivayet ederek hâdiseyi bir başka gözle aydınlatmıştır. Devamlı müşriklerin safında savaşan, azılı müşrik kocası Hübeyre, Mekke’nin fethi günü âilesini bırakarak kaçıp gitmiştir. Ümmü Hânî, Mekke’nin fethi günü müslüman olmuştur.

Çok firâsetli bir hanım olan Ümmü Hânî, bir gün nâfile oruca niyet etmişken, Efendimiz kendisini ziyarete gelince bal şerbeti ikram etmiştir. Efendimiz artanını kendisine uzatınca hemen içmiş, bunun kendisi için büyük bir ikram, şifâ, feyiz ve bereket olduğunu bilerek bu fırsatı kaçırmamıştır.

 

İlk Şehid: Sümeyye -radıyallâhu anhâ-

Ebû Huzeyfe onu, kimsesiz ve yoksul olan Yemenli Yâsir ile evlendirmişti. Ammar isimli bir oğulları oldu. Genç Ammar, arkadaşlarından öğrendiği son peygamber ve İslâm dînine dair bilgileri âilesi ile paylaşınca, bütün âile müslüman oldular.

Mahzum oğullarının kölesi olan bu âile:

“-Hangi köle, efendisinden habersiz müslüman olurmuş, gösterin onlara, onların Tanrısı kimmiş?!” sözleri ile kışkırtılan Mekke müşriklerinin kin ve nefretine mâruz kaldılar. Özellikle Ebû Cehil, kendi kölesi olmadıkları hâlde bu âileye büyük işkenceler etti. Çünkü câhiliyede köle, sadece efendisinin emrine itaat etmekle değil, onun düşündüğü gibi düşünmek, sevdiğini sevmek, beden ve rûhu ile ona itaat etmek zorundadır.

Dinden çıkmaları için yapılan bütün işkencelere rağmen îmânından zerrece taviz vermeyen bu mübarek hanım, kadın olmanın zayıf tarafını İslâm olmanın büyük gücü ile güçlendirip şehâdet mertebesine erişmiştir. Bu hâdise, müslüman kölelerin gözünü korkutmamış, bilâkis îmanlarını artırmıştır.

 

Esmâ binti Ebî Bekr -radıyallâhu anhümâ-

Esmâ binti Ebî Bekr, firâset, beceriklilik, iş bilirliği ile hicrette Peygamber Efendimiz tarafından “zâtü’n-nıtâkayn” (iki kuşaklı) ismiyle anılmıştır. Ebû Cehil’in uyguladığı şiddete rağmen kutlu hicret yolcularının yerini söylememiş, üç gece Sevr Mağarası’na yiyecek ve içecek taşımıştır.

Hicretten sonra yahudîlerin, muhâcirlere büyü yapıp çocuklarının olmayacağına dair dedikoduları, müslümanları tedirgin etmiş, hicret esnasında Esmâ Vâlidemiz’in oğlu Abdullah dünyaya gelerek bu söylentilerin yalan olduğu ortaya çıkmıştır.

Vereceği sadakayı sayıp hesaplarken Efendimiz’in:

“-Sayma, sonra Allah da sana sayarak verir!” sözüne muhatap olunca cömertliğin nasıl olması gerektiğini öğrenmiş, o da evlâtlarını bu terbiye ile büyütmüştür:

“-Malınızı Allah yolunda harcayın. Sadaka verin. Bir hayrı geriye bırakmakla hiçbir şeyi fazlalaştırmış olmazsınız. Sadaka vermekle malınızın eksileceğini sanmayın.”

Kadınlarda tesettürün nasıl olması gerektiğini, onunla Peygamber Efendimiz’in arasında geçen şu hâdiseden anlarız: O, bir gün içini belli eden bir kıyafetle Efendimiz’in yanına gelir, Peygamberimiz yüzünü çevirir ve:

“-Esmâ! Bir kadın âdet görmeye başladıktan sonra (eli ve yüzüne işaret ederek) şu ve şu uzuvları hâriç başka yerini göstermesi câiz değildir.”[3] buyurur.

Utanılacak bir kıyafet giydiği ve bu sebepten uyarıldığını saklamaz da ümmetin hanımlarına açıklar ki, bu hataya onlar da düşmesinler!..

Yıllar sonra kendisine pahalı ve ince bir elbise hediye eden oğlunun gönül koyması pahasına elbiseyi geri gönderip:

“-Altını göstermez, fakat vücut hatlarını belli eder.” deyip reddetme sebebindeki hassaslığını izah etmiştir.

Câhiliye devrinde babasından boşanan Kuteyle isimli henüz müslüman olmayan annesi, kendisini ziyarete gelince onu eve alıp almamakta tereddüt eden Esmâ, Peygamber Efendimiz’e danışmış, O’nun:

“-Annesini içeri alsın. Hediyelerini de kabul etsin!” fermanı üzerine derhal annesini içeriye almış, müşrik de olsa ona hizmette kusur etmemiştir. Bu hâdise üzerine Mümtehine Sûresi’nin 8. âyeti nâzil olmuştur:

“Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adâletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah, adâletli olanları sever.”

 

Ümmü Fadl -radıyallâhu anhâ-

Kocasından çok önce, Hazret-i Hatice Vâlidemiz’den hemen sonra, Mekke’de İslâm’ı ilk kabul eden hanımlardan biri de Hazret-i Abbas’ın zevcesi, Peygamber Efendimiz’in baldızı Ümmü Fadl’dır. Bu cesur hanımın, İslâm’ın ilk günlerinde gösterdiği kahramanlık dillere destandır.

Mısırlı “Ebû Râfî” isimli kölesi müslüman olmuştur. Bedir Savaşı’ndan müslümanların galip çıktığı haberi Mekke’ye ulaşınca, Ebû Leheb ile Ebû Süfyan’ın konuşmalarına şahit olan Ebû Râfî:

“-Beyaz atlı, beyaz sarıklı hiç tanımadığımız adamlar bize saldırdı.” kelimelerini işitir işitmez kendisini tutamayıp sevinçten:

“-Vallâhi onlar meleklerdir!” deyivermişti.

Onun îmânını fark edip, Bedir’in hıncını ondan çıkarmak isteyen Ebû Leheb onu dövüp eziyet ederek, diğer müşrikleri de bu linç girişimine çağırınca hâdiseyi takip eden Ümmü Fadl, tek başına eline çadır direğini alarak Ebû Leheb’in üzerine yürümüştür.

“-Kimsesiz diye onu güçsüz mü gördün?!” diyerek sırıkla Ebû Leheb’in kafasını yarmış, bayılan koca kâfiri, arkadaşları yerden kaldırmış, bu utançla bir daha ayağa kalkamamıştır. Mübarek hanım, tek başına erkeklerin içine yiğitçe girerek, İslâm kardeşini müşriklerin eline bırakmamıştır.

Sıla-i rahmi aslâ ihmal etmeyen Peygamber Efendimiz, boş kaldığı her fırsatta kısa süreli de olsa akrabalarını ziyaret etmiş, onlarla sohbet ederek, kalplerine huzur vermiştir. En çok ziyaret ettiği akrabalarından biri de amcası ve yengesidir. Gördüğü rüyayı kendisine korkarak anlatan Ümmü Fadl’ın rüyasını, Peygamber Efendimiz hayra yormuş:

“-Benim vücudumdan kesilip senin evine konan parça, Fâtıma’nın dünyaya gelecek oğludur. Sen onu oğlun Kusem ile beraber emzireceksin, rüyan çok hayırlıdır!..” diyerek onu teselli etmiştir.

Gerçekten Hazret-i Hüseyin’in sütannesi olmuş, O’nun terbiyesi ile ilgilenmiş. Annesi vefat ettikten sonra da Hazret-i Hüseyin’i hiç bırakmamış, büyütüp güzel yetişmesi için gayret etmiştir.

Dedesinin kucağına işeyen minik Hüseyin’i üzülüp sertçe Efendimiz’in kucağından alınca buna dayanamayan rahmet Peygamber Efendimiz:

“-Allah iyiliğini versin. Sen onu ağlatmakla beni üzdün!” buyurarak hakaret etmeden, gönlünü incitmeden yengesine çocuklara daha yumuşak davranmasını öğretmiştir.

O mübarek kadın da yaptığı bu yanlış davranışı ve peşinden gelen bu kıymetli eğitimi, mü’minlerden saklamamış, bizlere bu hadisle çocuk eğitiminde rehber olmuştur.

Bu hanımın evlâtları, İslâm âlemine en çok hizmet eden sahâbîler olmuşlardır. Oğlu Abdullah bin Abbas, ashâbın tefsir ve fıkıhta en büyük âlimlerinden biri olmuş, Kusem ise Orta Asya topraklarına İslâm’ı yaymak için yapılan bir seferde şehid düşmüştür.

* * *

Peygamber Efendimizin hayatına dokunan ve burada sadece birkaçını anlatabildiğimiz bu muhterem hanımlar, benzersiz bir nümûne ve ümmete rahmet olmuşlardır. Her birisine çok şeyler borçluyuz. Rabbim hepsi ile cennette sohbet etmeyi, şefaatlerine erebilmeyi bizlere nasip etsin, inşâallâh… Âmin.

 

NOT: Bu yazının çok daha geniş şekline dergimizin web adresinden (www.sebnemdergisi.com) ulaşabilirsiniz.

 

[1] Buhârî, Îman, 8.

[2] Ahmed bin Hanbel, Müsned, III, 314.

[3] Ebû Dâvûd, Lİbâs, 31/4103.

PAYLAŞ:                

Fatma Hale Sagim

Fatma Hale Sagim

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle