Emanetlerimiz Nerede?

Hızlı bir şelâle gibi akıp giden ömürde, eşlerin ve çocukların yalnızca birer “emânet” olduğunu unutuyoruz, birçok zaman…

Eşler; “birbirinin örtüsü” ve “dayanağı” olma, birlikte hayırlı bir nesli inşâ etme vazifesi yüklendiklerini… Çocukların maddî ve mânevî ihtiyaçları karşılanmak üzere bir müddet anne-babaya emânet edildiğini… Hepimizin emânetlerle dolu bir hayat sürdüğünü; ömrün tamam olduğunda ne bir saniye geri geleceğini ne de bir saniye uzatma imkânı olduğunu… Hayatı geri sarmanın mümkün olmadığını… Unutuyoruz…

Emâneti veren makam, Âlemlerin Rabbi… Emânete liyâkat ve ehliyetin şartı ise, îman ve takvâ…

İnsanoğlunun dünya üzerinde böyle ağır bir mesûliyeti bulunmasına rağmen bitip tükenmek bilmeyen dünya emel ve gâileleri, bütün ömür sermayesini ipotek etmekte… Tıpkı Kıyamet Sûresinde bildirildiği gibi; “Hayır! Siz dünya hayatına düşkünsünüz. Dünyayı seversiniz; âhireti ise, ertelersiniz…” (el-Kıyâmet, 20-21)

 

Huzur ve Sükûn Kaynağımız

Dünyanın en kıymetli emânetlerinden olan çocuk, bir kadın ve erkek birlikteliğine; şecaat ve merhamet yuvasına teslim edilir. Kavvâm olan baba, kol-kanat gererek onu dışarıdan gelecek zararlara karşı kollarken anne de şefkat ve merhametiyle içten içe îmâr eder, inşâ ve ihyâ eder.

Gece-gündüz, soğuk-sıcak, hastalık-sağlık demeden, ilmek ilmek işlenerek büyütülür evlât… İlk öğretmen anne-baba, ilk mektep yuvadır. Anne ve babanın davranışları, mimikleri, sözleri, çocuğun kimlik ve kişiliğinin temelini oluşturur. İlk kelimeleri, ilk iyiliği, ilk merhameti ve tebessümü, anne-babadan öğrenir o saf yavru... Hayatındaki ilk ve en güçlü rol model, ebeveynidir. Bu sebepledir ki, Peygamber Efendimiz, çocuklara her yaşlarında önem vermiş, onlara husûsî bir ihtimamla davranmıştır. Kuşu ölen Umeyr’e tâziye ziyaretine gitmesi, hastalanan yahudi çocuğa geçmiş olsun ziyaretinde bulunması, kervancılık oyunu oynayan çocuklara yakalanarak teslim olup fidye vermesi, çocuklara verdiği önemin en güzel örnekleridir.

Hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulmuştur:

“Çocuklarınıza güzel davranıp iyilik ve ikramda bulununuz. Onları en güzel şekilde terbiye ediniz.” (İbn-i Mâce, Edeb, 368)

“Bir baba evlâdına iyi bir terbiyeden daha güzel bir miras bırakamaz.” (Tirmizî, Birr, 1953)

 “Allâh’ı zikreden kimseyle zikretmeyenin misâli, diri ile ölünün misâli gibidir.” (Buhârî, Deâvât, 66)

 

Âilede Eksen Kayması

İnsanların ve cinlerin yaratılış maksadı, yalnızca Allâh’a itaat, kulluk/ibadet olduğu hâlde, modern dönemler, başta büyükler olmak üzere genç ve çocukları dahî kıyasıya bir dünya yarışı içine sokmakta… Büyüklerin ev ve kapital düşkünlüğü, çocukların sınav ve kariyer yarışı, artık evlerimizde vasıflı buluşmamızı dahî engelleyecek boyutlara gelmiştir.

Her gün devam ettikleri okullarında sınavlar, hafta sonu dershane ve özel kurslarında yapılan sınavlar, boş kaldıklarında telefon ve bilgisayar başlarında oynadıkları yarışlar; onların dînî eğitimlerine ket vurduğu gibi; sevgi, merhamet, yardımlaşma, iyilik gibi güzel ahlâkı da unutturmakta...

Lisede danışmanlığını yaptığım bir öğrencim, kendisiyle hafta sonu bir parkta buluşup yemek yememize çok şaşırmış ve defalarca neden tatil gününde kendisine iyilik yaptığımı sorgulamıştı. Bunun müslümanın müslüman üzerinde hakkı olduğunu ve bizim İslâm kardeşi olduğumuzu anlattığımda, istihzâlı bir bakışla artık böyle insanların kalmadığına inandığını söylemişti.

Kapitalist dönemin her şeyi maddî karşılıkla ölçmeyi yerleştirmesinden beri, karşılıksız sevgi ve ikramlar bile unutulur olmaya başladı maalesef… Oysa bizler, tren garında en son gelen trenden inen yolcuyu misafir etmek için bekleyen ecdâdın torunlarıydık. Kendisi açken misafirine ikram eden Peygamber Efendimiz’in ümmetiydik. Sofraya misafirsiz oturmayan âilelerin çocuklarıydık…

 

Çocukları Şeytanın Eğitmesi

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-İnsanlara öyle bir zaman gelir ki, çocuklarının eğitimi konusunda şeytan onlara ortak olur.” buyurmuştu. Sahâbîler:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü, bu gerçekten olur mu?” diye sordular. Rasûlullah:

“-Evet.” buyurdu. Sahâbîler:

“-Peki, şeytanın çocuklarımızın eğitimi konusunda bize ortak olduğunu nasıl anlayacağız?” diye sormaları üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Çocuklarınızda hayâ (utanma), merhamet ve acıma duygularının azaldığını görürseniz, şeytan onların eğitimi konusunda size ortak olmuş demektir!” buyurdu. (Kenzü’l-Ummâl, Kitâbü’l-Ahlâk, 5792)

Küreselleşmenin artmasıyla birlikte evlerde olmazsa olmaz hâle gelen internet ve akıllı telefonlar, çocuklarımızı ve hattâ yetişkinlerimizi dahî yedi gün yirmi dört saat esir almakta, onların temiz gönüllerini bulandırmakta, güzel ahlâklarını dejenere edip hayâ ettiğimiz ahlâksızlıkları evlerimize davet etmekte... Önceden konuşmaya dahî çekindiğimiz hâdiseler, şimdilerde mahallemizde, şehrimizde vukû bulmakta… Bunların çok daha acısı ise, her geçen gün bize bunları kanıksatıp alıştırması!

Allah Teâlâ, Tahrîm Sûresi’nde:

“Ey îmân edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında acımasız, güçlü, Allâh’ın kendilerine emrettiğine karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” buyurmuştur. (et-Tahrîm, 6)

Bu âyet, her birimizin evine bugün nâzil olmuşçasına okunmalı, ezberlenmeli ve çocuklarımızı ateşten korumak için mücadele edilmelidir. Nitekim bizlerin bugün ihmal ettiği yavrular, dünya hayatında şer güçlerin elinde maşa, âhiret hayatında ise bizim boynumuzda büyük bir vebal olacaktır. Osmanlı padişahlarından 5. Mehmed Reşad saraydaki hânedan çocuklarını yetiştirmek üzere “Muallim-i Selâtîn: Sultanların hocası” olarak tayin ettiği Safiye Hanım’a ilk olarak şunu emretmiştir:

“-Namaz kılmayanlara, oruç tutmayanlara, yedirdiğim tuz ve ekmeği haram ediyorum. Bu irâdem, hocahanım tarafından talebe, şehzâde ve hanım sultanlara söylensin.”[1]

 Bir vakit cemaati kaçıran Ömer bin Abdülaziz’in cezâsını ise Meymun bin Mihran şöyle anlatır: Ömer bin Abdülaziz bir gün saçlarını yağlayıp taramakla meşgul olurken cemaati kaçırmış ve öğle namazını tek başına kılmak zorunda kalmıştı. Bu, onun babasına şikâyet edilmesi için yeterli bir suç kabul edilerek durumu Mısır valisi babası Abdülaziz’e bildirildi. Abdülaziz bunu duyunca derhal adam gönderdi. Gönderilen şahsın vazifesi, Ömer’i cemaatten alıkoyan saçlarını kökten kesmekti. Değil mi ki, o saç, onun cemaate gitmesine mâni olmuştu, öyle ise kesilmeliydi.[2]

 

Evlerin Mescid Olması

Bir anne-babanın en mühim ve birinci vazifesi, emânet verilen çocuklarına Rabb’e itaati, teslimiyeti, Peygamber’ini, Kur’ân’ını öğretmesi, sevdirmesi ve benimsettirmesidir.

Öncelikle bütün yönleriyle anlatılan Âlemlerin Rabbi ve “üsve-i hasene” Peygamber Efendimiz, tanındığı, gündemimizde kaldığı kadar sevilecek; gönülden sevilen sevgililer ise hayatın her alanında rehber olacaklardır. Hattâ evde alınan eğitim ve sevgi, sokaktan gelen yabancı ve sahte sevgilerin, bilgilerin zararını en aza indirecektir.

Küçük yaşta yeterli sevgi ve bağlanma duygusundan mahrum kalan kimsenin, ilk karşısına çıkanı sevmesi ve bağlanması gibi; evde yeterli İslâm ahlâkıyla beslenmeyen de sokağa çıktığında, bir anda, sözüm ona, aydın düşünen bilgelerden (!) oluvermekte…

Çocuklarımızı geçmişte, yalnızca ebeveynler ve öğretmenler eğitirken şimdilerde internet, sosyal medya ve küresel güçler eğitmekte... Arka sokaklarda ateistlik, deistlik, eşcinsellik, bulaşıcı hastalıklar gibi artmakta… Artık çocuklarımızla aynı dili konuşup aynı ortamlarda bulunamamaktayız.

 

Çocuklarımızın Yuvalarımızda Dînî Eğitim ve Terbiyeleri İçin

1- Cemaatle Namaza, İbadet Eğitimine Devam Edilmeli

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çocukların küçük yaşlarından itibaren önce oyunlarla, vasıflı tavsiye ve sohbetlerle onlarla kendi arasında güçlü bir bağ kurmuş; akabinde cemaate devam, Kur’ân tilâveti ve toplumda mühim işlerde vazifelendirerek yetiştirmiştir.

Zeyd bin Sâbit’i, on üç yaşında vahiy kâtibi yapmış, Zübeyr bin Avvâm’ı, on beş yaşında havârîsi olarak seçtiğini îlan etmiştir. “Sağını-solundan ayıran her çocuğa namazı öğretin!” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Salât, 26)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- torunu Hasan’a ise, şu şekilde tavsiyede bulunmuştur:

“-Hasan! Beş vakit namazını aksatmadan kıl. Sana şüpheli gelen her şeyi terk et. İçinde şüphe uyandırmayan şeye yönel. Çünkü doğruluk, insanın gönlüne huzur verir. Yalan ise, huzursuzluk uyandırır.” (Tirmizî, Kıyâmet, 60/2518)

 

 2- Kur’ân-ı Kerîm Öğretimi/Düzenli Okunması

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Kullar, Allah tarafından nâzil olan şu Kur’ân’la yaklaştıkları gibi hiçbir şeyle O’na yaklaşamazlar.” buyurmaktadır. (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 17/2911)

Çocuğun küçük yaşından itibaren Kur’ân’la kurmuş olduğu ünsiyet, hayatın bütün sarsılmalarında onu tutacak ve sırât-ı müstakîme iletecektir. Peygamber Efendimiz, yanında büyüttüğü Enes’e: “Oğulcuğum! Kur’ân kıraatinden gâfil olma! Çünkü Kur’ân, ölü kalbe hayat verir, kötü ve çirkin işlerden, bir de haddi aşmaktan korur.” buyurmuştur. (Deylemî, Müsned, II, 377)

 

 c-Peygamber ve Ehl-i Beyt Sevgisi

Rol modellerin arttığı günümüzde en güzel örnek, “üsve-i hasene” olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yıldız sahâbîleri ve Ehl-i Beyt’idir. Peygamber Efendimiz, şöyle tavsiye buyurmaktadır: “Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin. Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ân okutulması…” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, I, 226)

 

d- Ev İçerisinde Temel Alışkanlıklar

Çocukların ibadet ve kalbî eğitimlerinin yanında, onları ev ve sosyal hayata hazırlayıcı eğitimleri de kazandırmak gerekmektedir. Peygamber Efendimiz’in sünnetleri olan yemekten önce ve sonra elleri yıkamaktan yüzükoyun yatmamaya, suyun üç solukta içilmesinden akşam yatarken ve sabah kalkarken ağız ve diş temizliğinin yapılmasına, misafirlere içecek dağıtmaktan komşu çocuk hastalanınca ziyaretine gitmeye kadar pek çok sosyal sünnet, bir alışkanlık olarak kazandırılmalıdır.

Annesi, Hazret-i Süleyman’a şöyle nasihatte bulunmuştur:

“-Yavrum! Geceleri çok uyuma. Zira çok uyku, kişiyi kıyamette fakir bırakır.” (İbn-i Mâce, İkâmet, 174)

Âlemlerin Rabbi, huzur ve sükûn kaynağı olan hânelerimizde bulunan emanetlerimiz için şöyle uyarır: “…De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de âilelerini ziyana sokanlardır. Bilesiniz ki, bu apaçık hüsrandır.” (ez-Zümer, 15)

 

Not: Yazının daha geniş şekline www.sebnemdergisi.com adresinden ulaşabilirsiniz.

 

[1] Ömer Çelik-Mustafa Öztürk-Murat Kaya, Üsve-i Hasene, s: 121.

[2] İbnü’l-Cevzî, Allah Dostları, 2.

PAYLAŞ:                

Seher Küçük

Seher Küçük

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle