Onlar Böyle Seviyordu, Ya Sen?

Peygamberler, Allah Teâlâ tarafından seçilmiş vazifeli kimselerdir. Vazifelerinin kudsiyeti ölçüsünde, sorumlulukları da ağırdır. Bir yandan Âlemlerin Rabbi ile muhatap olup ağır bir söz (vahiy) alırken, diğer yandan her türlü cehalet ve bağyin (azgınlığın) bulunduğu topluma, tebliğde bulunup onları te’dib ve terbiye etmek durumundadırlar. Hadîs-i şerîfte de te’yid edildiği üzere, dünyada en ağır imtihanlara peygamberler dûçâr olmuş[1]; ancak bunun yanında Âlemlerin Rabbinin husûsî methini de yine onlar kazanmışlardır. Meselâ Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “Habîbullah: Allâh’ın Sevgilisi” diye tanıtılmış; Hazret-i İbrahim “Halîlullah: Allâh’ın dostu”, Hazret-i Mûsâ “Kelîmullah: Allah ile konuşan” olarak isimlendirilmiştir.

Bu mübarek elçileri, yerdekiler de gök ehli de çok sevmiştir. Hâlen hiç görmeyip sesini işitmediğimiz Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- anılınca yüreklerimiz heyecanlanır, Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zikredilince gönüllerimiz ihyâ olur, gözlerimiz yaşarır. Ziyaretlerine defalarca gitsek de hiç yanlarından ayrılmak istemeyiz.

Sevgi, gönlün beslendiği, zevk aldığı şeye meyletmesi demektir. Soyut (mücerred) bir değer olmasına rağmen, insan hayatının bütün safhalarına hükmeder. Kişinin niyetinden sözlerine, hayallerinden davranışlarına kadar her şeyine tesir eder.

Sevginin derinliği, sevdiğini tanımakla doğru orantılıdır. Sevilen ne kadar yakından tanınırsa, sevgi o kadar ziyadeleşir. Bu vesîleyle Peygamber Efendimizi en fazla sevenler, en yakınındaki sahâbîleri olmuştur. Peygamber Efendimizin mütebessim sîmâsını, ince söz ve davranışlarını gördükçe, muhabbetleri derinleşip kendisine meftun olmuşlardır.

Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh-:

“Siz Onları (sahâbeyi) görseydiniz davranış ve sevgilerinden dolayı, «Bunlar delidir.» derdiniz…” demiştir.[2]

Elbette sevgi derinleştikçe Allah ve Rasûlü’ne teslîmiyet de artmıştır. Sevgiliyle olabilmek, ondan bir tebessüm, bir selâm alabilmek için mallarını-canlarını feda etmişler, her cümlelerinin başlarına:

“-Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah!” diyerek başlamışlardır.

Meselâ bir anne olan Ensar’dan Sümeyrâ Hatun’un sevgisi dillere destandır. Uhud Savaşı’nda, iki oğlu, kocası ve babasını kaybeden Hazret-i Sümeyra’ya bunların şehid oldukları haber verilince, Hazret-i Sümeyrâ:

“-Rasûlullah ne yapıyor, nasıldır?” diye sormuş, Allah Rasûlü’nün iyi olduğu haberini alıp bizzat kendi gözleriyle görünce:

“-Sen sağ olduktan sonra, hiçbir musibet bana zarar veremez!..” demiştir.[3]

Sâdık dost Hazret-i Ebûbekir’in sevgisi ise bambaşkadır. Mekke’de halkın ortasında fena şekilde darp edilip eve baygın hâlde getirildiğinde, saatler sonra gözünü açabilmiş ve ilk sözü, Rasûlullâh’ın durumunu sormak olmuştu. Annesi zorla bir şeyler yedirmek istediğinde:

“-Vallâhi Rasûlullâh’ı görmeden hiçbir şey yiyip içemeyeceğim!” demişti.

Yakınlarının kollarında Dâru’l-Erkâm’a götürülmüş, burada Rasûlullâh’ı sâlimen görünce:

“-Duyduğum bütün acılarımı, şu anda unutmuş bulunuyorum.” demiştir.

Ashâb-ı kirâmdan Zeyd bin Desîne, hicretin 3. yılında yapılan bir pusu ile ele geçirilmiş ve şehid edilmek üzere darağacına götürülürken Ebû Süfyan yanına yaklaşmış:

“-Sen şimdi çocuğunun yanında olsaydın da burada Muhammed olsaydı; senin yerine O’nun boynunu vursak ne iyi olurdu, değil mi?” demişti. Zeyd ise:

“-Ben âilemin arasındayken Muhammed’in değil burada olmasını istemek, şu anda bulunduğu yerde ayağına bir diken batmasına bile gönlüm râzı olmaz.” karşılığını vermişti.[4]

 

Sevmek İbadettir

Sevgi bir emirdir, ibadettir. Nitekim sevmek sevgiliyle aynîleşmektir. Sevmek, sorgusuz-sualsiz teslim olmak, taklit etmektir. Âyet-i kerîmede:

“De ki: «Eğer Allâh’ı seviyorsanız Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.»...” buyrulmuştur. (Âl-i İmrân, 31)

Îman ve teslîmiyet, muhabbet ile başlamakta ve yine onunla beslenmektedir. Muhabbetsiz îman ve teslîmiyet, kuraktır. Nitekim bedenimize ve hayatımıza hükmeden, kalptir. Kalbin hakikî gıdası ise, yalnızca Yaratıcı’nın muhabbetidir.

Yaratıcı’nın yeryüzündeki elçisi ise, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. O buyurmuştur ki:

“Sizden biriniz; Beni kendisinden, ana-babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe gerçek îman etmiş olmaz.” (Buhârî, Îman, 8)

Samimi bir şekilde sevince, sevgiliden daha değerli hiçbir şey kalmaz. Hattâ sevgiliyle bulunmak, ona bakmak; yediği yemekten, içtiği sudan daha fazla lezzet verir. Hazret-i Ali, Rasûlullâh’a olan sevgisini şöyle dile getirmiştir:

“-Yâ Rasûlâllah! Sen bize mallarımızdan, çocuklarımızdan, ana-babamızdan ve susayan bir kimsenin soğuk suya olan arzusundan daha sevgilisin.”[5]

Hazret-i Ebûbekir:

“-Bir kimsenin Rasûlullâh’ı sevmesi, canını Allah yolunda feda etmesinden daha faziletlidir.” demiştir.[6]

Hazret-i Hamza’yı vahşice öldürtüp sonra ciğerini dişleyen Ebû Süfyan’ın karısı Hind binti Utbe, Mekke’nin fethinden sonra Rasûl-i Ekrem’in huzurunda müslüman olduğunda:

“-Yâ Rasûlâllah! Şimdiye kadar yeryüzünde herkesten çok Senin zelîl olmanı isterdim. Bugün ise yeryüzünde benim için Senden daha sevgili hiç kimse yoktur.” demiştir. (Buhârî, Menâkıb, 23)

 

Seven Sevilir

Sevgi, karşılıklı beslenir. Özellikle sevgi ve merhamet timsali Peygamber Efendimiz, sahâbîlerini ve ümmetini çok sever, onların ufak tefek kusurlarını affederdi. Ashâb-ı kirâmdan hâli vakti yerinde olmayan Nuaym bin Amr, pazarda turfanda bir meyve görünce onu ilk olarak Allah Rasûlü’nün tatmasını isteyecek kadar O’na âşık birisiydi. Bir gün veresiye pazardan bir tulum yağ ile bal aldı ve Rasûl-i Ekrem’e götürdü. Parasını ödeyememişti. Bir müddet sonra malın sahibi, aldığı şeylerin parasını istemeye gelince Nuaym, onu tutup Rasûl-i Ekrem’in yanına götürdü. Ve:

“-Yâ Rasûlâllah! Ödeyecek param yok.” dedi.

Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, inci dişleri görününceye kadar tebessüm etti ve adamın parasını ödedi.[7]

Rebîa bin Ka‘b anlatır:

“Bir defasında Rasûlullah ile birlikte gecelemekte idim. Kendisine abdest suyunu ve ihtiyacı olan diğer bazı şeyleri getirdim. Rasûl-i Ekrem o sırada:

“-Dile benden ne dilersen!” buyurdu. Ben:

 “-Cennet’te Sana arkadaş olmayı dilerim, yâ Rasûlâllah!” dedim.”

“-Bundan başka bir şey iste!” buyurdular. Ben:

“-Dileğim budur.” dedim. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-O hâlde çok secde etmek sûretiyle nefsin için bana yardımcı ol.” buyurdu. (Müslim, Salât, 226)

Ebû Zer el-Gıfârî, Rasûl-i Ekrem’in huzuruna girerek:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Bir kimse seni seviyor, fakat seni sevenlerin yaptıklarını yapamıyor. Bu adamın durumu nedir?” diye sordu. Rasûl-i Ekrem:

“-Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurdu. Ebû Zer:

“-Ben Allah ve Rasûlü’nü seviyorum.” dedi. Hazret-i Peygamber:

“-Sen sevdiğinle berabersin.” buyurdu. Ebû Zer, aynı soruyu tekrarladı, Peygamber Efendimiz de aynı cevâbı verdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 113)

Safvan bin Kudâme, Medîne’ye hicret ettiğinde Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna geldi ve:

“-Yâ Rasûlâllah! Elini versene biat edeyim.” dedi. Allah Rasûlü elini uzattı. O sırada Safvan:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü, ben Seni seviyorum.” dedi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem:

“-Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurdu.[8]

 

Sevgi Vefalıdır

Abdullah bin Zü’l-Bicâdeyn vefat ettiğinde Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Onun naaşını güzelce taşıyın. Allah ona hoş muâmele etsin. Zira o Allah ve Rasûlü’nü seviyordu.” buyurdu.

Mezarı kazılırken de:

“-Mezarını genişçe kazın ki, Allah ona bol bol rahmet etsin.” buyurdu. Ashâb-ı kiramdan bazıları:

“-Ölümüne üzüldünüz.” dediler. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tekrar:

“-Evet, üzüldüm. Çünkü o Allah ve Rasûlü’nü seviyordu.” buyurdu.[9]

Sahabeden Nuayman bin Amr, içkili bir vaziyette Hazret-i Peygamberin huzuruna getirilmiş, Allah Rasûlü, kendisine gereken cezayı tatbik etmişti. Orada bulunanlardan birisinin Nuayman’a bu yaptığı işten dolayı lânet ettiğini işiten Rasûlullah derhal müdahale ederek:

“-Böyle yapmayınız. Çünkü o, Allah ve Rasûlü’nü sevmektedir.” buyurmuştur. (Buhârî, Hudûd, 5)

 

Sorgulamadan Teslim Olurlardı

Allah Rasûlü’nün yanında bulunan arkadaşları, hiçbir zaman “Neden, niçin?” diye sormazlar, peygamberlerini nasıl görüyorlarsa, hemen tâbî olurlardı. Hazret-i Ömer, Kâbe’yi tavaf sırasında Hacer-i Esved’i öptü ve:

“-Aslında ben senin faydası ve zararı olmayan bir taş parçası olduğunu pekâlâ biliyorum. Eğer Rasûlullâh’ın seni öptüğünü görmüş olmasaydım, seni aslâ öpmezdim. Ama biz Rasûlullâh’ın yaptığı hiçbir şeyi terk etmeyiz. O ne yapmışsa, biz de öylece yaparız.” dedi. (Buhârî, Hac, 50)

Abdurrrahman bin Ebî Leyla anlatır:

“Bir gün Abdullah bin Revâha, Rasûlullâh’ın hutbe okuduğu bir sırada mescide gelmişti. İbn-i Revaha, henüz mescide girmemişti ki, Rasûlullâh’ın cemaate:

«-Oturunuz!» dediğini işitti ve hemen mescidin dışında bulunduğu yere oturuverdi.

Hutbe bitinceye kadar da oturduğu yerden hiç kalkmadı. Daha sonra onun bu davranışı Hazret-i Peygamber’e haber verildiğinde:

«-Allah senin kendisine ve Rasûlü’ne olan itaat arzunu artırsın!» diye duâ etti.”[10]

 

Peygamberlerini Kendi Nefislerine Tercih Ederlerdi

Peygamber Efendimiz’in gördüğü bir rüya üzerine umre yapmak üzere yola çıkan müslümanlar, Hudeybiye’de günlerce bekletilmişlerdi. Allah Rasûlü niyetlerini anlatmak ve iki taraf arasında sulh yapmak üzere Hazret-i Osman’ı elçi olarak Mekke’ye göndermişti. Kureyşliler, Hazret-i Osman’a:

“-Kâbe’yi tavaf etmek istersen, sen git tavaf et, ama Muhammed ve sahabesi olmaz!” demişti.

Hazret-i Osman:

“-Rasûlullah tavaf etmedikçe ben aslâ tavaf etmem!” diyerek tekliflerini reddetti.[11]

 

Sevdiği Her Şeyi Severlerdi

Sevgiliye olan muhabbetten dolayı dostlarını, yardımcılarını, yediği yemekleri, giydiği elbiseleri de severlerdi. Nitekim İmam Gazâlî:

“-Sevgilinin sevdiklerini seven bir kimse, gerçekte sevgiliyi sevmektedir.” demiştir.[12]

Sahâbe de Peygamber Efendimizin sevdiği her şeyi ve herkesi sevmiş, O’na ait olan eşyaları saklamış, onlarla teberrük etmişlerdir.

Hazret-i Ömer, müslümanlara devlet hazinesinden maaş bağladığı zaman oğlu Abdullah’a üç bin; Üsâme bin Zeyd’e üç bin beş yüz dirhem takdir etmişti. Abdullah bunun sebebini babasına sorduğunda, Hazret-i Ömer:

“-O’nun babası Rasûlullâh’a senin babandan daha sevgili; oğlu ise senden daha sevgili… Ben Rasûlullâh’ın sevdiklerini, kendi sevdiklerime tercih ederim. Onun için böyle yaptım.” demiştir. (Tirmizî, Menâkıb, 39)

 

Rızâsı İçin Mallarını Göz Kırpmadan Fedâ Ederlerdi

Sevgi öyle bir tılsımdır ki, önünde engel tanımaz. Sevgilinin bir bakışı, bir selâmı, bir rızâsı için insan bütün varlığını fedâ eder de bundan hiç gocunmaz. Peygamberlerini her şeyden çok seven sahâbe de tam bir teslîmiyet içinde O’na sahip oldukları her şeyi feda etmişlerdi.

Bir gün Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne sokaklarında Ensâr ile birlikte dolaşırken gezinti sırasında yüksekçe yapılmış bir bina gördü. Binanın manzarasından hoşlanmadı. Fakat yanında bulunanlara bir şey söylemedi. Durumundan hoşnut olmadığını anlayan sahâbe, daha sonra evin sahibine Peygamber’in böyle yüksek bina yapılmasına râzı olmadığını bildirince adam:

“-Rasûlullâh’ın memnun olmadığı evi ben ne yapayım!” diyerek derhal yıktı, yerle bir etti. (Ebû Dâvûd, Edeb, 157)

 

Vefatından Sonra

Sevgililer Sevgilisi’nin yanında olup arkasında namaz kılarak sohbetini ve kokusunu aldıktan sonra bir anda O’nsuz kalmak, hayattaki en büyük acılardandır. Rasûlullâh’ın vefâtı, ashâb-ı kirâmı çok yaralamıştı. Tâ ki Ebûbekir -radıyallâhu anh-:

“-Kim ki Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim ki Allâh’a ibadet ve kulluk ediyorsa, bilsin ki, Allah Hayy’dır, ölümsüzdür.” deyince[13] o ilk büyük şoku atlattılar.

Abdullah bin Ömer, Rasûlullâh’ın gelip geçtiği ve namaz kıldığı yerleri araştırır, teberrük maksadıyla oralarda namaz kılardı. (Bkz: Buhârî, Salât, 46)

Bilal-i Habeşî canını teslim edeceği sırada büyük bir sevinç içinde:

“-Oh ne tatlı, artık Rasûlullah ve arkadaşları ile buluşacağım!” demiş; Ammar bin Yâsir, Sıffîn Savaşı’nda şehid olurken:

“-Bugün sevgililere, Muhammed ve ashâbına kavuşacağım!” diye sevinmiştir.[14]

Hazret-i Ebûbekir:

“-Rasûlullâh’a salavat getirmek, soğuk suyun ateşi söndürmesinden daha çok günahları yok eder. O’na selam göndermekse, köle âzad etmekten daha faziletlidir.” demiştir.[15]

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:

“Kim bana bir salât ederse, onun on günahı silinir.” buyurmuştur. (Nesâî, Sehv, 55)

Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed.

 

[1] Bkz. İbn-i Mâce, Sünen, II, 1321.

[2] Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, II, 134.

[3] İbn-i Hişâm, Siyre, III, 105.

[4] Vâkıdî, I, 360; İbn-i Sad‘, II, 56.

[5] Kâdî Iyaz, Şifâ-i Şerîf, II, 51.

[6] Aliyyu’l-Kârî, Şerhü’ş-Şifâ, II, 138.

[7] İbn-i Hacer, el-İsâbe, III, 570.

[8] İbn-i Hacer, el-İsâbe, II, 90.

[9] Ali el-Müttakî,Kenzü’l-Ummâl, XIII, 483.

[10] Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, XIII, 450/37171; Heysemî, IX, 316.

 

 

[11] Ahmed, Müsned, IV, 324.

[12] İmam-ı Gazâlî, İhyâu Ulûmiddîn, IV, 332.

[13] Buhârî, III, 95.

[14] İbn-i Sa’d, Tabakât, III, 257.

[15] Kadı İyaz, Şifâ-i Şerîf, II, 176.

PAYLAŞ:                

Seher Küçük

Seher Küçük

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle